Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, Meclis Grup Toplantımızda güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan, şunları söyledi:
Berivan ve aramızda olmayan arkadaşlarımıza layık olacağız
Dün öndeki dönem Cizre Belediye Eşbaşkanımız Berivan Kutlu’yu kaybettik. Çok değerli bir arkadaşımızdı. Belki tanırsınız ama tanımayanlar için, Berivan bu partide büyüyen bir arkadaşımızdı. 15 yaşından beri neredeyse partimizin bütün kademelerinde yer almıştı. Belediye eşbaşkanlığımızı, ilçe eşbaşkanlığımızı yaptı, İl Belediye Eşbaşkan adayımız oldu. Yaşına rağmen birçok görevde yer aldı. Erken kaybettik. Saygı ve minnetle anıyorum. Onun ideallerini ve amaçlarını başarıya ulaştırmak için elimizden geleni yaparak Berivan ve şu anda aramızda olmayan arkadaşlarımıza layık olacağız.
Yaptığımız tüm buluşmalarda insanlar barış, demokrasi ve adalet istiyor
Geçen hafta çok önemli görüşmeler yaptık. Diyarbakır’da belediye eşbaşkanlarımızla, İl Genel Meclisi eşbaşkanlarımızla bir araya geldik. İki günlük bir toplantı yaptık. Yerel yönetimleri konuştuk. Yerel yönetimlere ilişkin belediye eşbaşkanlarımızın düşüncelerini aldık. Ankara’da İHD’nin genel kuruluna katıldık. Coşkulu ve güzel bir genel kurul oldu. Oradaki yoldaşlarla birlikte Türkiye’deki güncel gelişmeleri değerlendirdik. İHD’nin Eş Genel Başkanlığına seçilen Oya Ersoy ve Cihan Aydın arkadaşlarımıza başarılar diliyorum. Hayırlı olsun. Yönetimlerine de hayırlı olsun. Pazar günü Barış Akademisyenleriyle bir araya geldik. Onurlu duruşlarından, 9 yıldır uygulanan zulümden asla pes etmeyen ve hala barışı savunan akademisyenlerden çok şey öğrendik. Bu buluşmalar ve bundan önce yaptığımız bütün buluşmalarda emin olun birkaç başlık öne çıktı. 7'den 70'e halktan demokratik kitle örgütlerine, emek meslek örgütlerine yaptığımız bütün buluşmalarda insanlar barış olsun istiyor. Demokrasi ve adalet istiyor. Biz de barış, demokrasi ve adalet isteyen halklarımıza layık bir mücadele yürüteceğimizi bir kez daha buradan belirtmek istiyoruz.
Suriye için bir fırsat penceresi aralanıyor, bu süreç kapsayıcı olmalı
Ortadoğu'da çok önemli gelişmeler oluyor. Tarihi ve hayati günlerden geçiyor Ortadoğu. Türkiye kendi barış sürecini konuşurken Suriye'de yeni bir devletin inşası konusunda tartışmalar yürüyor. Irak'ta bir seçim yapıldı. Hep beraber izledik. İran'da da jeopolitik gerilimler devam ediyor. Ayrıca İran'da hak ve özgürlükler arayan kesimler de mücadelelerine devam ediyor. Önceki haftanın en önemli gelişmelerinden birisi Suriye Geçiş Hükümeti Başkanı Ahmet El Şara'nın ABD ziyaretiydi. O ziyaret sonrasında Sezar yaptırımlarının kaldırılması gündeme geldi. Çok ilginç bir şey oldu. Daha düne kadar Suriye rejimi karşısında mücadele eden, hakkını hukukunu arayanlar da bu Sezar yaptırımlarının kaldırılması sonrası memnuniyetlerini dile getirdiler. Bu aslında çok önemlidir. Mevcut yönetimin başta Kürtler olmak üzere bu yaptırımların kaldırılması konusundaki Suriye halkları ve inançlarının ortaya koymuş olduğu bu tabloyu doğru ve iyi okuması gerekiyor. Bu aynı zamanda Suriye için bir fırsat penceresi de aralıyor. Ama kritik bir soru var. Suriye yönetimi bu fırsatı kimin için kullanacak? Nasıl kullanacak? Yine tek bir grup için mi kullanacak? Yoksa tüm Suriye halkları ve inançları için mi kullanacak? Bu sorunun cevabını aslında biz net bir şekilde veriyoruz. Bu süreç kapsayıcı olmalı. Bu süreç Kürtleri, Dürzileri, Alevileri, Arapları, Türkmenleri, Çerkesleri, Süryanileri kapsayan ve onların haklarını garanti altına alan bir süreç olmalı diyoruz.
Türkiye, Suriye'de demokratik dönüşüme yardımcı olmalıdır
Biliyoruz, Suriye’nin barışı ve demokratik geleceğinin önünde daha çok uzun bir yol var. Çünkü yıkılmış, viran olmuş bir ülkeden bahsediyoruz. Bu zor ve meşakkatli yolda barışı, istikrarı, demokratik değerleri ilmek ilmek örmek önemlidir. Hem oradaki yönetimin hem de diğer yönetim dışı güçlerin de aslında beraber ortak bir sorunudur. Tabi Türkiye'ye burada çok önemli bir rol düşüyor. Türkiye bu süreçte yapıcı bir rol oynayabilir. Bunun biz farkındayız. Suriye halklarının kardeşliğini destekleyebilir, ayrım yapmadan. Demokratik dönüşüm konusunda Türkiye Suriye'de yardımcı olabilir, destekleyici bir rol oynayabilir. Biz Türkiye'nin Suriye'deki rolünü önemsiyoruz ve doğru bir şekilde kullanılması gerektiğini de bir kez daha grup toplantımızda dile getirmek istiyoruz. Suriye'de yeni bir yaşamın ancak oradaki bütün halkların ve inançların eşit yurttaş olduğu demokratik bir Suriye Cumhuriyetinden geçtiğini de belirtmek istiyorum.
Irak'ta kurulacak hükümet Irak halklarının beklentilerini karşılamalıdır
Yine Ortadoğu'nun son günlerdeki önemli gelişmelerinden birisi Irak seçimleriydi. Seçimlerin tüm Irak halklarına istikrar ve refah getirmesini diliyorum. Seçim sonuçlarına bakıldığında yapısal krizleri çözecek bir değişim olmadığını hep beraber gördük. Her blok aslında bir biçimiyle başta orada Kürtler olmak üzere kendi güçlerini pekiştirdikleri bir tablo ortaya çıkardılar. Ortadoğu'nun savaş ve kriz ikliminde Irak'ın kaderi sadece kimin hükümet kuracağıyla ilgili değil, Irak'ta yaşayan halkların su, iş, adalet, özgürlük taleplerinin gerçekten karşılanıp karşılanmayacağıyla ilgilidir. Bu çerçevede Irak'ta en kısa sürede bir hükümetin kurulmasını, şeffaf, adil, demokratik bir yönetimle Irak halklarının beklentilerini karşılamasını temenni ediyoruz.
Türkiye'de hukukun posası çıkarıldıkça kimse kendini güvende hissetmiyor
Ortadoğu'da bahsettiğim gibi bu önemli başlıkları konuştuk. Peki Türkiye'de ne oluyor? Biraz bunun üzerinde de duracağım. Türkiye'nin hem doğusunda hem batısında yara aynı yerden sızlıyor. Zaman ilerliyor, yıllar geçiyor ama adalet bir türlü gelmiyor. Dosya numaraları değişiyor. Hakimler değişiyor ama yöntem aynı yöntem. Bildiğimiz yöntem. Yargı daha çok iktidarın ihtiyaçlarını esas alan bir yaklaşımla ilerliyor. Deliller bulunmadan suçlar icat ediliyor. Önce tutuklanıyor sonra suç icat ediliyor. Zorla kurulan senaryolarla yıllarca insanların hayatlarına el konuluyor. İşte Kobanî Kumpas Davası, Gezi Kumpas Davasında olduğu gibi. Alt mahkeme en üst mahkemeyi tanımıyor. Kararını uygulamıyor. Yasa ve hukuku yok sayıyor. Bu ve buna benzer daha nice akıl almaz olay ve olguları hep birlikte yaşıyor ve şahitlik ediyoruz. Memleket böyle değişmez. Memleket böyle değişmiyor. Memlekete yazık ediliyor bu biçimiyle. Türkiye'de hukukun posası çıkarıldıkça kimse kendini güvende hissetmiyor. Muhtemelen burada oturan bütün arkadaşlarımız da aynı şeyi hissediyor. Çünkü siyasi davalar sadece insanları değil, bir ülkenin adalet duygusunu da hapsediyor, tutsak ediyor.
İmamoğlu hakkında hazırlanan, bir iddianame değil adeta bir labirent
Bakın, Türkiye’de yine siyasi saiklerle yazılmış bir iddianame ve davayla karşı karşıyayız son günlerde. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında hazırlanan 3.900 sayfalık ithamlarla dolu bir iddianame çıktı. Biz de arkadaşlarımızla beraber inceledik. İddianame değil, adeta bir labirent. Bir nedensellik arıyorsunuz. Nedensellik yok. İçine girdikçe kayboluyorsunuz. İddianame bir kapıya, bir doğruya çıkmıyor. Ne kadar okursan oku "tamam mesele buymuş" diyemiyorsun. Çünkü iddianame parçalı, maskeli, kaygan ve sürekli yüzeyde kalan bir yorumlama çabası içeriyor. Neymiş? En önemli isnat edilen suçlardan bir ikisini sayacağım. "CHP'de güçlenmek istediler." diyor. Bir siyasetçinin kendi partisi içerisinde güçlenmek istemesinin neyi suç? Biz de onu yapıyoruz. İnşallah hakkımızda dava açmazlar. Yine durmuyor, diyor ki: "Partisinin cumhurbaşkanı adayı olmak istedi." Ya bundan doğal ne olabilir yani? Partisinin cumhurbaşkanı adayı olmak istemiş! Bunun nesi suç? Böyle bir iddianame ile karşı karşıyayız. Bu yetmiyor. Bir de bu iddianameye dayanarak kapatma davasına da bir gönderme yapıyor. Biz bu kapatma davalarını, yargı darbelerini yıllarca yaşadık. Birçok partimiz de kapatıldı. Emin olun, bu bahsedilen kapatmaların ve benzer iddianamelerin bu ülkeye hiçbir yararı yok. Bir yararı olmayacağının en büyük kanıtı bu salon, bizler ve Türkiye’nin üçüncü zemini olan DEM Parti’dir.
AİHM ve AYM kararları uygulanmayarak hukuksuzluk büyütülüyor
Bununla bitmiyor. AİHM karar vermiş, AYM karar vermiş. Bunlar uygulanmayarak bu hukuksuzluk giderek büyütülüyor. AİHM üç defa Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Kobanî Kumpas Davasında yargılanan arkadaşlarımızın cezaevinde kalmaması gerektiği yönünde bir karar vermiş. AİHM kime diyor onu da bilmiyorum. Niye biz burada defalarca dile getiriyoruz ama yargı bunu üstüne almıyor? Onu da anlamakta güçlük çekiyorum. AYM'nin kararlarını zaten hiçe sayıyorlar. Mesela size bir örnek vereceğim. Çok ilginçtir. Belki Türkiye kamuoyunun gündemine bunun gibi örnekler çok. Bu ilk defa gelecek. Van'da Öner ailesi var. Onların bir üyesi olan Nevzat Öner diye bir vatandaş var. Aracının jantı başka bir aracın jantına benzediği için yani birisi ifade vermiş, işte bu olayı yapan arabanın jantını tarif etmiş. Onlar da bütün Van’ı taramışlar, aramışlar ya da öyle önlerine gelen o janta benzeyen -ki benziyor mu benzemiyor mu onu da bilmiyoruz, jantı tarif edilen arabanın jantına benzediği için Nevzat Öner'e üç defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş.
Demokratik siyasetin rehin alınması ve parti kapatılma iması halk iradesine yargı darbesidir
Daha üç gün önce Iğdır İl Eşbaşkanlığımızı yapmış Mehmet Selçuk başkana 9 yıl sonra bir itirafçının itirafları üzerine 13 defa ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi. Yani bu örnekleri saysak zaten günlerimizi alır, kısa geçeceğim. Bunun dışında cezaevi idare ve gözlem kurulları var. Öyle garip kararlar veriyorlar ki aslında milletin aklıyla, fikriyle alay ediyorlar ama kendileri kendilerinin alaylık olduklarının sanırım farkında değiller. Çünkü o cezaevi duvarlarının içinden çıkıp toplum ne düşünüyor farkında değiller. Ne diyor? Diyor ki: ‘Çok kitap okudun. Cezanı tamamladın ama seni bırakmıyorum. Cezaevinde insan ne yapar? Bilmiyorum. İnşallah bir gün o kararı verenler de girer de başka bir şey icat ederler. Oradakiler de kitap yerine onların icat ettiği o buluşlarla ilgilenirler. Fazla su kullanmış. Ne güzel temizlik yapıyor. Herkes sizin gibi kirli değil. Bundan dolayı infazı yakıyorlar. Emin olun bu çok trajikomik. Bir arkadaşa soruyorlar. "Eşini mi seviyorsun, örgütünü mü?" Şimdi ne desin? "Eşimi seviyorum” desen oradaki siyasiler "nasıl örgütü sevmezsin" diyecek? "Örgütümü seviyorum" desen eşi ile işler bozulacak. "İkisini seviyorum" desen zaten orada kaldı artık. Çıkma şansı yok. İnanmıyorsunuz bunlara değil mi? Emin olun arkadaşlar daha absürd şeyler var. İçinden birkaç tanesini seçtim. En son Selçuk Mızraklı örneği çok ilginçtir. Selçuk Mızraklı'yı sanırım tanımayan yok. Kendi meslek örgütünün üyesidir. O da resmi yasal bir kurumdur. Türk Tabipler Birliği, doktor arkadaşlar bilir. Bir de bizim partimizin üyesidir. Diyor ki örgütünden ayrılmamış. Ya Türkiye'nin üçüncü büyük partisinin üyesidir. Niye ayrılsın ki? Ve bu sebeplerle Selçuk Mızraklı başkan hala içeride tutsak ediliyor. Bu akıl kumpasçı akıldır. Bu kumpasçı aklı asla kabul etmeyeceğiz. Demokratik siyasetin rehin alınması ve parti kapatılma iması halk iradesine bir yargı darbesidir. Asla kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz. Arkadaşlarımızı özgürleştirinceye kadar da bu trajikomik, bu absürd davaları bu kürsülerde dile getirmeye devam edeceğiz.
Türkiye'de siyaseti iddianame esaretinden kurtarma zamanı geldi geçiyor
Değerli arkadaşlar, demokrasi yalnızca sandığa gitmekle değil. Önemli olan sandıktan çıkan sonuca saygı göstermektir. Unutmayalım, hukuk siyasetin gölgesinde kaldığında devletle toplum arasındaki güvenin köprüleri yıkılır. Barışın zemini oyulur. Bu sebeple Türkiye'de siyaseti iddianame esaretinden kurtarma zamanı geldi geçiyor. Siyasetin itibarını sağlamanın ilk yolu siyasetçileri adliye koridorlarından kurtarmaktır. DEM Parti olarak altını bir kez daha çiziyoruz. Biz demokrasi ile barışı birbirine alternatif değil birbirinin nefesi sayıyoruz. İkisini ayıran, birini diğerine feda eden her yaklaşımı reddediyoruz. Her ikisini de varlık sebebimiz kabul ediyoruz ve kabul etmeye devam edeceğiz. DEM Parti olarak biz yargının siyaseti zincire vurmadığı, yerel yönetimlerin yetki ve kaynaklarıyla güçlendiği, sandıktan çıkan halk iradesine amasız fakatsız saygı duyulan demokratik bir Türkiye için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimizi belirtiyoruz.
Faize gidecek kaynağın yarısını 20 milyon yurttaşımızın sorunlarını çözmek için kullanalım
Değerli arkadaşlar Türkiye'de her bir hane sadece demokrasi, hukuk, adalet sorunu yaşamıyor. Bir de en az bunlar kadar önemli olan geçim sorunu var. Emekli kurumlarımız da burada onları da selamlıyorum. Neden geçim derdi yaşıyor sorusunun cevabı için çok uzağa gitmeye gerek yok emekli yoldaşlar. Tam da bu Meclis çatısı altında aramak gerekiyor sebebini. Çünkü şu anda Meclis’te 2026 Bütçesi görüşülüyor. Bu bütçeye bir bakalım. Cevabını hep beraber bulacağız. Geçim derdi çekmemizin sebebi aslında bu bütçededir. Bakın 2026 bütçesinde faize 2 trilyon 742 milyar lira, savunmaya 2 trilyon 155 milyar lira ayrılmış, yani faiz savunmadan daha önce geliyor. Vergi harcamalarına 3 trilyon 597 milyar lira ayrılmasıdır geçim sebebimiz. Bütçe gelirlerinin yarısı tam bu üç kalemdeki çevrelere gidiyor. Bir azınlığa gidiyor. Kaynakları lobilere, yandaşlara ayıran iktidar milyonlarca insanı açlığa ve yoksulluğa terk ediyor. Türkiye'de yardıma muhtaç durumda neredeyse 20 milyon yurttaş var. Gelin bütçe görüşmeleri devam ederken "faiz lobilerine faiz ödemiyoruz" diyelim. Faize gidecek kaynağın yarısını 20 milyon yurttaşımızın sorunlarını çözmek için kullanalım. Diğer yarısını da her yıl düzenli olarak ekstradan emeklilere 71.500 kaynak olarak aktaralım diyoruz.
İktidarın bütçe tercihleri yanlış, kaynaklar yanlış yere kullanılıyor
Bakın emekli örgütleri burada, kadın örgütleri burada, gençlik örgütleri, üniversite öğrencileri şu anda aramızda. Emekliler derin bir yoksullukla mücadele ediyor. Hayatta kalmaya çalışıyorlar. Tabii yaşadığımız bir hayatsa! Neden bu sefalet çekiyorlar? Çünkü kaynaklar yanlış yere kullanılıyor. İktidarın bütçe tercihleri yanlış. İktidarın bütçe tercihlerinde emekliler yok, öğrenciler yok, kadınlar yok. Bunlar gözetilmiyor. Bizim pusulamız emeklilerin iyi bir yaşam sürmesi, öğrencilerin rahatça okulunu okuması, kadınların emeklerinin karşılığını almasıdır. Peki iktidarın pusulası nedir? Rant, faiz ve israftır. Bir de emekli yılı ilan ediyorlar. O yılda emeklilerimiz ne kazandığını kendileri daha iyi bilirler. Yetmiyor bir de ekonomi uçuyor diyorlar ama bir türlü emekli, emekçi uçmuyor. O zaman hodri meydan diyoruz. Biz diyoruz ki buyurun yüreğiniz varsa faiz lobilerine rest çekip emeklilerin, gençlerin, öğrencilerin, kadınların yüzünü beraber güldürelim. Peki faiz lobilerine rest çekecek bir iktidar var mı gerçekten? Buna inanıyor muyuz? Yok!
Bütçe tercihleri değiştirilmeli, 4. Levent’tekiler zaten yeterince zengin
Bütçe görüşmelerinde biz bir önerge verdik. Emekli arkadaşlarımız da bunu iyi dinlesinler. Gelin dedik en düşük emekli maaşını yoksulluk sınırının yarısı olan 46 bin lira yapalım. Yılda iki defa da enflasyon oranına göre arttıralım. Biliyorum bu da çok yetersiz. Ama partimiz şimdilik bütçeyi de gözeterek 46 bin liraya yükseltilmesini ve yılda iki defa enflasyon oranına göre iyileştirilmesini öneriyor. Londra'daki tefecilere çalışıyorlar. O 4. Levent Plazalarındaki tüccarları önemsiyorlar. Ama emekliler, esnaf, okula giden öğrenci, sanayide çalışan insanlarımızı asla önemsemediklerini 2026 Bütçe tartışmalarında bir kez daha görüyoruz. İşte bunun için yapılması gereken şey çok net. Bütçedeki tercihleri değiştirmek. 4. Levent’tekiler zaten yeterince zengin. Biraz daha kazanamayabilirler, biraz daha silah almayabiliriz. Zaten barış ve çözüm süreci tartışılıyor. Buraya gidecek paraları emeklere, emekçilere harcayalım. Bütçenin tercihlerini de buna göre ayarlayalım. Yurttaşların insan onuruna yanaşır bir yaşama sahip olmaları için Ekmek ve Barış İçin Bütçe diyoruz. Bunu öneriyoruz. Ekmek ve Barış İçin Bütçe kampanyası başlattık. Şimdi arkadaşlarımız Türkiye'nin dört bir yanından Ekmek ve Barış İçin Bütçe diye haykırıyorlar, yürüyorlar. Biz DEM Parti olarak ülkenin kaynaklarını sermayeye, silahlara ve faiz lobilerine değil; halkın sofrasına aktaralım diyoruz.
Hukukun taşlarıyla Türkiye barışını inşa edelim
Değerli arkadaşlar 1 Ekim 2024 tarihinden beri on yıllardır özlemini kurduğumuz barışa doğru yol almaya çalışıyoruz. Geçtiğimiz hafta eş genel başkanımız Sayın Tülay Hatimoğulları bu kürsüden barışı neden savunmak gerektiğini ve barışı büyütmenin yollarını teker teker başlıklarıyla anlattı. Bu hafta da ben barışın ilk elden toplumsallaşması, büyümesi ve hızlanması için atılması gereken kimi adımları sizlerle paylaşacağım. Birincisi Geçiş Dönemi Yasası çıkarılmalı ve demokratik entegrasyon sağlanmalıdır. Her kalıcı barış hukuk zemininde kurulmuştur. Bizde de öyle olmalı. Hukuk olmayan barış olur mu? Dünyada yok. Silahların sustuğu ama hukukun konuşmadığı yerde belirsizlikler büyür. Güvensizlik yayılır. Siyaset küçülür, umut erozyona uğrar. Bundan ötürü sürecin Geçiş Dönemi Yasasıyla güvence altına alınması gerekir. Demokratik entegrasyon yasaları bu ülkenin tüm renklerine, tüm seslerine, tüm inançlarına yer açar. Çünkü bu bir toplumsal kucaklaşma iradesidir. İşte bu kucaklaşmayla barış için çok önemli bir aşamayı tamamlamış olacağız. Bu yasaları geciktirmeden çıkaralım. Hukukun taşlarıyla Türkiye barışını inşa edelim diyoruz.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi antidemokratik rejimin panzehiridir
İkincisi kayyımların tamamen kaldırılması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir. Sandığa saygıyla demokrasi büyür. Son dönemlerde ve öncesinde de sandığa saygının olmadığını hep beraber gördük. Halk oyunu kullanıyor. Belediye başkanını seçer ama bir sabah uyanır, seçilmiş gitmiş ya da tutuklanmış, yerine bir atanmış gelmiş. Seçilmiş irade gasp edildiğinde toplumsal barış darbelenir. Kayyım uygulaması kaldırıldığında ise halk kendi iradesine sahip çıkar ve toplumsal barış umudu büyür. Kayyımlar gitmeli. Belediye başkanları görevlerine dönmeli. Kayyım yasası acilen kaldırılmalıdır. Türkiye demokrasisinin kayyım yasasının kaldırılmasından daha fazlasına ihtiyacı olduğunu da biliyoruz. Yerellik demokrasiyi üretir. Merkeziyetçilikse otoriterizmi üretir. Yerel yönetimleri güçlendirilmiş bir Türkiye barışçıl, demokratik ve müreffeh bir ülke haline gelir. Bu sebeple yerel yönetimlerin güçlendirilmesi antidemokratik rejimin panzehiridir. Demokrasinin de sigortasıdır.
İdare ve gözlem kurulları kapatılmalı, hasta tutsaklar bırakılmalıdır
Üçüncüsü idare ve gözlem kurullarının kapatılması ve hasta tutsakların bırakılmasıdır. Bugün cezaevlerinde idare ve gözlem kurulları adı altında tutuklulara zulüm yapan bir şey icat etmişler. Bu mekanizma adeta hukukun üstüne kurulmuş bir gölge iktidar gibi davranıyor. Cezası bitmiş bir insan iyi hal değerlendirmesi bahanesiyle belirsiz bir esaret sürecine mahkum ediliyor. Yasa yok. Ölçü yok. Öngörülebilirlik hiç yok. Bakın bugün burada Hasan İnci arkadaşımız var. 31 yılı aşkın cezaevinde kaldı. Son 3 yıl da beraber Bolu'da aynı hücrede kaldık. Kendisine geçmiş olsun aramıza hoşgeldiniz diyorum. Şimdi Hasan arkadaş cezasını bitirdi. 2 yıla yakın da idare ve gözlem kurulu "çok kitap okudun. Şunu izledin, bunu dinledin, halay çektin, şarkı söyledin, baş eğmedin, boyun eğmedin. İki yıl da ben seni keyfi olarak tutuyorum" diyor. İdare ve gözlem kurulları derhal kapatılmalı, infaz yakmaları derhal durdurulmalıdır. Şu anda bu durumda olan onbinlerce arkadaşımız içeridedir. Anti-demokratik yargı ceza vermiş, ona rağmen cezasını çekmiş, ama 3-5 kişilik oluşturulan kurullar var. Onların keyfine, hoşuna gitmediği için, sorduğu sorulara istediği yanıt almadığı için binlerce arkadaşımız şu anda cezaevindedir. Yüzlerce ağır hasta tutuklu var. Can çekişiyorlar. Tedavi olamıyorlar. Yakınları her gün ölüm korkusuyla yaşıyor ama bırakılmıyorlar. Hasta tutsakların da bir an önce serbest bırakılması gerektiğini belirtmek istiyorum.
Barış akademisyenleri iade edilmelidir, asıl suç barışa karşı çıkmaktır
Dördüncüsü bu da çok önemli. Barış akademisyenlerinin ve hukuksuzca ihraç edilen KHK’lilerin iadesidir. 2016'da Bu Suça Ortak Olmayacağız diyen akademisyenler bugün konuştuğumuz barışı savundular. Bu diyaloğu, müzakere sürecini savundular. Masa kurulsun dediler. Barış dediler. Masa kurulsun dediler diye üniversitelerinden atıldılar. Hayatları karartıldı. Meslekleri ellerinden alındı. Bazıları hukuk mücadelesi verirken yaşamını yitirdi. Hatta intihar edenler oldu. Barış çağrısı yapmak suç değil. Aksine asıl suç barışa karşı çıkmaktır. Asıl suç barış diyenleri yargılamaktır. Barış akademisyenleri derhal görevlerine iade edilmelidir. Bunun için yasaya gerek yok. Sadece idari yargının vermiş olduğu kararları uygulamak yeterlidir. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması yeterlidir. 9-10 yıldır direnen, barış diyen, hala onurluca barışı savunan barış akademisyenlerine de grup toplantımızdan selam, sevgi ve saygılarımızı gönderiyoruz. Yine on binlerce KHK mağduru şu yapıyla bu yapıyla iltisaklı denilerek hukuksuz bir şekilde işlerinden alındılar. Bu toplu haksızlığa artık son verilmelidir. KHK mağdurları da derhal işlerine iade edilmelidir.
Yargı reformu yapılmalı, herkes için adalet tesis edilmelidir
Beşincisi adalet reformudur. Muhtemelen her birimizin kendi hanemizde, evimizde, akrabalarımızda yaşadığımız bir mesele. TCK, CMK infaz kanunu değişmeli. Terörle Mücadele Kanunu komple ortadan kaldırılmalıdır. Düşünce suç olmamalı. Basın özgür olmalı. İfade özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. İnsanlar düşüncelerini ifade etmekten korkuyorlar. Bu iktidarın bir ayıbıdır. Adalet seçici olamaz. Adalet zengin, fakir, güçlü, güçsüz, iktidar, muhalefet ayrımı yapmamalıdır. Bu soruları da kendisine sordurtmamalıdır. Cezada adalet, infazda eşitlik sağlanmalıdır. Toplum vicdanını yaralayan ve yüz kızartıcı suçlar dışında cezaevleri boşaltılmalıdır. Yargı reformu yapılmalı. Bu ülkede herkes için adalet tesis edilmelidir.
Komisyon, barışa giden yolu adaletle, hukukla ve demokrasiyle döşeyebilir
Son olarak bugün Meclis komisyonu önemli bir toplantı gerçekleştirecek. Meclis komisyonu barışın gereklerinin tümünü tabii ki yapamaz. Görev alanları belli. Ama barışa giden yolu adaletle, hukukla, demokrasiyle döşebilir. Her bir komisyon üyesinin bir çözüm aklına, bir çözüm vicdanına sahip olduğuna inanıyorum. Elbette ki önemli işler yapılırken kimi ithamlar, eleştiriler olabilir ama 100 yıllık tarihi bir meseleyi çözdüğümüz için kimi eleştirileri de kaldırmalıyız, katlanmalıyız. Çünkü barış sağlandığında 86 milyon insan yıllarca bizlere dua edecekler. Komisyon artık uzatmadan bir an önce İmralı'ya gitme konusunda cesurca bir karar almalıdır. Geçiş Yasası netleştirilmeli, özgürlük yasaları tarif edilmeli, ihtisas komisyonları harekete geçirilmelidir. Bu Komisyonun bunu başaracağına inanıyorum. Çünkü Komisyon tarihin doğru yerinde duruyor. İnanıyoruz ki her bir Komisyon üyesi yarın milyonların duasını alacağı bilinciyle hareket edecektir. Bu tarihi sorumluluk Komisyonun omuzlarında ve biliyoruz ki bu sorumluluğu bu Komisyon layıkıyla taşıyacaktır.
Sayın Bahçeli’nin yaptığı çıkışın gereği bir an önce yapılmalıdır
Yine bugün bizden önce burada sayın Devlet Bahçeli grup toplantısını yaptı. Grup konuşmasını dinledik. Çok önemli şeyler söyledi. Sayın Bahçeli'nin biraz önce bu salonda komisyonun bir an önce çözümün asıl muhatabı Sayın Öcalan'la görüşmesine dair ifade ettikleri son derece önemli ve takdire şayandır. "Komisyon gitmiyorsa ben giderim" demesi tarihi bir sorumluluk alma cesaretini göstermektir. Biz her zaman diyaloğun, yüz yüze görüşmenin ve sorunların masada konuşulmasının yanında olduk. Bunu savunduk. Sayın Bahçeli'nin "üç maymunu oynamaktan vazgeçelim" çağrısı son derece isabetlidir. Sayın Bahçeli'nin süreci zamana yayan ve erteleyen tutumlara karşı süreci korumak ve enfekte olmasını engellemek için yaptığı bu çıkışın gereği bir an önce yapılmalıdır. Meclis Komisyonunun artık bir gün bile kaybetmeden kararını alarak İmralı'ya gitmesi gerekmektedir. İmralı'ya gitmeyi bir siyasi uyuşmazlık odağı haline getirmemek, tabuya çevirmemek doğru bir tutum olacaktır. Yüz yıllık bir meselenin tanımı ve çözümü konusunda biraz ciddi olmak gerekiyor. Herkes bilsin ki kararsız olanların ve ayak direyenlerin kaybedeceği, kararlı olanların kazanacağı bir sonu hep birlikte göreceğiz. Biz DEM Parti olarak başından beri söylüyoruz. Bu sorun çözülmeli ve barış inşa edilmelidir. DEM Parti olarak savaşın değil barışın, kayyımların değil halk iradesinin, yoksulluğun değil adil bölüşümün Türkiye'si için mücadele ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz. Barışı da, bütçeyi de, demokrasiyi de birbiriyle bağlantılı olarak görüyoruz. Halklarımızın iradesiyle, kadınların ve gençlerin cesaretiyle, emekçilerin, emeklilerin alın teriyle inşallah bu dönemi büyüterek zafere ulaştıracağız. Korkuya değil umuda yaslanan yeni bir başlangıcı hep birlikte yapacağımıza olan inançla hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
18 Kasım 2025
