Ayşegül Doğan: Farklı fikir ve öneriler süreci zayıflatmaz, aksine güçlendirir

Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan, güncel gelişmelere ilişkin Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenledi. Doğan, şunları söyledi: 

2025 yılının son MYK toplantımızı gerçekleştirdik. Umarım olağanüstü bir gelişme olmaz ve 2026 yılına kadar yeniden toplanmamız gerekmez. Olağanüstü bir gelişme olacaksa da bu da iyiliğe, barışa, demokrasiye, eşitliğe ve özgürlüğe dair olsun. MYK’mızın gündemi oldukça yoğundu. Eş Genel Başkanlarımız başkanlığında dün toplandık. Saatler süren tartışmalar neticesinde hem yeni dönem planlamalarımıza hem de konuşulan başlıklara ilişkin değerlendirmeleri sizlerle paylaşacağım.

Tahrik edici bir dil olmamalı

En önce şununla başlamak istiyorum. DEM Parti olarak bu konudaki tavrımız son derece berrak, en başından beri buna çok dikkat çekiyoruz. Diyoruz ki yoksulluk ve bundan dolayı oluşan yoksunluk söz konusu. Eşit ve adil bir ülkede ne yoksulluk böyle bir haritayla karşıya çıkar ne de bu kadar derin yoksunluklardan bahsederiz. Ne oldu, bakınız. Bütçe tartışmalarını hep birlikte izledik. Genel Kurulun bütçe görüşmelerinin son kapanış turunda ne yazık ki yaşanan kavgayı da gördü Türkiye. İşte bu bile bizim neden yeni bir dile ve yönteme ihtiyacımızın olduğunu gösteriyor. Parlamentoda dahi farklı fikirler ve görüşleri, muhalefet edenlerin özgürce düşüncelerini açıklayabilecekleri bir ortam yoksa varın Türkiye'nin halini düşünün dedirtecek görüntüler çıktı. Biz yeni bir dil olmalı, kışkırtıcı ve tahrik edici bir dil olmamalı diyoruz. En aykırı görüş bile kendisini ifade edebilmeli ve örgütlenme özgürlüğünden yararlanabilmeli. 

Asgari ücrette patronların ve iktidarın istediği tablo çıktı ortaya

Yine biz 2026'nın bütçesine hayır dedik. Ekmek ve barış bütçesi için mücadelemiz. Bunun bağlantılarını Türkiye onlarca yıldır heba edilen enerjisi ve potansiyeliyle ne yazık ki acı bir şekilde deneyimledi. Artık farklı tecrübelere, iyi tecrübelere, pozitif tecrübelere ihtiyacı var Türkiye'nin. Asgari ücret nasıl açıklandı mesela? İşte bütçeye niye hayır dediğimizin de göstergelerinden biri. Beklenen neydi? Bunun üzerinde bir zam yapılmasıydı. Ancak patronların ve iktidarın istediği şekilde bir tablo çıktı ortaya. Bu tablo yoksunluğu derinleştiren bir tablo ve hükümet asgari ücreti belirlerken, çalışanların bakmakla yükümlü olduğu kişiler gerçeğini de göz ardı etti bir yandan.

Emeğin değersizleştirilmesine karşı mücadelemizi sürdüreceğiz

Biz daha önce açıklamıştık. Eş Genel Başkanlarımız açıkladı, ilgili kurullarımız açıkladı. Emek Komisyonumuz bu konuda çeşitli kampanyalar yürüttü ve ne dedik biz? En az 46 bin TL olmalı asgari ücret. Oysa açıklanan asgari ücret ne? 28.075 TL. Bu kabul edilemez bir şey. Biz buna yalnızca kabul edilemez deyip geçmiyoruz. Buna karşı mücadele ediyoruz, niye kabul edilemez olduğunu anlatıyoruz? Bu şartlar altında yaşamak zorunda bırakılanlarla birlikte mücadele ediyoruz. Emeğin değersizleştirilmesine karşı da mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimizi ifade ediyoruz. 2026 Bütçesinin, halkın bütçesi olmadığını, Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılamadığını bir kez daha ifade ediyoruz. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu riskleri fırsata dönüştürme kapasitesi göstermek yerine, geçmişin tekrarıyla bizleri karşı karşıya bırakıyor. İşçinin, emekçinin, engellinin, yani hayatta alın terinden başka hiçbir sermayesi olmayanların bütçesi olmadığını; onların bütçesi olana kadar da mücadele kararlılığımızı sürdüreceğimizi ifade etmek isteriz. 

Farklı fikir ve öneriler süreci zayıflatmaz, aksine güçlendirir

Gelelim bir diğer önemli başlığımız olan Barış ve Demokratik Toplum Sürecine. Yalnızca DEM Parti ya da MYK’mızın gündemi değil, tüm Türkiye’nin gündemi aslında. Müspet ve menfi bir şekilde tartışılıyor. Biz olumlu tartışılmasından yanayız. Umutların kırılmamasından, aksine güçlendirilmesinden yanayız. Çünkü farklı fikirler süreci zayıflatmaz. Eleştiriler ve öneriler süreci zayıflatmaz. Aksine güçlendirir. Ama maksatlı saldırılar süreci zayıflatmaya dönüktür. Ve biz bunu yalnızca tespit etmiyoruz, buna karşı da mücadele ediyoruz. Önemli olan artık ortak bir yolun bulunması. Yeni bir süreçten bahsetmiyoruz esasen. Onlarca yıldır üzerinde konuştuğumuz, yine acı deneyimlerle de sonuçlarını gördüğümüz, neden ve sonuç ilişkisini de bu sebeple çok önemsediğimizi ifade ettiğimiz bir süreçten bahsediyoruz.

Sürece dair hukuki düzenlemelerin hayata geçirilmesi toplumun beklentisi

Birinci aşamayı geride bıraktığımızı daha önce de sizlerle paylaşmıştık. MYK'mız elbette ikinci aşamayı değerlendirdi. Çünkü ikinci aşamanın eşiğindeyiz. İkinci aşama DEM Parti için yasal düzenlemeleri ifade ediyor. Siyasi zeminin hukukla desteklenmesini, ancak bununla tescillenebileceğini ifade ediyor bizim için. Yine biliyorsunuz son günlerde DEM Parti İmralı Heyetinin hem İmralı'da Sayın Öcalan'la görüşmesi hem de akabinde siyasi partilerle görüş alışverişinde bulunması, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'la bir araya gelmesi ve görüşmeler sonrası yaptığı açıklamalar da bize şunu gösteriyor. Tartışmalar bu şekilde olduğu için net bir cümleyle ifade etmek istiyorum. Süreç tıkandı mı, süreç yavaşladı mı? Süreç rölantide mi? Süreç ilerliyor mu? İlerliyorsa nasıl ilerliyor? Bu sorular var ve herkes de kendince yanıtlar veriyor. Bunun çeşitli sebepleri var. Elbette komisyonla bağlantılı nedenleri de var. Ama net bir cümleyle ifade etmek gerekirse sürecin ilerlediğini söyleyebiliriz. Süreç ilerliyor, her şeye rağmen ilerliyor. Saldırılara rağmen ilerliyor. Olması gereken hızda olmamasına rağmen ilerliyor. Olması gereken hızdan kastımız toplumsal beklenti. Görünen çok açık. Toplumsal beklenti, bu hukuki düzenlemelerin bir an evvel hayata geçirilmesidir; hem demokratikleşmenin hem de artık ihtiyaç duyulan adaletin geciktirilmeden sağlanabilmesi için adım atılmasıdır. 

İkinci aşamanın en önemli eşiği ortak rapor

Bununla bağlantılı olarak komisyon çalışmaları da yine konuştuğumuz konu başlıklarından biri. 5 Ağustos'ta Milli, Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kuruldu ve o günden beri faaliyetlerine devam ediyor. Pek çok dinleme yaptı. Bugüne kadar 20'ye yakın toplantı gerçekleştirdi. Bu süreçte 135'ten fazla kişi ve kurum dinlendi. Aylar sürdü dinlemeler. Sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, kanaat önderleri, farklı toplumsal kesimlerin temsilcileri dinlendi şu ana kadar. Yani geniş bir yelpazede toplumsal barışa dair sözler söylendi. Bunlar da bilinmedik sözler değil. Bugüne kadar söylenen sözler bir kez daha kayıt altına alındı. Bu çalışma kıymetli bir çalışma. Bu sözlerin yeniden kayıt altına alınması değerli. Bu konuda farklı siyasi partilerin görüş, eleştiri ve önerilerini açıklamış olmaları, yeniden konuşabilme ve tartışabilme zemininin oluşmuş olması DEM Parti açısından çok kıymetli. Ve ne oldu? Neticede siyasi partiler de geçtiğimiz haftalarda kendi raporlarını ayrı ayrı sundular. Raporlar tartışma yarattı. Her siyasi parti kendi bulunduğu yerden meseleye bakışını da bir şekilde ortaya koymuş oldu. Kürt sorununa siyasi partilerin bakışı da bu raporlar aracılığıyla komisyona ve tutanaklara yansımış oldu. Eksik bulanlar var, hayal kırıklığı yaşayanlar var. Biz DEM Parti olarak tabii ki sorunun neden ve sonuç ilişkisini kurabilmiş raporların önemli olduğunu düşünüyoruz. Ancak bu konuda eksiklik yaşayan siyasi partilerin ya da eksik bulunan bazı raporların da olduğunu ifade etmeliyiz. Bunların da süreç içerisinde tamamlanmasını ümit ediyoruz. Hangi süreç içerisinde? İşte ikinci aşamanın çok önemli eşiği ortak rapor. Komisyondan beklenti ne? Türkiye olarak komisyondan bir yasal düzenlemeye ilişkin teklifte bulunmasını bekliyoruz. Her siyasi parti bu konuya ilişkin farklı pozisyonlara sahip olabilir. Bu pozisyonlara ilişkin tartışmalar yürüyebilir. Bu pozisyonlara ilişkin eleştiriler olabilir, öneriler olabilir. Tüm siyasi partiler de bu eleştiri ve önerileri demokratik bir olgunlukla karşılamalı ve gayretleri bunu gidermeye dönük olmalı. Önümüzdeki dönemde ortaklaşabilecekleri nokta da Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu yasal düzenlemelere ilişkin olmalı. Şartlarla, olmazlarla değil; olurlarla masaya gelmeli siyasi partiler. Çünkü beklenen bu, ihtiyaç da bu.

Komisyon demokratik çözüm yolunu açabilir

Eşik dediğimiz yere hızla atlayabileceğimiz bir ortak rapor yazım komisyonunun oluşturulduğunu biliyorsunuz. Bu komisyon en seri şekilde bugüne kadar tespit edilenleri -ki dünkü toplantıda akademisyenlerin de bir çalışmayla tespit edilenleri ve yapılan dinlemelerden süzülenleri ortaya koydukları şekilde- içeren gerçekçi ve Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ortak raporu hızla oluşturmaları. Bunun artık yazımının bitmesi ve bundan sonraki aşamanın da Meclis’te hızlı bir şekilde ilerlemesi. Çünkü nihai bir raporun hazırlanabilmesi amacıyla kurulmuş bir komisyondan bahsediyoruz. Tabii ki bu komisyon tek başına devasa Kürt meselesini ve dolayısıyla Türkiye'nin demokrasi sorununu çözemez. Ancak çözüm yolunu açabilir, demokratik çözüm kanallarını oluşturabilir. Bunun için ortak bir teklif çıkarabilir. Bu toplumsal konsensüs Meclis’te bir barış mesaisine dönüştürülebilir. Beklentimiz bu. Ortak bir zeminin inşa edileceği kritik bir aşamada, kritik bir sorumlulukla karşı karşıya komisyon. Beklentimiz, temennimiz ve bütün gayretimiz bu çalışmanın hızlı ve rasyonel bir şekilde ilerlemesidir. Bu rasyonelliği daha somut ifade etmek gerekebilir. Herkesin bildiğini tekrar edelim: Çatışmasızlık kalıcı hale gelmeli. Silahlar tümden devre dışı bırakılmalı. Silahların tümden devre dışı bırakılacağı ve bunun kalıcı hale getirileceği yasal düzenlemeler oluşturulmalı. Burada da eşitlik ilkesi uygulanmalı. Hiçbir ayrım yapılmamalı, silahını bırakan herkes eşit bir biçimde bu kanuni düzenlemenin kapsamı içine girmeli. Teklif de bunu içeren bir şekilde oluşturulmalı. 

Bazı siyasi partiler Kürt sorunu demekten imtina etmiş

Yine farklılıkların ortaklaştığı bir rapordan bahsettik. Tabii siyasi partilerin raporlarından da görmüşsünüzdür. Bazı siyasi partiler Kürt sorunu demekten imtina etmiş. Oysa sorun apaçık ortada: Kürt sorunu. Bunu Türkiye'de böyle adlandırmasak da Türkiye dışında böyle konuşuluyor. Bölgesel etkileri itibarıyla böyle, uluslararası etkileri itibarıyla böyle. Sorunu doğru tanımlayınca, doğru tespit edince, gerçekçi yöntemlerle ilgili ilerlemek de daha kolay olabilir. 

Siyasi partiler kendi siyasi çıkarlarına göre yaklaşmamalı

Bu raporun Meclis’in ilgili komisyonlarına ve genel kuruluna ortak tavsiyeler sunmasından bahsettik. Burada tabii mevcut mevzuatlarda bazı yasal düzenlemelere ilişkin gerekli değişiklikleri de açık ve somut biçimde paylaşmasını bekliyoruz. Bu mesele tek seferde sonuçlandırılabilecek bir başlık değil. Dolayısıyla bir siyasal iradeye, sürekliliğe ve toplumsal güven gerektiren birtakım adımlara da ihtiyaç var. Ortak bir sorumluluk, kolektif bir sorumluluk. Yalnızca DEM Parti’nin sorumluluğu değil, bütün siyasi partilerin sorumluluğu. Hiçbir siyasi parti kendi siyasi çıkarlarına, ajandasına ya da gelecek hesabına göre yaklaşmamalı. Ciddiyetle yaklaşmalı, samimiyetle yaklaşmalı, sahicilikle yaklaşmalı, rasyonel bir şekilde yaklaşmalı. Bu fırsatın ender rastlanan bir fırsat olduğunu unutmamalı, hep hatırda tutmalı. Belki 100 yılda bir karşılaşabileceğimiz çok büyük bir fırsatla, bütün Türkiye'yi içeren bir fırsatla karşı karşıyayız.

Adaletin herkes için ayrımsız işlediği bir Türkiye istiyoruz

Ne yalnızca DEM seçmenini ne yalnızca Adalet ve Kalkınma Partisi seçmenini ne yalnızca Cumhuriyet Halk Partisi seçmenini ne yalnızca Milliyetçi Hareket Partisi seçmenini ne de yalnızca diğer siyasi partilerin seçmenlerini ilgilendiriyor. 86 milyonu ilgilendiren bir meseleden bahsediyoruz. 86 milyonun geleceğini yeniden kuracak ve bu kurucu siyasal iradeyi gösterecek bir fırsattan bahsediyoruz. İşte bu fırsat Türkiye’yi çok daha iyi yerlere taşıyabilir. Hepimizin eşit hissettiği, hepimizin ilişkilerinin yeniden düzenlendiği bir fırsat. Yaklaşım da böyle olmalı. Bu tartışmaların gölgesinde yine kamuoyunun gözü kulağı ne yazık ki Meclis’te. Ne yazık ki diyorum, çünkü adalet arayışı var Türkiye'de. Eşitlik arayışı var Türkiye'de. İnfazda eşitlik arayışı var Türkiye'de. Adaletin herkes için eşit koşullarda, ayrımsız bir şekilde işlediği bir Türkiye görmek istiyor insanlar. O yüzden paketleri bu kadar çok takip ediyorlar. O yüzden yargı paketleriyle yatıp kalkıyor insanlar. Acaba ne olacak? Acaba benim yakınımla ilgili nasıl bir düzenleme gelecek? Acaba benim evime nasıl sirayet edecek? Acaba benim mahalleme nasıl uğrayacak? Acaba benim ilime, ilçeme bu paketin etkisi ne olacak? Tüm Türkiye bir yandan bütçe görüşmelerinde ekmeğini düşünürken, öte yandan işte bu yargı paketlerinde adaletle ilgili yeni düzenlemelerin nasıl olacağını takip ediyor.

Sorunları çözmesi gereken yargı paketleri yeni sorun alanları oluşturuyor

Demokratik ülkelerde gündemler böyle olmuyor. Demokratik ülkelerde insanlar doğrudan hayatlarına etki edecek bu konu başlıklarına ilişkin meseleleri çoktan çözmüş oluyorlar. Oysa biz neyi takip ediyoruz? Yargı paketlerine sığdırılamayacak kadar çok önemli konu başlıklarını, hayati meseleleri yargı paketleri üzerinden takip ediyoruz. 11. Yargı Paketi de böyle takip edildi. Mevcut sorunları çözmek için getirilmesi gereken paketler ne yazık ki bu sorunlara deva olabilecek şekilde düzenlenmiyor. Çare olmuyor, yeni sorun alanları oluşturuyor. Yeni eşitsizlikler yaratıyor. 11. Yargı Paketi de bu açıdan baktığımızda hakikaten kötü bir örnek teşkil etti. COVID düzenlemesi adeta bir hukuk krizi haline geldi. Yine eşitsizlik dolayısıyla adalet vaadi yerine gelmedi. Toplumun adalet duygusu bir kez daha incindi. Siyasi tutsakları kapsamadı. Onlar görmezden gelindi. Hiçbir yargı paketi adalet ve eşitlik sunmadı bugüne kadar Türkiye'de. Bundan sonra sunmasını en azından temenni ediyoruz. 11. Yargı Paketi tüm tartışmalara rağmen geçti. Önümüzdeki günlerde yapılacak hukuki ve yasal düzenlemelerle, bahsettiğimiz tüm bu eşitsizliklerin, adaletsizliklerin ve antidemokratik uygulamaların giderilmesini bekliyoruz. Bunun için mücadele edeceğiz.

Demokratik bir Suriye için diyalog ve müzakere yöntemi esas alınmalı

Yine bir başka konu da Suriye. 10 Mart Mutabakatı ile ilgili çeşitli tartışmalar ve açıklamalar var. Biz de yakından ve dikkatle takip ediyoruz. Yalnızca takip etmiyoruz. Çeşitli diplomatik görüşmeler yürütüyoruz. Niye? Çünkü biliyoruz ki demokratik bir Suriye aynı zamanda Ortadoğu'daki demokrasiye katkı sağlayacak, Türkiye'deki demokrasiye katkı sağlayacak. Tıpkı Türkiye'deki demokratikleşmenin bölgesel etkilerinin olabilmesi gibi orada yaşanan gelişmeler de burayı etkiliyor ve etkileyecek. En başından beri bu konudaki tutarlı tutumumuzun yine altını çizmek isterim. Biz başta 10 Mart Mutabakatı olmak üzere, diğer tüm sorunlu alanlarla ilgili, yani ihtilaf teşkil eden konularla ilgili diyalog ve müzakere yönteminin esas alınması gerektiğini düşünüyoruz. Demokratik bir Suriye için yapılması gereken bu. Tıpkı Türkiye'de olması gereken gibi. Yani SDG ve Şam arasında diyalog, aynı zamanda Türkiye ile diyalog ve temastır.  Sorunları ancak konuşarak çözebiliriz. Tehdit olarak ifade edilen konular ve konu başlıkları ancak diyalog yoluyla çözülebilir. Bir fırsata dönüştürülebilir diyalogla. Tehdit olarak görünen esasında tehdit teşkil etmeyen konular bunlar. Başta SDG ile görüşmek, diyalog kurmak, temas kurmak ve sorunları diyalog yoluyla çözmek gibi. 

Türkiye Suriye’de yapıcı bir rol oynamalı

Yine Türkiye'den DEM Parti olarak beklentimiz, Suriye'de yapıcı bir rol oynaması. Sayın Öcalan'ın beklentisi de bu yönde. Bunu defalarca ifade ettik. Aleviler, Dürziler, Kürtler orada diken üstünde yaşamamalı; özgürce yaşayabilmeliler, katılımcı bir modelle kendilerini güvende hissedebilmeliler. Bundan üç gün önce olan bir çatışmanın yarattığı tedirginlik, hatırlamak dahi istemediğimiz bir tedirginlik. İşte bu tedirginliğin ortadan kalkması için diyalog kanallarının açık olması gerekiyor. Diyalog kanalları açıldıkça Suriye'de demokratik çözümün ihtimali değil, çözümün kendisi güçlenecektir. Yalnızca ihtimal olarak kalmayacaktır. Suriye'nin çok kültürlü, çok kimlikli yapısı binlerce yıldan süzülüp gelen bir yapı. Bunu yok sayan ve katı merkeziyetçiliği dayatan modeller yerine herkesin kendisini ifade edebileceği, özgür hissedeceği, ait hissedeceği bir çözüm bulunmalı. Yani Suriye'nin özüne, yapısına, tarihsel dokusuna, sosyolojik dokusuna uygun bir çözüm bulunmalı. Suriye'de müzakere ve demokratik entegrasyon sürecinin uzaması ancak ve ancak istikrarsızlık isteyen güçlerin işine yarar. Bu güçlerin alanını genişletmek yerine, demokratik entegrasyon ve müzakere sürecini güçlendirerek bu güçlerin alanını daraltmak ve zayıflatmak gerekir. Bu Türkiye'yi de güçlendirecektir. Oradaki demokratik müzakere sürecinin ilerlemesi tüm Ortadoğu’ya demokratik etkileri itibarıyla olumlu katkıda bulunacaktır. 

Tüm siyasi partilere çağrımız: Gelin, bu süreci hep birlikte omuzlayalım

Bir yandan tartışılan mesele de süreç karşıtlığı. Eleştiri ve önerinin, en başından beri söylediğimiz gibi bu süreci güçlendirici bir etkisi var. Fakat kategorik karşıtlığın bu süreci zayıflatmaya dönüp maksatlı girişimler içerdiğini biliyoruz. Bunlar provokasyon yaratma niyetiyle yapılıyor. Bunlar sabote etmek amacıyla yapılıyor. Bunlar mesafeleri açmak için yapılıyor. Bunu gayet iyi biliyoruz. Buralardan kimlerin ne tür hesaplar yaptığını da biliyoruz. Buralardan nasıl siyasi çıkarlar oluşturmaya çalıştıklarını da biliyoruz. Bunları başaramayacaklarını da biliyoruz. Çünkü biz güçlüyüz. Çünkü biz özgürlük istiyoruz, eşitlik istiyoruz, adalet istiyoruz, demokrasi istiyoruz. Bunun için örgütleniyoruz. Bunun için alandayız. Bunun için sokaktayız. Bunun için parlamentodayız. Bunun için demokratik siyaset kanallarının tümden açılmasını ve genişlemesini istiyoruz. Elbette buna direnenler olacak. Onun da farkındayız. Ancak bu yalnızca DEM Parti’nin mücadelesiyle değil, hepimizin ortak mücadelesiyle başarılabilecek bir şey. O yüzden bizim herkese, tüm Türkiye kamuoyuna, tüm siyasi partilere çağrımız şu: Gelin, bu süreci hep birlikte omuzlayalım. Artık bu sürece karşı kategorik bir biçimde pozisyon alanlara hep birlikte yanıt verelim.

Leyla Zana Kürtler’de temsil ettiği değerler dolayısıyla hedef alındı

Eğer birine dönük ırkçılık yapılıyorsa bu bir gün hepimize dönebilir. Bunu herhangi bir küfür ya da tezahürat deyip geçiştiremeyiz. Evet, konumuz tribünlerde yankılanan sloganlar. Daha önce nasıl Beyaz Toros tesadüfen seçilmediyse, bu defa da Leyla Zana ismi tesadüfen seçilmedi. Tribünlerde yaşananları kötü tezahürat, çirkin söz, kötü söz deyip geçiştiremeyiz. Bu, ırkçılık, adını koymak gerekir. Bu, cinsiyetçilik, adını koymak gerekir. Leyla Zana Kürt olduğu için hedef alındı. Bunu da açıkça söylemek gerekir. Leyla Zana, Kürtlerde temsil ettiği değerler dolayısıyla hedef alındı. Bunu yalnızca onun şahsına dönük bir hedef alma olarak değerlendirmemek gerekir. Söylenmek istenenleri görmek ve buna göre pozisyon almak gerekir. Hamasetten, kandan, çatışmadan beslenenler kesinlikle kaybedecekler. Ancak gelin, onlara karşı birlikte mücadele edelim, sesimizi birlikte yükseltelim. Kime yapıldığına bakmadan ırkçılığın karşısında duralım. Kime yapıldığına bakmadan cinsiyetçiliğin karşısında duralım. İnsan hakkı savunuculuğu, demokratlık, barış istemek, barış için mücadele etmek, hak savunucusu olmak bunu gerektirir.

Türkiye’nin acilen ayrımcılıkla mücadele mevzuatına ihtiyacı var

Kürt’e yapıldıysa susalım, Ermeni’ye yapıldıysa susalım, eleştirel gazetecilik yapan birine yapıldıysa susalım, görmeyelim demek, bu çemberin dışındaymış gibi düşünenleri kurtarmadı, kurtarmayacak. TFF Disiplin Kurulunun ifade ettiği gibi “çirkin ve kötü tezahürat” demek yerine, adını koyarak karşısında pozisyon alalım. Üstelik ne yapıyor TFF? Caydırıcılık şöyle dursun, adeta teşvik edercesine ceza veriyor. Sanki mükafatlandırılmak isteniyor bu insanlar. Hiçbir siyasi parti, hiçbir siyaset bununla yan yana durmamalı ve bu sesleri çoğaltmamalı. Bu seslerin bugüne kadar çoğalmasının, bugüne kadar gelebilmesinin bir nedeni işte Türkiye'nin yıllardır cezasızlık kültürü nedeniyle yaşadıklarıyla; bugün bu şekilde tribünlerden yayılan bu zehirli dille erkek egemen, ırkçı faşizan bir zihniyetin dışa vurumuyla karşımıza çıkıyor. O yüzden biz bu konuda suç duyurusunda bulunduk. Ancak Türkiye'nin acilen ayrımcılıkla mücadele mevzuatına ihtiyaç duyduğunu, son yaşadıklarımızla birlikte bir kez daha hatırlatmak isteriz. Ayrımcılık ve nefret söylemi, ceza hukuku içinde ayrı bir bölüm halinde düzenlenmeli. Bu ifade özgürlüğü değil. Çirkin söz, kötü söz, kötü tezahürat değil. Irkçılık, cinsiyetçilik, zehir saçan bir dil. Adını da böyle koymak gerekir. Yalnızca gazetecilik yaptığı için aynı zihniyet Gözde Şeker’i de hedef aldı. Bu da bir ilk örnek değil. Tabii ki kadınların seçilmesi bir tesadüf değil. Bunun da gayet farkındayız. Buna karşı da hem mücadelemizi hem dayanışmamızı sürdüreceğiz.

Barış, özgürlük, eşitlik, adalet isteyenler 4 Ocak’taki mitinge davetlidir

Önümüzdeki dönem planlamaları takdir edersiniz ki ağırlıklı olarak Barış ve Demokratik Toplum Süreci ile ilgili olacak. Ekmek ve Barış Kampanyamız bir yandan çeşitli şekillerde devam edecek. Yeni yılın ilk mitingine ilişkin ben buradan size bir bilgilendirmede bulunmak istiyorum. 4 Ocak'ta bir miting düzenleniyor Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda. Bu mitingde DEM Parti de bulunacak. Pek çok kurumun, pek çok siyasi partinin bulunacağı bir mitingden bahsediyoruz. Umut ve Özgürlük Mitingi. Demokratik Kurumlar Platformunun düzenlediği bir miting. Yeni yılın ilk mitingi. Bu mitingle ilgili çok çeşitli manipülasyonlar yapıldı. Çok farklı algılar yaratılmaya çalışıldı. Biliyorsunuz Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları devam ediyor. Hem DEM Parti'nin organize ettiği buluşmalar var hem farklı platformların organize ettiği buluşmalar var. Çünkü barışın toplumsallaşması bizim için çok önemli bir mesele, hayati bir mesele. Bu miting de bu kapsamda düzenlenen bir miting. Eşitlik için, özgürlük için, adalet için, barışın toplumsallaşması için bir araya gelecek Diyarbakırlılar ve oradan tekrar bu konulara dair taleplerini tüm Türkiye halklarına duyuracaklar. Bu mitinge de ayrıca yalnızca DEM Partililer ya da DEM Parti seçmenlerinin değil; barış, özgürlük, eşitlik, adalet mücadelesine katkı sunmak isteyen herkesin davetli olduğunu da hatırlatmak isteriz.

Kobanî Kumpas Davası tutsaklarının neden içeride olduğuna yanıt verilemiyor

Bugün Regaip Kandili. Tüm İslam aleminin Regaip Kandilini kutluyorum bir yandan. Öte yandan Hıristiyan ve Süryani yurttaşlar için de önemli bir gün. Noel bir yandan, bir yandan Yaldo Bayramı. İşte Türkiye'de böyle bir ülke aslında. Farklı kimliklerin, inançların, dillerin yaşadığı ve bunların eşit, adil, özgür bir biçimde bir arada yaşamalarının mümkün olduğu, zaten de böyle olduğu ama bunun kabulünün ve tanınmasının gerektiği bir aşamadan geçiyoruz. Hem bugünü hem bu bayramları kutlarken yeni yıl dileklerimizi de söylemek istiyorum bir kez daha. Yaşanan tüm bu adaletsizliklere rağmen mücadele kararlılığı ve azmimizle bunları başaracağımıza dönük inancımızla kutluyorum DEM Parti adına. Ancak eksiğiz, yarımız, yoksunuz. Bu eksiklik ve yarım kalma halinin önümüzdeki yıl, hatta önümüzdeki yıla kalmadan giderilmesini istiyoruz. Hala Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmıyor. Hala AYM kararları uygulanmıyor. Hala Demirtaş, Yüksekdağ ve Kobanî Kumpas Davası tutsaklarının neden içeride olduklarına dair hukuken yanıt verilemiyor. Bunu bütçe görüşmelerinde Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç'a da sorduk. Ne bekleniyor? Bir dakika dahi içeride kalmaları hakikaten anayasal olarak suç teşkil ediyor. Bir darbe anayasasının bile gerekleri yerine getirilmiyor. Biz bu yeni yıla arkadaşlarımızla, özlediklerimizle, hasret kaldıklarımızla birlikte girmek ve onlarla mücadelemizi güçlendirmek istiyorduk. Bunu hala istiyoruz, temenni ediyoruz. Bunun için mücadele ediyoruz. Bir an önce gerçekleşmesini istiyoruz. Yeni yılda yalnızca eşitliğe, adalete, özgürlüğe dair konuşmak istiyoruz. Umalım böyle olsun.  

Roboski’de olanları unutmadık, unutturmayacağız

2025 yılını kapatırken yalnızca iyilik dileklerinden bahsetmek istedim ama Türkiye'nin gerçeği buna izin vermiyor. Bakınız, Roboski Katliamının yıldönümü yaklaşıyor. Yüzleşmeyince, gerçekler açığa çıkarılmayınca, cezasızlık ortadan kaldırılmayınca ne yazık ki bunların tekrarları yaşanıyor. Bir daha olmasın diyoruz. Bir daha asla yaşanmasın diyoruz. 28 Aralık'ta Roboski'de olacağız DEM Parti olarak. Ne o günü ne o gün yaşananları unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız. Hakikat ortaya çıkana kadar da bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz. Ankara'nın karanlık dehlizlerinde kalmayacak denmişti. Kalmasın, artık yeter. Hiçbir adaletsizlik karanlıkta kalmasın, aydınlatılsın. Roboski için istediğimiz adaleti tüm diğer karanlıkta bırakılmak istenen dosyalar, davalar için de istiyoruz. Yeni yılın özgürlük dönemi barış yasasının çıktığı, barış hukukunun oluşturulduğu, konuştuğumuz bu barışın artık bir hukuk çerçevesiyle sarılıp sarmalandığı, farklı fikirlerin ayrıştırıcı değil birleştirici etkilerinin ve gücünün konuşulduğu ve Türkiye'nin bu anlamda gerçekçi bir modeli ortaya koymayı başarabildiği bir yıl olmasını temenni ediyoruz.

SORU: Sayın Fethi Yıldız, anadilinde eğitim olsun, anayasada değişiklik maddelerle değişiklikler olsun, kırmızı çizgiler olduğundan bahsetti. "Bir terörle mücadele yasası yapıyoruz" dedi. Çalışmaların amacının devlet yapısını değiştirmek değil, bir terörü bitirme mesajı olduğunun da altını çizdi. Bunu vurguladı. Peki, neyde ve nasıl ortaklaşılacak?

En başta da söyledim. MYK’mızda da tartışıldığı gibi biz kırmızı çizgilerle masaya gitmek yerine, olurlarla masaya gitmek gerektiğini düşünüyoruz. Bu konudaki tavrımız da son derece açık bizim. Hiçbir gizli saklı tarafı da yok. Raporumuz da bildiğiniz gibi komisyona iletildi. Farklı şekillerde tartışılmaya çalışıldı raporumuz. Ayrılıkçı bir rapormuş gibi konuşmaya çalışanlar bile oldu. Aksine biz bir arada yaşamın nasıl mümkün olabileceğine ilişkin sorulara en gerçekçi yanıt veren siyasi partiyiz. Nasıl olabilir? Eşitlikle olabilir, adaletle olabilir, özgürlükle olabilir. Bu konuda en tutarlı siyasi parti de DEM Parti. Bu konuda da bir tevazu göstermemize sanıyorum gerek yok. Mücadelemiz ortada.

Kırmızı çizgiler yerine barış hukukunu ortaya koyalım

Partimizin programı, tüzüğü, bugüne kadar bu uğurda ödediği bedeller, göze aldığı riskler ortada. Dolayısıyla tüm siyasi partilere az önce söylemek istediğim de buydu. Gelin, kırmızı çizgiler yerine barış hukukunu ortaya koyalım. Rasyonel bir biçimde ortaya koyalım. Şimdi silah bırakmış bir örgütten bahsediyoruz. Hatta silahlarını yakmış bir örgütten bahsediyoruz. Böyle bir siyasal irade ortaya koymuş, kendini feshetmiş bir örgütten bahsediyoruz. Orada da apaçık bir 27 Şubat çağrısı var. Biz bunu Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı olarak ifade ediyoruz. Bir stratejik karardan bahsediyoruz. Bunun bir stratejik karar olduğunu, bunun bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini Sayın Öcalan da defaatle ifade etti. Bu stratejik karara, bu stratejik dönüşüme, bu stratejik fesih kararına verilmesi gereken yanıt da stratejik olmalı. Verilmesi gereken yanıt demokratik bir dönüşümle olmalı. Verilmesi gereken yanıt bugüne kadar alışa geldiğimiz kalıplarla, kırmızı çizgilerle olmamalı. Ayrıştırıcı ve parçalayıcı bir şekilde değil, bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor.

Kırmızı çizgilerle değil, ortak bir dil yaratarak çözüm bulmak durumundayız

O gün Barış ve Demokratik Toplum Çağrısından sonra silahları yakarak imha eden grubun başında Bese Hozat vardı. Biz de oradaydık 11 Temmuz'da. Daha sonra verdiği söyleşilerde Türkiye'de demokratik siyaset yapmak istediklerini söylediler. Esas soru bu: Silah bırakanlar, bu konuda stratejik karar verenler, kendisini feshetmiş bir örgütün mensupları Türkiye'ye nasıl dönecek? Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından bahsediyoruz. Şimdi gerçek bu. Bu gerçeğe çare üretmek siyasetin işi. Kavga ederek değil konuşarak, diyalogla ve temasla. Kırmızı çizgilerle değil olurlarla, asgari müştereklerle ortak bir dil yaratarak. O dili yöntemde ve uygulamada göstererek. Parçalayarak, ayırarak ya da kategorize ederek değil; bir bütün olarak yaklaşarak bir çözüm bulmak durumundayız. Bu siyasetin işi. Hangi parti olursa olsun bu şekilde yaklaşmalı. O yüzden biz DEM Parti olarak, ortak rapor yazım sürecinde ilgili komisyonlar ve Meclis Genel Kurulunda farklı düşünen siyasi partilerin farklılıklarını ve özgürlüklerini koruyarak, ancak Türkiye'nin genelinin, 86 milyonun geleceği için ortak noktalarda buluşabileceklerini düşünüyoruz. Bu ortak noktalarda buluşmak için gerekirse kırmızı çizgiler de konuşulur elbette varsa. Ama önemli olan bu farklılıkları ortak bir noktada buluşturabilmek. Bunu başarabileceğimize inanıyoruz. Siyasi partilerin de böyle bir sorumlulukla yaklaşacaklarını düşünüyoruz.

25 Aralık 2025