
Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan, güncel gelişmeleri değerlendirmek üzere Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenledi. Doğan, şunları söyledi:
Demokratik ve barışçıl çözüm için tarihi bir zaman diliminden geçiyoruz
Değerli basın emekçileri, hoş geldiniz. Süreçle başlayacağız yine. Çünkü herkesin en çok merak ettiği konu esasında bu. Türkiye’de tartışılan pek çok konunun başlığı da bunun etrafında dönüyor. Biliyorsunuz Türkiye’de on yıllara dayalı toplumsal bir meselenin demokratik ve barışçıl çözümü için tarihi bir zaman diliminden geçiyoruz. Bir sürü nedenle bunu burada çokça analiz edip değerlendirdik. Ama belli ki yeniden bir toparlamaya ihtiyaç var. En başta manipülasyon ve spekülasyonun önünü almak için yeniden toparlamak istiyoruz. Bugüne kadar yapageldiğimiz bazı çağrıları yinelemek istiyoruz.
27 Şubat çağrısı yeni bir dönemi çok net bir biçimde tarif etti
Ekim 2024’teki tokalaşmadan bu yana insanların gözü kulağı hiç olmadığı kadar çok Meclis’te ve siyasi partilerde. Bir yanıyla çok kıymetli bir şey bu. Kıymetinin altını çokça çizdik burada. 27 Şubat çağrısıyla birlikte ne oldu? Belki de Türkiye tarihinin en çok takip edilen, izlenen, merak ve kaygıyla bakılan adresine dönüştü hem Meclis hem siyasi partiler. Bu merak, ilgi ve kimi zaman kaygı daha çok umutla birlikte ne zaman arttı? Komisyon kurulduğunda bu kez dikkatler daha çok Meclis’e yönelmeye başladı. Çünkü 27 Şubat çağrısı aslında çok önemli bir şeye kapı araladı, yeni bir dönemi çok net bir biçimde tarif etti. Silahların sustuğu, siyasetin konuştuğu yeni bir evrenin başlangıç umudu oldu. DEM Parti olarak, “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” olarak adlandırdığımız bu sürece ilişkin tüm gelişmeleri en mümkün ve hızlı şekliyle sizlerle paylaşmayı hep en başından beri bir sorumluluk olarak kabul ettik. Bu sorumluluğun bir gereği olarak da her an her yerde bu kaygıları ve eleştirileri giderebilecek imkanlar yaratmaya çalıştık. Anlamaya, anlatmaya çalıştık. Ve bunun yalnızca DEM Parti’nin meselesi olmadığını defaatle söyledik. Türkiye’nin meselesidir, Türkiye toplumunun ve siyasetinin meselesidir dedik. Derin bir meseledir dedik. Sosyolojik ve siyasal arka planı olan, tarihsel ağır bir yükü olan bir meseledir dedik. Gelin bu meselenin çözümünde birlikte pay sahibi olalım dedik. Bu meseleyi birlikte çözerek başarıya ulaşalım dedik.
Bu hassas ve kırılgan konuyla ilgili siyasi ikbal, çıkar ve koltuk hesabı yapmayın
Bu süre zarfında atılan adımlar Türkiye'nin demokratikleşmesi ve tabii ki kalıcı barışın sağlanması için çok önemli adımlar. Bunları çok kıymetli kazanımlar olarak, çok daha kalıcı kazanımlara dönüşebilecek fırsatlar olarak değerlendirdik ve değerlendiriyoruz. Her bir aşamayı da Kürt meselesinin demokratik çözümü, toplumsal barışın tesisi ve demokratik haklar için çok değerli bir imkan olarak değerlendirdik. Üzerine konuştuğumuz konu hassas, kırılgan insan hayatından bahsediyoruz. Köklü ve derin bir mesele derken tam da bundan bahsediyoruz. Yıllardır süren bir çatışmalı durumdan bahsediyoruz. Buna bir çare bulmaktan, kalıcı bir çözüm bulmaktan bahsediyoruz. Hep birlikte soluk almaktan söz ediyoruz. Partimizin bu konudaki tutumu, görüşü, söylemi, eylemi ortada. En başından beri birleştirici olmaya çalıştık. En başından beri ayrıştırıcı olanları uyarmaya çalıştık. Bu hassas ve kırılgan konuyla ilgili siyasi ikbal, çıkar, rant, koltuk hesabı yapmayın dedik. Burada hesaba katılması gereken tek bir şey var o da Türkiye'nin geleceği, Türkiye'de yaşayan halkların geleceği, Türkiye'de yaşayan farklı kimliklerin, inançların, görüşlerin geleceği dedik. Onların bir arada kardeşçe, eşit bir kardeşlik hukuku içinde yaşayabilmesi için yıllardır süren çabamızı hep birlikte bir sonuca vardırmak istiyoruz dedik. En aykırı düşünene, en uzak durana, yüz çevirene, görmek ve duymak istemeyene dahi bu süreçte seslenmeyi ve hatta en çok da onlara ulaşmayı hedefledik.
Türkiye’nin sorunlarını barış, demokratikleşme ve diyalog siyasetiyle çözebiliriz
Değerli Türkiye halkları; sizler de biliyorsunuz ki kürsülerde, meydanlarda, sokaklarda, mitinglerde, şenliklerde ve tüm kampanyalarımızda her defasında barışın toplumsallaşmasını sağlamaya çalıştık. Türkiye'nin en temel sorunlarını ancak kapsayıcı bir barış, demokratikleşme ve diyalog siyasetiyle çözebiliriz dedik. Amacımız bu topraklarda yaşayan herkesin birlikte soluklanabilmesidir. Hiçbir ayrım gözetmeden bunu yaşayabilmesidir. Biz burada oy, seçmen, anket kaygısı yaşamadık. Çünkü tüm bunların üzerinde bir mesele olarak yaklaşıyoruz Türkiye’nin demokrasi sorununa, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümüne. Şiddetin yerini siyasetin, çatışmanın yerini diyalogun, ötekileştirmenin ve ayrımcılığın yerini eşitliğin, kucaklaşmanın, bir araya gelişin aldığı bir dönem olsun istiyoruz bu dönem. Tüm ilgili kurullarımız, MYK’mız, milletvekili arkadaşlarımız, bizatihi Eş Genel Başkanlarımız yaptıkları konuşmalar ve açıklamalarda bunun altını çizdi ve bunun için çabaladı.
Bu süreç 86 milyonu ilgilendiriyor
Son bir yılda gerçekleştirdiğimiz kampanyalar, halk toplantıları, mitingler, ev ve sokak çalışmaları ve diplomatik faaliyetler de en çok bunun için. Tıpkı yıllardır olduğu gibi. Siyasi partilerle, demokratik kitle örgütleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, ilgili tüm kesimlerle, şahsiyetlerle, gazetecilerle, akademisyenlerle, hak savunucularıyla ortak bir uzlaşı ağı oluşturmaya çalıştık. Bunun için yürütüyoruz bu kampanyaları. “Barış İstiyoruz Çünkü…” kampanyamızı bir şemsiye gibi düşündük ve altında herkes yerine alsın istedik. Diyoruz ki bu süreç 86 milyonu ilgilendiriyor, bu bir slogan değil. Bu tesadüfen tekrar edilen bir söz, bir söylem de değil. Amacımız, varmak istediğimiz yer, hedefimiz bu DEM Parti olarak.
Geçmiş tecrübelerden ders çıkarması gereken yalnızca biz değiliz
Bunların yanı sıra ne yaptık? Toplumu kucaklayan ve birleştiren, ötekileştirmeyen bir dil kullanmaya özellikle hassasiyetle yaklaştık. Bu konuda çağrılar yaptık. Bu dönemin dilinin nasıl olması gerektiğini söyledik. Bu dönemin dilinin güvenlikçi bir paranteze konulamayacağının özellikle altını çizdik. Yine çiziyoruz, yine uyarıyoruz.
Türkiye'nin bu dönemde ihtiyaç duyduğu dil de yöntem de diyalogu, çözümü, barışı ve demokrasiyi içermeli. Meclis konuşmalarımızdan önergelerimize, yasa tekliflerinden yaptığımız diğer görüşmelere kadar her yerde bunlara özen göstermeye çalıştık. Geçmiş tecrübelerden ders çıkarması gereken yalnızca biz değiliz. Ancak en çok ders çıkarmaya çalışan siyasi parti olduk. Bunların tekrar yaşanmaması için sabırla, kolektif bir iradeyle bu süreci sonuca ulaştırmanın hepimizin ortak sorumluluğu olduğunu hep söyleyegeldik. Bu sürecin yalnızca siyasi partilerin omuzlayabileceği bir süreç olmadığını söyledik. İktidar blokunun insafına bırakılacak bir süreç olmadığını söyledik. Hep birlikte omuzlamamız gerektiğini söyledik. Dedik ki barış ancak mücadele edenlerin omuzunda yükselebilir. Biz bunun için mücadele ediyoruz. Çünkü eşitlik, kardeşlik, barış hepimizin hakkı. Türkiye toplumunun hakkı. Bu hak için mücadele edenlerin omuzlarında yükselir ancak barış ve demokrasi. Çağrımız ve davetimiz hep bunun için oldu.
Partimize yönelik saldırıların bir tesadüf olduğunu kimse söyleyemez
Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çok tarihsel önemi olan süreçler bir anda olup bitmez. Bunun farkındayız. Bu bir mücadele süreci aynı zamanda. Bunun için mücadele etmeliyiz. Ancak yapılması gerekenler de var. Sürecin doğası gereği yapılması şart olan bazı konular, atılması gereken bazı adımlar var. Bunları da açıklıkla paylaştık. Yani DEM Parti ne istiyor, talepleri nelerdir? Eş Genel Başkanımız iki gün önce yaptığı grup toplantısında bir daha bunları toparlayarak tek tek yanıt verdi. Ne oldu da böyle bir özet yapma ihtiyacı hissettik? Günlerdir DEM Parti'yi linç etmeye kalkışanlar var. Günlerdir asıl tartışmamız gereken konunun odağını değiştirmeye çalışanlar var. Günlerdir DEM Parti'nin bu süreçteki kurucu özne, kurucu siyasi aktör olma halinden rahatsızlık duyanlar var. Bu sebeple de bize dönük saldırılar var. Şimdi bunların bir tesadüf olduğunu kimse söyleyemez. Bunların bir tesadüf olduğuna bizi kimse inandıramaz. Bunun tesadüf olmadığını biliyoruz. Bunun örgütlü, organize bir aklın işi olduğunun farkındayız. Biz tecrübeli bir siyasi partiyiz. Böyle şeyleri çok gördük, geçirdik. Nice badireler atlattık.
Türkiye kamuoyunu, siyasi partileri ve hak savunucularını sorumluluğa davet ediyoruz
Herkes bilir ki bunlara pabuç bırakmayacak kadar deneyim sahibiyiz. Ancak Türkiye kamuoyunu, siyasi partileri, hak savunucularını yeniden sorumluluğa davet etmek istiyoruz. Bu yalnızca DEM Parti'nin sorumluluğu değil. Türkiye'nin demokrasi meselesi için biz en önde gelen partiyiz, siyasal geleneğiz. Ancak burada çoğalmalıyız, sesimiz daha gür çıkmalı. Irkçılığa karşı, nefrete karşı daha gür bir şekilde konuşmalıyız. Daha güçlü bir şekilde mücadele etmeliyiz. Gündemden düşmeyen iki sıcak örnek bile niye birlikte ve daha güçlü mücadele etmemiz gerektiğini bize yine hatırlatıyor. Unutanlara, unutturmak isteyenlere söyleyelim. Rojin Kabaiş cinayetinin izi daha büyük kalabalıklarla sürülseydi, daha güçlü bir dayanışma olsaydı, belki bu kadar geç kalınmazdı. Türkiye kamuoyu Rojin Kabaiş’e ne olduğunu hala bilmiyor. Bu konuda çeşitli, birbiriyle çelişen raporlar ortada. Eğer biz, hem kendisi iklim aktivisti olan hem de suyunu, toprağını, deresini, havasını korumak isteyen köylülerin sesini duyuran Hakan Tosun'un bir sokak ortasında darp edilerek katledilmesine karşı sesimizi birlikte güçlü bir biçimde yükseltirsek, bir daha kimse kolay kolay Hakan Tosunları hedef almaya ya da onları katletmeye cesaret edemeyecek. Biz bu iki davanın da takipçisi olacağız. Diğerleri gibi. Hiçbir zaman bunların takipçisi olmaktan vazgeçmeyeceğimizi en iyi sizler biliyorsunuz. Bugüne kadar sürdürdüğümüz mücadele bunun zaten açık bir biçimde gösteriyor.
Sürece kategorik karşıtlık yapanların beslendiği kökü biliyoruz
Şimdi sizler de biliyorsunuz süreç karşıtlığı üzerinden hesaplar yapanlar var. Süreci eleştirmek başka bir şey ki biz de eleştiriyoruz. Eleştirilerimizi de her zaman söylüyoruz. Tasarımı farklı olabilirdi, bugüne kadar yol alınabilirdi diyoruz. Komisyon dinlemelerle bu kadar çok vakit geçirmeyebilirdi diyoruz. Komisyon şu ana kadar Sayın Öcalan'la görüşmüş olabilirdi diyoruz. Daha cesur davranılabilirdi, daha cesur adımlar atılabilirdi diyoruz. Halen de bunları talep ediyoruz. Bunlar bizim de eleştirilerimiz, ortak kaygılarımız. Ancak süreci eleştiriyoruz diyerek kategorik karşıtlık yapanlar olduğunu da biliyoruz. Bu kategorik karşıtlığın beslendiği kökü de biliyoruz. DEM Parti bir sürecin içerisinde olduğu için Türkiye'deki antidemokratik uygulamalarla ilgili yeterince ses yükseltmiyormuş ya da mücadele etmiyormuş gibi davrananların da amacının ne olduğunu biliyoruz. Yani şimdi bunun için kalem oynatanların neden oynattığını bildiğimizi söylemeyelim mi? Söyleyeceğiz elbette, sizlerle paylaşacağız. Bu bizim sorumluluğumuz. Buna karşı birlikte mücadele edeceğiz. Irkçılığa karşı birlikte mücadele edeceğiz. Nefret suçuna karşı birlikte mücadele edeceğiz.
İYİ Parti Genel Başkanı kan, ölüm ve hamasetten besleniyor
Ölüm üzerinden iktidar, rant ve koltuk ele geçirmeye çalışan zihniyet kendini bu sefer nerede gösterdi? Meclis kürsüsünde gösterdi. Bir siyasi partinin gölgesi altında apaçık ortaya çıktı. Nefret, düşmanlık ve ırkçılıkla var olmaya çalışan İYİ Parti Genel Başkanının, partimizi, temsil ettiğimiz milyonları ve değerleri hedef alan diliyle göründü bir kez daha. Kan, ölüm ve hamasetten besleniyorlar ve korkuyorlar. Niye korkuyorlar? Çünkü tarihin çöp sepetine doğru yol almaya başladıklarının farkındalar. Kandan, ölümden, hamasetten beslenen hiçbir siyasi parti, tabela partisi olarak bile kalamadı. Dönüp lütfen Türkiye'nin yakın siyaset tarihine bakın. O yüzden bunu görenler, miadı dolanlar çırpınıyorlar ama bu son çırpınışları. Bu zatın sözleri sadece partimize değil; bu ülkede onurlu bir yaşam, eşitlik ve demokrasi talep eden herkese yönelmiştir. Böyle kabul edilmeli, böyle algılanmalı ve buna da böyle cevap verilmeli. Nasıl cevap verilmeli? Barış ve demokrasi mücadelesini yükselterek, yan yana gelerek, el ele tutuşarak, tüm provokatif unsurları görerek, bunların örgütlü işler olduğunu bilerek. Onların yakın tarihte hangi karanlıkların parçası olduğunu bilerek. O günün derin yapılarının bugün devlet içinde bazı güç odakları olduğunu, norm dışı bir yapılanma olduğunu hatırda tutmak gerekir. O yüzden bu bir tesadüf değil. Bunu gayet iyi biliyoruz.
Onların siyasetini savaş, bizimkini hayat ve umut besliyor
Eğer birilerine “elleri kanlı” demek istiyorlarsa dönüp yakın tarihlerine baksınlar. Derin cinayetlere, faili meçhul cinayetlere baksınlar. İnsanları mezarsız bırakan zihniyete baksınlar. Cumartesi Annelerine baksınlar. Barış Annelerine baksınlar. Ölümden başka bir siyaset önerileri varsa buyursunlar açıklasınlar. Kendilerini daha önce komisyona davet ettik. Varsa bir eleştiriniz, varsa bir öneriniz söyleyin, gelin yerinizi alın dedik. Varsa bir öneriniz Kürt meselesinin çözümüne ve Türkiye'nin demokratikleşmesine dair buyurun açıklayın dedik. Yapmadılar. Niye? Çünkü varlık nedenleri işte bu siyaset. Bu yüzden korku içindeler. Çünkü buradan rant devşirmeye çalışıyorlar. Çünkü yalnızca buradan besleniyorlar. Yani onların siyasetini savaş besliyor, bizimkini hayat ve umut. Biz o umudu büyütmeye devam edeceğiz.
En karanlık ve kanlı zamanlarda barışın sesi olmaktan vazgeçmedik
Bu ülkenin en karanlık, en kanlı zamanlarında dahi HEP’ten DEM’e uzanan mücadele geleneğimizde barışın sesi olmaktan, bunun için mücadele etmekten hiç vazgeçmedik. Her zaman her yerde savaşa karşı barışı, inkara karşı eşitliği, baskıya karşı demokrasiyi savunduk. Bu böyle devam edecek. Bugün de aynı inanç, kararlılık ve özgüvenle bu ülkeye kalıcı, eşit adil, onurlu bir barış gelsin, 86 milyon için gelsin diye mücadele ediyoruz. Bu ülkenin enerjisini böyle tüketmek isteyenlerle bizim kaybedecek zamanımız yok. Çünkü çok daha ciddi işlerle, insan hayatıyla ilgileniyoruz biz. Hayat kurtarmak istiyoruz biz. Hiç kimse ama hiç kimse toprağın altına girmesin diyoruz biz. Nice Türk ve Kürt genci ne yazık ki bu savaş dolayısıyla hayatından oldu. Biz bunu kalıcı bir biçimde sonlandırmak istiyoruz. Bu konudaki kararlılığımıza öyle bir takım organize işlerin sözcülüğünü yaparak kimse gölge düşüremez. Bunları yeniden hatırlatmak istedik.
Cevap vermesi gereken konularla ilgili Öcalan’ın kendisi doğrudan dinlenmeli
Komisyon da artık önümüzdeki günlerde dinlemeleri tamamlıyor. Bir raporun hazırlanmasını bekliyoruz. Her siyasi parti kendi raporu için çalışıyor. Biz de DEM Parti olarak kendi raporumuzla ilgili çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Tamamlandığında zaten buna ilişkin detayları sizlerle paylaşacağız. Dinleme faaliyetlerini bitiriyor olmasına rağmen komisyonun hala Sayın Öcalan ile görüşmemiş olması, bu komisyonun varmak istediği hedefle ilgili çelişkiyi ortaya koyuyor. Bu çelişkinin giderilmesi gerekiyor. Çeşitli açıklamalar, çağrılar geliyor ve soruların muhatabı oluyoruz. Aslında doğrudan Öcalan'ın cevap vermesi gereken şeyler bunlar. Doğrudan kendisinin dinlenmesi gerekir. Bunu bu kadar uzatmak; “yok komisyonun gündemine gelmedi” demek, “yok öyle, yok böyle” demek, olmazlar üzerinden gitmek bu sürecin ne doğasına ne ruhuna ne temposuna ne de ritmine uygun. Çağrımızı yineliyoruz. Komisyon bir şekilde Öcalan'ın görüşlerinin komisyona akmasının formülünü bulmak zorunda. Çünkü komisyon bununla sorumlu aynı zamanda. Çünkü komisyon çatışmanın sonlandırılmasını istiyor. Sayın Öcalan yalnızca kurucu önder değil, aynı zamanda barışın ve demokratik çözümün kurucu gücü. Niye kurucu gücü olduğunu direkt kendisine sorup dinlesinler lütfen. Kimsenin Türkiye’ye zaman kaybettirmemesi gerekir. Esas vatanperverlik, esas ülke sevgisi, esas yurtseverlik, esas vatan sevgisi budur. Irkçılık ve nefrete sığınmak değil ya da buralardan siyaset çıkarmaya çalışmak değil.
SORU: Dün komisyonda Feride Eralp’in bazı sözlerinden dolayı tartışma çıktı. Cinsel istimar vakalarını askerlere yöneltti. Numan Kurtulmuş bunun münferit olduğunu söyledi. Eralp ise münferit olmadığını belirtti. Siz DEM Parti olarak bu konuda süreci, özellikle de komisyonda yürütülen süreci kadınların yaşadığı cinsel şiddet üzerinden nasıl değerlendirirsiniz? Türkiye henüz buna açık değil mi?
Savaş insanları kutuplara ayırdı; bu artık bitsin
Komisyondaki tartışmaları takip edemeyenler açısından hatırlatmalar yapmak gereken bir konuya değindiniz. İşte cinsel şiddetten bahsediyorsunuz. Çatışmalı ortamlarda, savaşın yaşandığı ülkelerde bu suçlarla yüzleşme meselesi, bunları kabul etme meselesi, bunları araştırma meselesi ve hukuken gereken mekanizmaları oluşturma meselesi. İşte tüm bunlar çok önemli konular. Ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken konular. Komisyon üyeleri tabii ki dinlemelerin bundan sonra nasıl devam edeceğine dair bir tartışma yürütecektir. Ancak DEM Parti olarak bu konudaki yaklaşımımız çok açık. Geçmişle yüzleşmek derken bundan öyle haybeden seçilmiş bir kelime olarak bahsetmiyoruz. Yani pek çok şeyin anlamı boşaltıldı ne yazık ki Türkiye'de. Pek çok kelimenin, kavramın artık farklı çağrışımları var. Savaş kutuplara ayırdı insanları. Bu bitsin, birleştirici bir dil ve yöntem bulunsun dememizin nedeni bu. Geçmişle yüzleşilsin, hakikatler açığa çıkarılsın. Bu yüzden Kabaiş cinayetinin takipçisi olacağız diyoruz. Bu yüzden Hakan Tosun cinayetinin takipçisi olacağız. Bu yüzden 10 Ekim'i unutmayacağız. Bu yüzden maden facialarını unutmayacağız ve bu cinayetlerin takipçisi olacağız. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı. Elbette özellikle kadınların talebi olarak komisyona getirilen konular önemle tartışılması ve değerlendirilmesi gereken konular. Komisyon üyeleri de bunu takdir edecektir diye düşünüyorum.
SORU: İmralı Heyeti Üyesi Pervin Buldan'ın geçtiğimiz hafta bir açıklaması olmuştu. Sayın Öcalan'ın süreç kapsamında medya diline dair kimi eleştirileri olduğu yönünde bir beyanı oldu. Sonrasında bu ifadeler biraz bağlamından koparılarak bir sansür gayreti olarak yorumlandı. Siz Öcalan'ın sözlerine açıklık getirir misiniz?
“Öcalan'ın sözlerine açıklık getirir misiniz?” diye sordu sevgili gazeteci arkadaşımız. Şimdi biz Öcalan'ın sözlerine açıklık getiremeyiz, ancak şunu söyleyebiliriz. Meclis Başkanvekilimiz ve DEM Parti İmralı Heyeti Üyesi Pervin Buldan'a dönük saldırılar tesadüf değil. Bunu bir kere söyleyelim. Bunun bağlamından koparılması da bir tesadüf değil. Herkes yıllardır DEM Parti'nin, DEM Partili milletvekillerinin, özellikle de İmralı Heyeti Üyesi Pervin Buldan'ın ne için mücadele ettiğini biliyor. Neler yaşadığını da kişisel tarihini de biliyor. Ve bunlara şimdi neden maruz kaldığını da biliyoruz. O karanlık güçlerin, 90'ların karanlığının hala bir şekilde çırpınmaya çalıştığını da biliyoruz.
Hiç kimse bizim basın özgürlüğüne dair yaklaşımımızı sorgulama haddine sahip değil
Şimdi tüm bunlara rağmen sanki biz medyaya böyle sansür istemişiz ya da Öcalan medyaya baskı, sansür istemiş veya Pervin Buldan bunu böyle aktarmış gibi bir algı yaratmaya çalışmak işte o kutuplaştırıcı siyasetin işine yarıyor. O ayrıştıran, ötekileştiren, yakınlaştırmayıp uzaklaştıran siyasetin işine yarıyor. Bir kere bunu söyleyelim. Süreç karşıtlarının hemen üzerine atlayıp başka bir algı yaratmak istemeleri dahi bunu gösteriyor. Biz medyanın çeşitli şekillerde sansürüne, manipülasyonuna, ambargosuna ve dezenformasyonuna maruz kalmış ve buna karşı mücadele eden bir siyasi partiyiz. Üstelik can pahasına mücadele eden bir siyasi partiyiz bu uğurda. Hiç kimse bizim basın özgürlüğüne yaklaşımımızı, düşünce ve ifade özgürlüğüne yaklaşımımızı, Türkiye'nin demokratikleşmesine dair yaklaşımımızı sorgulama haddine de sahip değildir. Bu konuda herkes gerçekten haddini ve sınırlarını bilmek zorunda. Ne biz bu konuda rüştümüzü ispatlamak durumundayız ne de kimse bizi böyle bir konuyla ilgili teste tutabilir.
Yol şudur: İmralı’nın kapılarının açılması, Öcalan’ın doğrudan konuşması
Öcalan ile ilgili meseleye gelince biz onun adına konuşamayız. Biz Öcalan’ın görüşlerini kamuoyuna ancak elimizdeki bilgiler kadar aktarabiliriz. Yani İmralı Heyetimiz görüşmeler yapıyor ve bu görüşmeler çerçevesinde bazı bilgilendirmeler yapıyor. Bu bilgilendirmeleri zaten biz kamuoyuyla paylaşıyoruz. DEM Parti İmralı Heyeti yaptığı her görüşmeden sonra Sayın Öcalan'ın ne düşündüğünü, sürece dair ne söylediğini yazılı ya da gerektiğinde sözlü bir biçimde aktarıyor. Fakat burada bir yol var ve o da şu: İmralı’nın kapılarının açılması, Öcalan'ın doğrudan konuşması.
Barışın kurucu gücü olan bir ismin sansür istemesi mümkün olabilir mi?
27 yıllık tecride rağmen demokratik bir çözüm önermesi olan, özgürlük yasalarından bahseden, demokratik entegrasyondan söz eden, bunu bir program olarak Türkiye'ye teklif eden ve Ortadoğu'daki halklar için de bunun ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatan; yalnızca bir örgütün kurucu lideri değil, aynı zamanda barışın kurucu gücü olan bir ismin sansür ve ambargo istemesi mümkün olabilir mi? Size soruyorum. Olamaz. Bu bir çarpıtma. Ancak şu bizim de eleştirimiz. Barış gazeteciliği yapılabilir. Çatışmalı dönemlerden çatışmasızlık dönemine, savaştan barışa geçişte; eğer bir geçiş süreciyse, bir demokrasiye geçişse, o zaman medya sorumlu bir rol oynayabilir, oynamalı. Yalnızca gazetecilik yapmak, gazetecilik mesleğinin etik değerlerine bağlı kalmak, vicdanlı davranmak, toplumun faydasını düşünmek bile bunun için yeterli. Ama nefret ve zehir saçan bir dille “biz eleştiriyoruz” diyenler var. Hedef gösteren, hakaret eden bir dille “biz muhalifiz” diyenler var. Bunlar doğru değil. Bunu da kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.
SORU: AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin'in bir açıklaması vardı. Hem genel afla ilgili hem de umut hakkı ile ilgili. İkisini bir sormak istiyorum. Tırnak içi ifadelerle. Bir genel af düzenlemesinin olmayacağını düşünüyorum. Bu düzenlemelerin bir şartlı af olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin ihtiyaçlarına dair çalışmalarımız var
Umut hakkı ve bu çerçevede yine Öcalan'ın ne isteyip ne istemediğine dair DEM Parti İmralı Heyetinin yaptığı ziyarette bu konulara değinilmediğine dair Özlem Zengin'in yaptığı açıklamadan sordunuz. Bir de genel afla ilgili bir tahminini paylaştınız. Şimdi tahminler üzerine konuşmayalım derim. Dolayısıyla biz de tahminler üzerine konuşmak istemiyoruz. Bizim Türkiye'nin ihtiyaçlarına ilişkin çalışmalarımız var. Hukuk Komisyonumuz çalışıyor. Meclis Komisyonumuz çalışıyor. Komisyon Koordinasyonumuz çalışıyor. Merkez Yürütme Kurulumuz çalışıyor. Eş Genel Başkanımız ne istediğimizi de partinin taleplerinin neler olduğunu da Türkiye'nin ihtiyaçlarını da çok net bir biçimde grup toplantısında ifade etti. İzleyemeyenler için kısaca cevap vermek gerekirse; Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu, İnfaz Yasası başta olmak üzere temel yasalarda acilen düzenlemeler yapılması gerektiğini biz yıllardır söylüyoruz. Sürecin dışında bir şey olarak da yapılmalı. Süreçle bağlantılandırmadan yapılmalı. Çünkü bunlar Türkiye'nin acil ve temel ihtiyaçları. Dolayısıyla tahminler üzerinden konuşmayı tercih etmeyiz. Ancak umut hakkı meselesini Özlem Hanım’ın duymamış olması mümkün değil. Çünkü umut hakkı ile ilgili Sayın Bahçeli, Sayın Öcalan'a yaptığı ilk çağrıda “Gerekeni yapsın, sonra gelsin Meclis çatısı altında gerekirse umut hakkı uygulansın” dedi. Bakın üzerinden bir yıla aşkın bir zaman geçti. Öyle değil mi? Tokalaşmadan bu yana bir yılı aşkın zaman geçti ama “hala umut hakkı söylendi, söylenmedi. DEM Heyeti söyledi” deniyor. Biz böyle gizli kapılar ardında söylemiyoruz ki bunu, açıkça söylüyoruz. Özlem Hanım’ın duyması için buradan bir kez daha söyleyelim kendisine: Tabii ki umut hakkı tartışılmalı. Elbette gereken her şey layıkıyla tartışılmalı ve yapılmalı. Türkiye barışa layık bir ülke, Türkiye demokrasiye layık bir ülke. Türkiye eşit kardeşlik hukukunun yeniden tesis edildiğini gösterebilmeye layık bir ülke. Enerji ve potansiyelini buna göre hazırlamalı. Bu spekülasyonlarla yol alamayız.
Pirs: Du pirsên min hene. Yek, pêwendiya we bi MHP û bi Devlet Bahçeli re çi ye? Ji ber ku çend roj in di rojevê de tê gotin ku di Komîsyonê de piştî çalakiya Tevgera Jinên Azad di navbera MHP û Partiya DEMê de alozî û gengeşe çêbûne. Di Komîsyonê de di navbera endamên DEM Partî û MHPê de nîqaş çêdibin yan na? Pirsa min a din, derbarê rojeva Kurdistanê de ye. Hûn dizanin di medyayê de derbarê Birêz Ocalan de hinek gotin belav dibin. Niha jî tê gotin ku Birêz Ocalan ji Serokê Herêma Kurdistanê Nêçîrvan Barzanî re nameyek şandiye. Derbarê vê nameyê de çi agahî di destê we de heye?
Di Komîsyonê de di navbera endamên MHP û Partiya me de tu gengeşe û nîqaş çênebûne. Ev yek ne rast e. Lê belê danûstendin tiştekî baş e. Ne hewce ye her kes wekhev bifikire. Em dibêjin rê û rêbazên çareseriya demokratîk dê li ser danûstendinê û nirxandinên cuda derdikevin. Em du partiyên cuda ne. Helwestên me cuda ne, nêzîkatiyên me cuda ne, ciyê ku em lê disekinin cuda ye, ciyê ku ew lê disekinin cuda ye. Lê armanca ku em dixwazin bigihîjin ji bo pirsgirêka Kurd çareseriyeke demokratîk, wekhevî ji bo hemû kesên ku li Tirkiyeyê dijîn. Em dixwazin di serî de nasnameya Kurdan û nasnameya bîr û bawrriyên ku li vî welatî dijîn bê naskirin. Li ser vê dibe ku hin gengeşe û alozî jî derkevin. Lê nîqaşeke bi vî awayî ji Komîsyonê negihîştiye me. Ev yek spekulasyonek e.
Rêzdar Ocalan tifaqa di navbera Kurdan de glekî giring dibîne
Bersiva pirsa duyem jî em nikarin vê yekê erê bikin bibêjin belê rast e nameyek hatiye şandin. Agahiyeke welê zelal negihîştiye me. Lê em tiştekî dizanin ku tifaqa Kurdan ji bo proseya aştiyê û pêvajoya ku herêmê eleqedar dike, danûstendineke hebe ev tiştekî baş e. Em dizanin ku di pêvajoyên berî vêya jî hin name hatibûn şandin. Ji xeynî vê Lijneya Îmraliyê jî çûbû serlêdan kiribûn li Herêma Kurdistanê. Yanî dibe ku nameyek hatibe şandin jî lê zanyariyeke wisa di destê me de nîne. Lê em vê bibêjin, Rêzdar Ocalan tifaqa di navbera Kurdan de glekî giring dibîne. Ji bo herêmê jî giring dibîne, ji bo çareseriya demokratîk a Tirkiyeyê jî. Çiqas danûstendin hebe ewqas baş e. Ez dixwazim careke din bi bîr bînim, me bangewaziyek kiribû. Me got Rêzdar Ocalan dixwaze hin hevdîtinan bike. Di nav van hevdîtinan de hin nav hebû. Min bi we re parve kiribû. Yek ji wan Rêzdar Nêçîrvan Barzanî bû, yek ji wan Rêzdar Mesûd Barzanî bû, yek ji wan Rêzdar Mazlûm Abdî bû. Dixwest bi van navan re hevdîtinan bike lê hîna ev yek pêk nehatiye. Em careke din dubare bikin, bibêjin bila rêya Îmraliyê vebe, em bikaribin dengê wî, pêşniyazên wî bibihîzin. Gelek spas.
16 Ekim 2025