Ayşegül Doğan: Suriye’ye yönelik dostluk ve çözüm seçeneği olmalı, operasyon seçeneği olmamalı

Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan, güncel gelişmeler ve MYK’mızda alınan kararlara ilişkin Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenledi. Doğan, şunları söyledi: 

Kayyımlarla tezahür eden antidemokratik uygulamalar il kongrelerine kadar ulaştı 

Değerli basın emekçileri, yine bir MYK sonrası karşınızdayım. Dün saatler sürdü toplantımız. Malum Türkiye’nin gündeminde olan tüm başlıklar bizim de MYK masamızdaydı. En sıcağıyla başlamak istiyorum. CHP’ye dönük artan baskılar epey zamandır en çok konuştuğumuz konuların başında geliyor. Ne yazık ki muhalefet gün geçmiyor ki yeni bir durumla karşı karşıya kalmasın. Türkiye’de yıllardır siyasi operasyonları en çok konuşuyoruz. DEM Parti olarak ilkesel tutumumuzu ve tavrımızı bir daha hatırlatalım: Hukuk dışı bir durumla karşı karşıyayız. Halk iradesine darbe yapılarak belediyelere atanan kayyımlarla tezahür eden antidemokratik uygulamalar artık il kongrelerine kadar ulaşmış durumda. Kayyımcı zihniyet kötücül bir zihniyettir, bunu hep söyledik. Kayyım yıkımdır, kötülüktür dedik. Bir il kongresinin iptali istemiyle hukuk mahkemelerine dava açılamaz. Bu tartışma götürür bir konu değil, son derece net bir konu. Bu açıdan baktığımızda da bu karar hukuk dışı ve meşru değil. Açılması halinde de hukuk mahkemelerinin, eğer hukuk devleti iddianız varsa, bu davaları görevsizlik sebebiyle reddetmesi gerekiyor. Ancak biz burada böyle bir durumla karşı karşıya değiliz. Çünkü yapılmak istenen aslında muhalefete siyaset sahnesinde yeni bir dizayn. Bunu açıkça görüyoruz. Pek çok adımı da şu ana kadar atıldı zaten. 

CHP’ye yönelik antidemokratik uygulamalar meselesi demokratik siyasete sahip çıkma meselesidir

Bir siyasi partinin il kongresinde usulsüzlük yapıldığına dair iddialarınız varsa, bunu kesin bir biçimde izleme ve karara bağlama yetkisi yalnızca Yüksek Seçim Kurulundadır. Bu da tartışılmaz. Mevzu bu denli açık, bu denli sarih. Ancak buna rağmen İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi CHP’nin İstanbul 38. Olağan İl kongresini iptal edebiliyor. Bununla da yetinmiyor; il başkanını ve il yönetimini görevden alıyor, yerlerine geçici bir kurul atıyor. Yani mahkeme görevli ve yetkili olmadığı bir konuda karar veriyor. Sonra da Türkiye kamuoyuna bu kararın hukuki bir karar olduğunu, demokratik bir karar olduğunu, meşru bir karar olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Buna inandırmaya çalışıyorlar. Bu nedenle diyoruz ki hangi siyasi partiye yönelik olursa olsun biz bu antidemokratik uygulamaların karşısındayız. Çünkü mesele, CHP meselesi değil Türkiye'nin demokrasi meselesidir. Olayı böyle ele alıyoruz. Bu sebeple de bunun karşısında duruyoruz, buna karşı mücadele ediyoruz. Bu böyle CHP'yi savunmak ya da savunmamak gibi bir yere sıkıştırılamaz. Böyle ele alınamaz. Bu mesele hukuk güvenliği meselesidir, seçim sistemine sahip çıkma meselesidir; bu mesele demokratik siyasete sahip çıkma meselesidir. 

Kumpas kurma stratejisinden ve aklından vazgeçmek gerekiyor

Yıllardır yaratılmaya çalışılan yapay korkularla, toplumda sanki bir güvenlik tehdidi varmış gibi bir algı yaratmaya çalışarak, siyasi rekabeti göze alamadığınız için kumpas kurma stratejisiyle yol alınamadığını bugüne kadar gördük. O yüzden bu kumpas kurma stratejisinden ve aklından vazgeçmek gerekiyor. Hele hele böyle bir ortamda. Yani bir yandan Barış ve Demokratik Toplum Sürecini konuşuyoruz. Bir yandan Meclis’teki komisyona gözlerimiz çevrili vaziyette. Oraya dikkat kesilmiş vaziyetteyiz. Niye? Türkiye'nin bu antidemokratik uygulamalardan vazgeçip demokratikleşme yolunda yeni bazı adımlar atması için, yeni bir zemin oluşturması için. Toplumsallaşmadan bahsediyoruz, şeffaflıktan bahsediyoruz, kamuoyunun desteğinden bahsediyoruz. Kamuoyunun taleplerinin komisyona akması için çeşitli dinlemeler, görüşmeler yapıyoruz. Ama bir yandan da insanlara tekrar şu soruları sordurtuyorsunuz: “Ne oluyor?” Eğer siz bir siyasi partinin il kongresine kayyım atayabilecek kadar antidemokratik uygulama skalanızı genişletmişseniz, demokratikleşme yolundaki adımların tartışılması anlamsız mı? Bunu soruyor insanlar. Bu soruları niye sordurtuyorsunuz? Buralardan kimler nasıl bir fayda sağlanabileceğini düşünüyor? 

Komisyondan beklenen daralmış olan bu siyaset alanına bir yol açmasıdır

Türkiye'de yıllardır yargı, ne yazık ki siyaset için bir şekilde araç haline getirilmiş vaziyette, yalnızca siyasi birtakım çıkarları korur vaziyette. Tam da bunu değiştirmeye çalışıyoruz. Yargı işini yapsın, yapması gerekeni yapsın. Yargı, hukukun teminatı olsun, hukuku savunsun. Adaletin ve hukuk sisteminin güvenliği için iş başında olmalı yargıçlar. Demokratik siyaset alanının genişlemesini beklediğimiz bu dönemde kayyımın demokrasiye bir kayyım olduğunu, bir parti meselesi olmadığını, demokrasi meselesi olduğunu yinelemek isterim. Bu mesele tabii ki komisyondan bağımsız değerlendirilemez. Çünkü komisyondan beklenen daralmış olan bu siyaset alanına bir yol açmasıdır. O kadar daraldı ki artık siyaset alanı, toplumdaki güvensizlik o kadar çok yükseldi ki; bunu tersine çevirebilecek tek şey daha fazla demokratikleşmedir, özgürlük alanını açmaktır, hukuku sağlamaktır. Yani yerle bir olan, kırıntısı kalmamış, yıllardır Türkiye'nin ayaklarına vurulmuş bir pranga her açıdan. Yani sosyal açıdan baktığınızda öyle, siyasal açıdan öyle, ekonomik açıdan öyle. 

Milli geliri, sorunları diyalogla çözme yolunu önemsemediğimiz için heba etmeyelim

Tüm bunların maliyetlerini burada defalarca konuştuk. Bugün komisyona gelip dinlenenler de anlatıyor. Bu hafta sendikalar gelecek, meslek odaları gelecek, iş insanları gelecek. Mutlaka yıllardır süren bu antidemokratik uygulamaların Türkiye'ye ekonomik açıdan maliyetinden de bahsedecekler. Yani demokrasi yalnızca toplumu bir alanda ilgilendirmiyor, her alanda ilgilendiriyor. Bu ülkede bir savaş ekonomisi gerçeği var diyoruz. Bu realiteden bağımsız konuşamayız diyoruz. Bu bir hamaset değil, bir slogan değil. Bu, hanelere doğrudan sirayet eden durumun cümlelere dökülmüş biçimi. Ama böyle yaşıyoruz. Ne yazık ki bu anlamda da güvencesiz yaşıyoruz. Sadece Kürt sorununun çözümsüzlüğünün ülke ekonomisine maliyeti trilyon dolarlar olmuş vaziyette. Yakın zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan, “2 trilyon dolar” dedi. Savaş ekonomisi dediğimiz, savaş maliyeti dediğimiz şeyi 2 trilyon dolar olarak söylüyor. Ancak bazı çalışmalar, bu maliyetin 4 trilyon dolar civarında olduğunu ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylediği rakamı tek veri olarak kabul edelim. Bu ülkenin milli gelirinin 1,3 trilyon olduğu gerçekliğinden hareket ettiğimizde, neredeyse 1,5 katı bir büyüklüğün savaşta yok edildiğini görüyoruz. Yazık. Ülke emekçilerinin gece gündüz emek harcayarak ürettiği artı değerin 1,5 katını sadece sorunları çözemediğimiz, konuşamadığımız, diyalog yolunu önemsemediğimiz için artık heba etmeyelim. Kaldı ki bu sadece savaşın ölçülebilir ekonomik maliyeti.

Komisyonun çalışmalarının hedefine ulaşabilmesi için bazı gereklilikler var

Şimdi komisyon hangi konularla en çok tartışılıyor son günlerde? İşte dinlemelerle tartışılıyor bir yandan. Öte yandan odaklanması gereken çalışmalar üzerinden değerlendiriliyor. Evet, odak noktası bizim için son derece net, son derece açık. Biz Türkiye’nin demokrasi sorunlarının çözülebileceği yolun açılacağı bir komisyondan bahsediyoruz. İlgili tüm kesimler de komisyona böyle bir sorumluluk ve ciddiyetle yaklaşmalı diyoruz en başından beri. Hatta DEM Parti olarak kurulan komisyonu ne kadar çok önemsediğimizi defalarca altını çizerek anlatmak durumunda kaldık. Hem Kürt sorununun barışçıl çözümündeki önemine hem de demokratikleşmenin yolunda çok değerli çalışmalar yapabileceğine inandığımızı söyledik. Kuşkusuz komisyonun çalışmalarının hedefine ulaşabilmesi için bazı gereklilikler de var. Yani o gereklilikler nasıl bugün farklı toplumsal kesimler tarafından, hak savunucuları tarafından, hukuk örgütleri tarafından dile getiriliyorsa; nasıl bugün bu paradoksal durumdan çıkmamız gerektiği ifade ediliyorsa. Nedir işte o paradoksal durum? Az önce CHP ile ilgili anlattıklarım ve bir yandan da bölgede süren kayyım gerçekliği. Yani belediyelerde de kayyım gerçekliği. Yalnızca siyasi partilerde yok. Şimdi bunlarla ilgili beklentiler işte o gerekliliklerden bazıları. Böylesi tarihi öneme sahip bir komisyonun, sorunun çözümüne dair esas muhatapla görüşüp görüşmemesi, önerilerini alıp almaması, bunun için nasıl bir formülasyon bulup bulamayacağı da bir yandan tartışılıyor. 

Yeni, eski alışkanlıklarla inşa edilemez; ezberlerin dışına çıkmak gerekiyor

Türkiye'de belki dünya çatışma çözümü örneklerine tıpa tıp benzeyen bir örnekle karşı karşıya değiliz, ancak şunu da söyleyemeyiz. Türkiye kendi modelini yaratmaya çalışıyor. Fakat emsalsiz bir örnek, hiçbir benzeri yok diyemeyiz dünyaya baktığımızda. Benzer noktaları olduğunu gördüğümüz çatışma çözümleri de var. Şimdi esas muhatapla görüşmeyeceksiniz; fikirlerini, görüşlerini, önerilerini almayacaksınız. Söze alan açmaya çalışan, bir arada yaşamın teminatlarını oluşturmaya çalışan, liderlik gücü tartışmasız olan Öcalan'la görüşmeyeceksiniz ya da “görüşülmeli mi, görüşülmemeli mi?” diyeceksiniz. Bu ülke açısından ne getirir ne götürür gibi bir tartışmaya boğacaksınız komisyonu. İşte o zaman odak noktanızdan uzaklaşmış olursunuz. Fokuslanmanız gereken yere dönüp bakmamış olursunuz. Bunu yapmamak gerekiyor. Dün bunu Merkez Yürütme Kurulumuzda bir daha değerlendirdik. Bugüne kadar komisyonun dinlemelerini, komisyon açısından gelinen aşamaları, komisyonun bundan sonra muhtemel yapabileceği konuları ve başlıkları konuştuk elbette. Bir kez daha şunun altını çizmenin önemli olduğunu düşünüyoruz. İçinden geçtiğimiz süreçte komisyonu oluşturan zemine ne yazık ki eski kodlarla yaklaşılıyor sevgili arkadaşlar, değerli Türkiye halkları. Geleneksel alışkanlıklara yaklaşılıyor. Yeni, eski alışkanlıklarla inşa edilemez. Ezberlerin dışına çıkmak gerekiyor. Ezberlerin dışına nasıl çıkabilirsiniz? Yeni bir şey yaparak çıkabilirsiniz, bir dönüm noktası yaratarak çıkabilirsiniz. Tarihte önemli bir iz oluşturabilecek bir girişimde bulunarak çıkabilirsiniz. Oysa hala tercih edilen ne? Tabular. Tabu yaratma ya da var olan eski kodlar üzerinden tabuları koruma, bu iki anlayıştan vazgeçmek gerekiyor. Ne yeni tabuya ihtiyacımız var Türkiye'de ne de var olanları korumaya ihtiyacımız var. Aksine, onlar kaybettirdi bugüne kadar ülkeye. Burada işte esas paradoksal durum ortaya çıkıyor bir yanıyla da. Büyük acılarla, binlerce canla varıldı bu noktaya. Artık yetmez mi? İçinden geçtiğimiz sürecin değerini bilmek ve bunu kalıcı hale getirmek için kim, neyi, neden bekliyor? Niye bu komisyonun hala bir yol haritası yok? Niye bu komisyonun yol haritasına ilişkin kamuoyu yeteri kadar bilgiye sahip değil?

Komisyon gecikmeden Sayın Öcalan ile görüşmenin formülünü bulmak zorunda

Gidilsin mi, gidilmesin mi meselesine tekrar dönersek. DEM Parti İmralı heyeti de aktardı, bizzat Sayın Öcalan diyor ki: "Komisyona anlatacağım, aktaracağım önemli şeyler var." Ve bunu aracılar vasıtasıyla yapmak istemediğini söylüyor. Doğrudan bunu komisyona aktarmak istiyor. Biz buradan tekrardan DEM Parti olarak sesleniyoruz. Özellikle karar vericilere ve bugün komisyona başkanlık yapan Meclis Başkanı Sayın Kurtulmuş'a sesleniyoruz: Daha fazla geciktirmeden komisyon bir şekilde Sayın Öcalan ile görüşmenin formülünü bulmak zorunda. Bu bir gereklilik ve olması gerekendir. Yani doğal akışında ilerlesin istiyorsanız siz çözüm arayışı, barış arayışı; bu konuda onlarca yıldır çalışması olan, bu zemini oluşturmaya çalışan, bunu siyasi bir zemine taşıyarak hukuki bir zeminde çözmek için tutarlı bir şekilde mücadele eden bir lidere yol açmanız gerekiyor. Şimdi hal böyle. Sayın Öcalan bir ada mesafesinde ama burada tartışmalar farklı şekilde sürüyor. Bunu doğru bulmuyoruz ve mutlaka Sayın Öcalan'la görüşmeler yapılması gerektiğini yineliyoruz. 

Barış ve Demokratik Toplum Grubu demokratik siyaset alanına nasıl dahil olacak Sayın Bahçeli?

“Niye Sayın Öcalan'la görüşülmeli?” sorusunu, geride bıraktığımız yıllara ve acı tecrübelere baktığımızda yalnızca abesle iştigal değil eşyanın tabiatına, çatışma çözümlerinin akışına da aykırı buluyoruz. Şunu da hatırlatmam gerekir. Sayın Bahçeli'nin, “Gelsin Meclis’te konuşsun, umut hakkı tanınsın” dediği zamandan bu zamana neredeyse bir yıl geçmek üzere. Açıkçası o sözler hepimizi heyecanlandırdı. Çözüm için heyecanlandırdı. Kalıcı barış için heyecanlandırdı. Demokratikleşme için heyecanlandırdı. Bir arada yaşam umudu için heyecanlandırdı. Bu heyecan kursağımızda kalmamalı. Bu sözün ötesine geçen ne oldu? Sayın Öcalan'la ilgili ne oldu bu sözün ötesine geçen? Oysa kendisi bir çağrı yaptı 27 Şubat'ta. Çok önemli bir gelişmenin zeminini oluşturdu bu çağrıyla. Sonra 9 Temmuz'da ikinci video mesajıyla da 11 Temmuz'da Süleymaniye'de silahların yakılarak imha edildiğini gördük. Yine Sayın Bahçeli yakın zamanda, “O gün orada silahlarını yakıp imha edenlerin dönebilmelerini isterdim” dedi. Nasıl dönecekler? Bu soruyu tekrar soruyoruz. Nasıl dönecekler? Barış ve Demokratik Toplum Grubu hayata, siyasete, demokratik siyaset alanına nasıl dahil olacak Sayın Bahçeli, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Kurtulmuş? İktidarından muhalefetine herkes bu sorunun yanıtına ilişkin sorumluluk hissetmeli ve buna ilişkin de çalışmalar yapmalı. Bir yıl geçti, geldiğimiz aşamada konuştuğumuz konu bu olmamalıydı.

Barış için olan bu güçlü toplumsal iradenin kıymeti bilinmeli 

Tüm bunlar olurken bir de 1 Eylül'ü geride bıraktık. Türkiye'de 1 Eylül Dünya Barış Günü özellikle son yıllara baktığımızda en güçlü katılımın, en coşkulu katılımın sağlandığı yıllardan biriydi doğrusu. 1 Eylül günü on binlerce insan alanlardaydı. Urfa'dan İstanbul'a, Mardin'den Diyarbakır'a, İzmir'den Mersin'e, Van'dan Şırnak'a ve Dersim'e kadar pek çok yerde insanlar alanlardaydı. Bu bir tesadüf değil. Niye bu kadar çok insan 1 Eylül’de bütün bu karamsarlığa rağmen, güvensizlik telkin eden bütün bu gelişmelere rağmen alanlardaydı? Çünkü savaşa hayır diyorlar, katliama hayır diyorlar, yok sayılmaya hayır diyorlar, inkara hayır diyorlar. İşte bu yüzden alanlarda barışın nasıl hayati bir ihtiyaç olduğunu hep bir ağızdan "Barış hemen, şimdi!" diye haykırarak gösterdiler. Bu sese kulak vermek gerekiyor. Bu sesi duymak gerekiyor. Savaş her veçhesi deneyimlendi Türkiye'de. Barış için bu kadar güçlü bir toplumsal iradenin olmasının kıymetinin bilinmesi gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki çatışmasızlık hali çok değerli, çok kıymetli. Bunu çok iyi biliyoruz. Ama savaş yalnızca silahların sustuğu zamanlarda ortaya çıkan bir şey üzerinden değerlendirilemez. Silahların susma halinin kalıcı bir şekilde korunması gerekiyor. İşte o zaman tek bir barış halinden bahsedebiliriz. Şu anda hala barış için emekliyor Türkiye. Emeklemesin. Artık bu aşamayı geride bırakmış olmalı. Daha olgun adımlarla bugün konuşuyor olmalıyız. Hukuka duyulan güvenle olabilir ve bu ancak hukukla gerçekleştirilebilir. Bu nedenle, 1 Eylül'de hissedilen coşku ve barış için harekete geçmeye hazır on binlerin olduğu göstergesini de ayrıca önemsiyoruz. 

SDG ile ilgili açıklamalarla Kürtlerin kazanımları tehdit olarak algılatılmaya çalışılıyor 

Pek çok başka konu da gündemimizdeydi. Bir yandan da Ortadoğu'daki gelişmelerle bağlantılı bir şekilde değerlendiriyoruz Barış ve Demokratik Toplum Sürecini. Bu konudaki mesajımızı da yinelemek istiyorum. Sık sık YPG, PYD ve SDG ile ilgili açıklamalar görüyoruz. Buna dair mesajlar görüyoruz. Buna dair tartışmalar görüyoruz. Kürtlerin kazanımlarının bir tehdit olarak algılatılmaya çalışıldığını görüyoruz. Artık bundan da vazgeçilmesi gerektiğini söylüyoruz. Bunu da yineleyelim. Bu dil gerginlik üretiyor. Bu dil tedirginlik yaratıyor. Bu dil güvensizliği pekiştiriyor, güveni değil. Bu dil dostluğun dili değil. Bu dil çözüm arayışının dili değil. Bu dil yeni bir kardeşliğin tarifleneceği dönemin dili değil. Bu dil artık unutulması gereken bir dil. Bu dilden vazgeçilmeli. Kürtler nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar Türkiye için bir tehdit değil, ancak ve ancak Türkiye'nin birliği için bir fırsat olarak görülmeli. Varlıkları ve kazanımları her nerede olursa olsun. Hele hele sınır bölgesinde komşunuz Kürtlerle başka türlü dostluklar geliştirmelisiniz. Türkiye'nin Suriye'de Kürtlerle iyi ilişkiler kurması, onların haklarını güvenceye alacak adımlar atması kendi güvenliğini de daha sağlam hale getirir. Kendi güvenliği içinde bir fırsata dönüşür. Bunu da tekrar altını çizerek ifade etmek isterim. Yani Türkiye'yi yönetenler, Kuzey ve Doğu Suriye Yönetimiyle görüşmeliler. Türkiye'yi yönetenler Salih Müslim'in “Çözüm için gerekirse Türkiye'ye koşa koşa giderim” mesajını doğru değerlendirmeli ve okumalılar. Örneğin Sayın Hakan Fidan bu tür açıklamalar yapacağına niye Sayın İlham Ahmed ile görüşmez? Beklentimiz bu yönlü. Ya da AKP Sözcüsü Sayın Ömer Çelik adem-i merkeziyetçiliği bambaşka bir şekilde anlatıyor. Adem-i merkeziyetçilik katı merkeziyetçiliğe elbette tercih edilecek bir yöntemdir ve tarif ettiği gibi bir şey olmadığını sanıyoruz o da biliyor. Buna rağmen adem-i merkeziyetçilik önerisini bir bağımsızlık talebi gibi yorumlamak ya da böyle değerlendirmek olsa olsa kamuoyunu yanıltmak olur. Yıllardır bu konuda yanıltıcı sözler söylendi, Türkiye halklarında adeta korkular üretmek için manipülasyonlar yapıldı. Olmayan şeyler varmış gibi gösterildi. Bundan vazgeçmek gerekiyor.

Yine Sayın Öcalan'la ilgili durum değerlendirildiğinde de böyle yaklaşıldı. Oysa sözüne alan açılır, sözü doğrudan duyulur görülür hale gelirse yıllardır söylenen bu yalanların gerçek olmadığını kamuoyu doğrudan görür. Bizim hakikati ortaya koyduğumuz için yıllardır nasıl soluksuz bir mücadele içinde olduğumuzu, bölen ve parçalayan değil birleştiren ve güçlendiren bir çaba içerisinde olduğumuz görülür. 

Önümüzdeki hafta eş genel başkanlarımızdan oluşan bir heyet Sayın Öcalan'ı ziyaret edecek

İmralı'ya ziyaretlerle ilgili daha önce de bir açıklama yapmıştık. Burada hatırlayacaksınız. DEM Parti İmralı Heyetinin İmralı'da Sayın Öcalan’ı ziyaret için hazırlıklar yaptığını, doğrudan kendisiyle görüşmeler yapmak istediğini ifade etmiştik. Önümüzdeki hafta eş genel başkanlarımızdan oluşan bir heyet, MYK üyelerinden eş genel başkanlarımız başkanlığında oluşacak bir heyet İmralı’da Sayın Öcalan'ı ziyaret edecek. Bir yandan da bunun planlamasını yapmaktayız. Bunu da sizlerle paylaşmak istedim sevgili arkadaşlar, değerli Türkiye halkları. Mutlaka kazanacağız, elbette başaracağız. Çok badireler atlattık ama ortak mücadele geleneğimizle sonuçta bugünlere vardık ve daha da ötesine varacağımıza inanıyoruz. Bu konudaki mücadele azmimiz ve kararlılığımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Bilerek yaratılmaya çalışılan algılara aldanmayın, inanmayın, kanmayın. İlkesel tutumumuz dün olduğu gibi bugün de son derece açık. Demokrasiden, eşitlikten, özgürlükten yanayız ve bunu ayrımsız bir şekilde yapıyoruz.


SORU: Siz de bahsettiniz aslında Bahçeli'nin açıklamalarından. Bir de Bahçeli'nin başka bir açıklaması daha olmuştu. “Öcalan, örgüt, bütün Suriye ve Avrupa yapılanmasına da çağrı yapmalı silah bırakma konusunda” demişti. Bir yandan da Suriye'ye yönelik Şam ve Ankara merkezli operasyon yapılabileceğinin sinyalini vermişti. SDG'nin bu çağrıya uymaması ve Suriye'deki yönetime eklenilmemesi durumunda bu tarz bir açıklama soruldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan yalnızca PKK lideri değil, milyonlarca insanın lider olarak kabul ettiği bir isim

Operasyon ihtimallerini konuşmak dahi istemiyoruz. Bu seçenek dillendirilmemeli dahi. Hiçbir masada bu seçenek yer almamalı. Masa kuruluysa o masada olması gereken seçenek dostluk seçeneği olmalı, çözüm seçeneği olmalı. Operasyon seçeneği olmamalı. Öncelikle bunu söyleyelim. İkincisi, Sayın Bahçeli Sayın Öcalan'a dönük bir çağrıda bulunması gerektiğini ifade ediyor dediniz. Şimdi açılsın Sayın Öcalan'ın yolu ve koşulları, duyalım Sayın Öcalan'ı. Kime ne söylüyor duyalım. Daha önce yine bu kürsüde ifade ettik. Sayın Öcalan'ın Sayın Mazlum Abdi'yle, Sayın Mesut Barzani'yle, yine farklı siyasi liderlerle, kanaat önderleriyle, hak savunucularıyla, gazetecilerle, akademisyenlerle görüşmek istediğini ve onların da görüşme taleplerini ifade ettik. 

Bakın dün Fransız 24'e Sayın Mesut Barzani bir söyleşi vermiş. "Evet, ben de Sayın Öcalan’ı ziyaret etmek isterim. Ancak hapishane koşullarında değil” diyor. Şimdi biz burada ifade ettiğimizde hamaset yaptığımızı sananlar buyursunlar baksınlar. Bize bu talepler ulaşıyor. İnsanlar Sayın Öcalan ile doğrudan temas kurmak istiyorlar. Bu son derece olağan bir şey. Bunu olağanlaştırmak yerine bu sanki olağan dışı bir şeymiş, bir tabuymuş gibi davranmak doğru değil. O yüzden açılsın yolu. Duyalım, Sayın Bahçeli'nin çağrısına Sayın Öcalan nasıl yanıt veriyor? Ne diyor? Suriye ile ilgili değerlendirmeleri nedir? Çünkü yine burada izleyemeyenler, takip edemeyenler için bir hatırlatma yapmak isterim. DEM Parti İmralı Heyeti Üyesi Pervin Buldan yakın zamanda verdiği bir söyleşide, Suriye meselesini DEM Parti İmralı Heyeti ile değerlendirmediğini ifade etti. Ama kamuoyunun bu yönlü merakı var. En başından beri en çok soru aldığımız konu bu. Bu konuya dair Sayın Öcalan'ın ne düşündüğünü, nasıl değerlendirmeler yaptığını, Ortadoğu projeksiyonunda demokratik entegrasyon, bir arada yaşam, halkların kendi özgünlüklerini koruyarak özgür bir şekilde eşit bir kardeşlik hukukuyla yaşamasına dair nasıl bir proje önerdiğini duyalım kendisinden doğrudan. Öcalan yalnızca PKK'nin lideri değil, milyonlarca insanın lider olarak kabul ettiği bir isim. Yalnızca silahsızlanmayla ilgili Öcalan'a bir söz alanı açmak bu gerçeği, bu hakikati tanımamak, görmemektir. Bunda da ısrarlı bir tutum sergilemektir. Bundan hakikaten vazgeçmek çok faydalı olur. 

9 Eylül 2025