Bakırhan: İktidar ve muhalefet bu süreçte daha fazla sorumluluk alabilir, cesaretle konuşabilir

Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grup Toplantımızda güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan, şunları söyledi:

Siyasi partilerle istişarelerimize devam edeceğiz 

Hûn bi xêr hatin, li ser çavan hatin. Ez we hemûyan bi rêzdarî silav dikim. Hevalên Adiyamanê hûn jî bi xêr hatin, li ser çavan hatin. Değerli yoldaşlar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz. Yüzlerce kilometre öteden, bütün ilçe yönetimiyle ve partili arkadaşlarla buraya gelen Adıyamanlı yoldaşlarımızı da özellikle selamlamak istiyorum. 

Buraya gelmeden önce Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Bahçeli ve heyetiyle bir görüşme yaptık. Siyasi partileri ziyaret ediyoruz, istişareler yapıyoruz, süreci tartışıyoruz. Siyasi partilerin üzerine düşen görev ve sorumlulukları tartışıyoruz. İyi ve verimli bir görüşmeydi. İstişarelerimizi bundan sonra da devam ettireceğiz.

Başkaları rotamızı belirlemesin, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı rotamız olsun

Değerli arkadaşlar, ABD’den Çin’e kadar, Rusya’dan Avrupa’ya kadar her yerde büyük güç mücadelelerine tanıklık ediyoruz. Dünya yeni bir şekil alıyor, Ortadoğu yeniden şekilleniyor. Kimi güçler yer değiştiriyor. Ortadoğu bu işlerin merkezinde ve yine hedefte. Eski dengeler çözülüyor. Herkes gelecek yüzyılın rotasını çizme telaşında. Haliyle biz de hem dünyadaki hem Ortadoğu’daki gelişmelerden azade değiliz. Türkiye de hemen Ortadoğu'da bu gelişmelerin yanı başında duruyor. Biz de tam bu sürecin başlamasıyla birlikte diyoruz ki gelin kendi rotamızı, yolumuzu birlikte çizelim; hazır dünya ve Ortadoğu değişiyor, bir başkası bizim rotamızı, yolumuzu belirlemesin. Bizim rotamızı Türkiye halkları belirlesin; Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı bizim rotamız olsun. Demokratik bir cumhuriyet bizim rotamız olsun. Kürt’ün, Alevi’nin eşit yurttaş olduğu bir rota bizim rotamız olsun diyoruz. Aksi halde, rotasını belirlemeyenlerin rotası emperyal ve hegemonik güçler tarafından belirleniyor. Onların belirlediği rotalar da hem o ülkelere hem de o bölgede yaşayan insanlara kan, acı ve gözyaşı getiriyor. Kansız, acısız, gözyaşsız bir Türkiye ve Ortadoğu hepimizin özlemidir. Bunun mücadelesini veriyoruz.

Sayın Öcalan’ın çağrısı rotamızı çizebileceğimiz ve birlikte hareket edebileceğimiz bir kapı aralıyor

Bu topraklarda Türk var, Kürt var, Alevi var, Sünni var; bu topraklarda toplumun her renginden insanlar yaşıyor. Bu toprağın bütün renklerine uygun bir yaklaşım içerisinde olabilirsek emin olun ki rotamızı en doğru yere çevirmiş oluruz. Bu ülkede kimse kimsenin üzerinde değil, kimse kimsenin gerisinde değil. Hepimiz bu ülkenin yurttaşlarıyız. Demokratik ulus mutabakatıyla gerçek bir eşitlik zemini kurabiliriz bu süreçte. Ortadoğu halkları belki de ilk defa başkasının senaryosuna bağlı kalmadan kendi senaryosunu yazabilir. Başkalarının yazdığı senaryoda olsa olsa figüran olunur. Biz kendi senaryomuzu birlikte yazalım diyoruz. Sayın Öcalan’ın çağrısı da kendi rotamızı ve senaryomuzu yazabileceğimiz, çizebileceğimiz, birlikte hareket edebileceğimiz bir kapı aralıyor. Kendi sözünü söyleyen, kendi kararını veren bir irade ortaklığını sağlamak bu süreçte mümkündür. Demokratik bir Ortadoğu, demokratik bir Türkiye geçmişte belki hayaldi ama emin olun ki bu son süreçle birlikte artık hayal değil. Bunu gerçekleştirebilmek mümkündür. Bu yüzyıl halkların olacaksa, o yola baş koyanlar olarak bizler de yeni yüzyılın sofrasını kurmaya hazır olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Adıyaman’ıyla, Kars’ıyla, Batman’ıyla beraber.  

Sürecin layıkıyla devam edebilmesi için güven ortamının tesis edilmesi gerekiyor

Tarihi bir dönemde olduğumuzu söyledik ama bu tarihi dönemde güven inşa etmek, bu sürecin can damarıdır. Hem Kürt halkında hem de Türkiye halklarında yürüyen bu sürece ilişkin bir tereddüt var, bir güven sorunu var. Muhtemelen Adıyaman’dan gelen arkadaşlarımızın kafasında da aynı sorular var. Bir sürecin layıkıyla devam edebilmesi için güven ortamının tesis edilmesi gerekiyor. Bu güveni yeniden tesis etmek için hepimize büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Önemli görevler düşüyor. En başta da AKP’ye, iktidar ve ortağına düşüyor. Bütün siyasi partilere düşüyor. Bu süreçte güveni tesis edecek, toplumu bu konuda ikna edecek, toplumu bu sürecin yanında konumlanmaya sevk edecek bir söylem ve pratiğin içerisinde olmamız lazım. Başta AK Parti olmak üzere birçok siyasi partide deneyimli olan, geçmişte süreçte yer almış insanların da bu süreçte söz kurması, öne çıkması gerekiyor. Bu sürecin toplumsallaşması için onların da bu sürece katkı sunmaları gerekiyor. Yani bu süreçte sadece DEM Parti değil, herkes daha cesur olmalı ve daha büyük bir sorumlulukla hareket etmeli. Herkesin bu sürece katkı sunacak söz, pratik ve eylem içerisinde olması gerektiğini belirtmek istiyoruz. 

Bu süreçte en çok emek veren siyasi partilerden biri de biziz

Sizler de şahitsiniz, gece gündüz sahadayız. Bugüne kadar yüz binlerce 
evin kapısını çaldık. Eş genel başkanlar olarak kaleme aldığımız mektubu Kürt, Arap, Türk demeden; DEM Partili, CHP’li, AKP’li demeden kapısını çaldığımız bütün evlere bırakıyoruz. Onlarla konuşuyoruz, onlara anlatmaya çalışıyoruz; kaygıları varsa dinlemeye, öneri ve eleştirilerini almaya çalışıyoruz. Bu süreçte en büyük emek veren, alın teri döken siyasi partilerden biri de biziz. Bu çok kıymetli ve değerlidir. MHP’nin de kendi teşkilatına ve tabanına bu süreci anlatmak için bir çaba ve gayret içinde olduğunu görüyoruz. Muhalefetteki siyasi partilerin bu konuda duruşu fena değil. Ancak bu sadece sözle kalmamalı; onların da bu süreçte aktif görev alarak kendi tabanlarını bilgilendirmeleri, bu sürece tabanlarının aktif katılımını sağlayacak çağrılar, açıklamalar ve planlamalar yapmaları gerektiğini belirtmek istiyoruz. Gittiğimiz her yerde toplum bize çok net bir soru soruyor: Aylardır bu süreç başladı, siz sahadasınız ama iktidar neden bu konuda ürkek davranıyor? İktidar niye sahada yok? Seçimlerde köy köy dolaşan iktidar, Türkiye’nin yüzyıllık meselesi tartışılırken ve çözüm yolu aranırken, Siirt'in Şirvan ilçesine, Kars'ın Digor ilçesine niye gelmiyor? Niye anlatmıyor bu süreci? 

Gittiğimiz her yerde insanlar diyor ki barış için toplumsal sahiplenmeyi büyütmek sadece sizin mi göreviniz? İktidarın görevi değil mi, ana muhalefet partisinin görevi değil mi? İnsanlar bunu soruyor. Biz de burada sizin huzurunuzda, grup toplantımızda iktidara ve ana muhalefet partisine soruyoruz: Toplumsal rızayı üretmek sadece bizim mi görevimizdir? İnşallah önümüzdeki günlerde, başta iktidar olmak üzere birçok siyasi partinin sahada bizim gibi ter dökerek, mücadele ederek, bilgilendirerek ve bilinçlendirerek bu sürece katkı sunacakları bir tabloya hepimiz şahitlik ederiz. Bizim düşüncemiz budur. AK Parti daha fazla sorumluluk alabilir, cesaretle konuşabilir; çözüm dilini daha çok kullanabilir. Em dibêjin aştî niyet e, niyeta me aştiyeke bi rûmet e, niyeta kê aştî be bila derkevin nava gel, bila bigerin, înşelah vana ji ew ê jî van pirsên me bibihîzin. 

Adalet duygusunu zedeleyen İnfaz Kanunu artık demokratik standartlara göre yeniden düzenlenmeli, cezaevleri boşalmalıdır 

Değerli arkadaşlar, güven sadece sözle mi olur? Tabii ki söz önemli ama sadece sözle olmaz, güven verici adımların da atılması gerekiyor. Bugün bir yandan barışı konuşuyoruz ama bir yandan cezaevlerine bakarken büyük bir acı yaşıyoruz. Bakın hasta mahpuslar meselesi vicdanları sızlatan acı bir gerçek. Adalet Bakanlığının verilerine göre cezaevlerinde günde 2 hasta tutuklu hayatını kaybediyor. 515 günde 1026 hasta tutsak yaşamını yitirmiş. Tedavi edilselerdi belki bugün yaşayacaklardı; onları bekleyen eşlerinin, çocuklarının, ailelerinin yanında olacaklardı. Her gün cezaevlerinden neredeyse 2 cenaze, 2 tabut çıkıyor. Bu dehşet tabloyu sona erdirmek barışın ilk ve en acil adımıdır. Bir diğer adım da infaz düzenlemesine ilişkin olmalıdır. Yıllardır keyfi nedenlerle cezaevlerinde kalan binlerce insan adaletin aşınmasına neden oluyor. Bunu artık herkes görüyor. Bu sürecin odağında olan adalet duygusunu zedeleyen İnfaz Kanunu artık demokratik standartlara göre yeniden düzenlenmelidir. Cezaevleri boşalmalıdır ve cezaevlerinde bulunan tutsakların aileleri çifte bayram yapmalıdır diyoruz. Bu çerçevede çıkacak bir infaz paketini destekleyeceğimizi, aksi halde kendi düşüncelerimizi o platformda dile getireceğimizi belirtmek istiyorum.

Medya hala sürece uygun olmayan zehirli ve tahrik edici bir dil kullanılıyor

Hafta sonu Diyarbakır’daydık, Amed’deydik. Yerel yönetimler ara dönem konferansımız yapıldı. Birçok kentten seçilmiş arkadaşımız da oradaydı. Çok verimli tartışmalar oldu ama konferansta en çok güven artırıcı adımlar tartışıldı. Kayyımların kaldırılmasının ve yerel demokrasinin güçlendirilmesinin Türkiye’nin demokratikleşmesine sağlayacağı büyük katkıyı konuştuk. Halkın iradesine müdahale eden kayyım uygulaması demokrasiye aykırıdır. Barışını aradığı bu süreçte artık Türkiye bu kayyım belasından kurtulmalıdır. Güven artırıcı adımlardan biri de medyada kullanılan dildir. Eskinin diliyle yeni bir yüzyıl kurulamaz. Eskinin diliyle demokratik bir zemini oluşturamayız. En başta medyanın dili acilen değişmelidir. Hala sürece uygun olmayan zehirli ve tahrik edici bir dil kullanılıyor. Bilen bilmeyen herkes konuşuyor, herkes yorum yapıyor. Aynı insanlar futbolu da yorumluyor, psikoloji de anlatıyor, felsefe ve iklim değişikliğini de anlatıyor, Kürt meselesini de anlatıyor. Artık Türkiye bu tür yorum ve yaklaşımlardan kurtulmalıdır.  

Ülkenin başkenti, dili ve bayrağıyla hiçbir zaman sorunumuz olmadı

Sabah akşam bize ve değerlerimize hakaret edenlerin dili çözümün zeminini zehirliyor. Çok açık söylüyorum ki biz de tabanımız da oldukça rahatsızız. Sevgili Adıyamanlılar, gece gündüz bize hakaret eden kimi medya yayın organlarındaki bu dili siz gerçekten kabul ediyor musunuz, katılıyor musunuz?  Dolayısıyla, bu süreç en başta dille başlar ve dilin başta medyada çözülmesi gerekiyor. Medya çözüm dilini ne kadar benimser ve konuşursa, barışın toplumsallaşması da o kadar güçlü olur. Barış dilde başlar, toplumda hayat bulur. Evet, bir süreç yürüyor ve bu süreçte gerçekten kaygıları olan insanlar da var. Herkes bizim gibi düşünmüyor. 100 yıllık algılar ve tekçi-inkarcı yaklaşım, kabul etsek de etmesek de insanların kafasında haklı haksız kimi soru işaretlerini ve endişeleri de yaratmış durumda. Defalarca söyledik ama yine söylüyorum: Bu ülkenin başkenti, dili ve bayrağıyla hiçbir zaman sorunumuz olmadı; hiçbir zaman da bizim tartışma konumuz değil.  

Derdimiz Türkiye’nin değerleriyle değildir, rejimin demokratik olmayan karakteriyledir

Evet, sesini duyuyorum endişeleri olanların; “Peki bunlar değilse siz ne istiyorsunuz?” diye soruyorlar şimdi bize. Onlara da yanıt veriyorum. Derdimiz, Türkiye’nin değerleriyle değildir; rejimin demokratik olmayan karakteriyledir, Kürt’ü kabul etmeyen karakteriyledir, Alevi’yi eşit yurttaş kabul etmeyen karakteriyledir. Biz devlet + demokrasi formülünü savunuyoruz. Demokrasisi olmayan devletin 100 yıldır bu ülkeyi nereye getirdiğine de hep birlikte şahitlik ediyoruz. 

Kürt’ün dilini, kültürünü, varlığını dışlamayan; Alevi’yi eşit yurttaş kabul eden bir ülke istiyoruz

Kürt’ün dilinin, kültürünün, kimliğinin ve varlığının dışlanmadığı; Alevilerin eşit yurttaş olacağı bir ülke istiyoruz. Ne istiyormuşuz, tekrar ediyorum: Kürt’ün dilinin, kültürünün, kimliğinin ve varlığının dışlanmadığı; Alevilerin eşit yurttaş olacağı bir ülke istiyoruz. Demokratik ve eşit vatandaşlık istiyoruz. Var mı burada kimseyi rahatsız edecek bir şey? Ülke demokratik olsun; Kürt de Arap da Çerkes de Alevi de Azeri de Sünni de eşit olsun. Biz bunları istiyoruz, bunları savunuyoruz. Ancak televizyon kanallarında gerçekten insanın aklıyla alay ediyorlar. Birisi çıkmış, adı da Barış, “Bu barış süreci ülkeyi böler” diyor. Şaşırarak bunları izliyoruz. Demokratik eşit vatandaşlık, güçlü yerel demokrasi istiyoruz. Batman’ın iradesine kayyım atanmasını istiyoruz. Batman’da yerel yönetimlerin yetkileri artırılsın, yerele daha rahat hizmet sunsun istiyoruz. Kayyım olmasın istiyoruz. Bütün farklılıkların zenginlik olarak görülmesini istiyoruz. Kötü bir şey mi istiyoruz değerli arkadaşlar? Hepimiz farklıyız; farklı dillere, kimliklere ve inançlara mensubuz. Ama kaderin cilvesi, aynı topraklar üzerinde ve aynı ülkede yaşıyoruz. Niye birimiz daha üstün olsun, niye bir diğeri de farklılıklarından dolayı inkar edilsin? Niye farklılıklarından dolayı işkence görsün, cezaevine atılsın? Böyle bir sistem, böyle bir mantık olabilir mi? Bu topraklar hepimizin ortak vatanıdır. Türk’ün de Kürt’ün de Çerkes’in de Alevi’nin de namazında niyazında olan Müslümanın da seküler vatandaşın da muhafazakarın da liberalin de. Biz böyle görüyoruz. Bu renkliliğe, bu çoğulculuğa uygun bir yaklaşımın, bir toplumsal sözleşmenin olmasını istiyoruz. 

Barış ve demokrasi bizden de Cumhur İttifakından da daha büyüktür

Bazı vatandaşlar da şunu soruyor: “Demokrasiyi hedeflemeyen barış mı olur?” Bizler bu sürecin menziline demokrasiyi ve hukuku koyduk. Bu sürecin özü, eşit bir kardeşlik hukuku ve demokratik toplumsal mutabakattır. Barış, demokratik topluma ulaşmamızı sağlayacak yegane köprüdür. Ne yapacağız, barış köprüsüyle demokrasiye ulaşacağız. Bu köprüyü hep birlikte inşa edeceğiz. Çünkü barış solcuların, sekülerlerin, sağcıların, muhafazakarların, milliyetçilerin, hepimizin ortak hakkıdır. Bu ortak hakkı birlikte savunmalı ve bu köprüyü birlikte inşa etmeliyiz. Bazıları bize sürekli bilerek isteyerek bunu yapıyorlar; “MHP ve AKP ile işbirliği mi yapacaksınız?” türünden sorular yöneltiyorlar. Net söyleyelim: Barış ve demokrasi bizden de Cumhur İttifakından da daha büyüktür. Barış ve demokrasi yolunda, ucuz siyasi hesapları ve çıkar oyunlarını reddediyoruz. Toplumun ve siyasetin ortak ve acil barış ihtiyacını, tüm farklılıklarımıza rağmen demokratik uzlaşıyla çözmeye karalıyız.

Utanmasalar, çatışmalar sürsün, gençlerin cenazeleri gelsin diyecekler

Bir de biz ne yapsak da “bölüyorlar, kesiyorlar, biçiyorlar” diyen akıldan yoksun barış karşıtları var. Hangi arkadaşımız konuşsa, doğru mu yanlış mı diye bakmaksızın tekfir edip linç ediyorlar. Utanmasalar, çatışmalar sürsün, gençlerimizin cenazeleri gelsin diyecekler; utanmasalar, Türk-Kürt ilişkileri sonsuz bir karanlığa gömülsün diyecekler. Bunlar ne barut ne de kan kokusu duymuş değiller. Bunlar çatışmalarda da zarar görmemişler. Oysa bakın, çatışmaların mağdurları hakikati başka bir biçimde dillendiriyor. Sokağa çıkma yasakları döneminde katledilen ve cenazesi günlerce buzdolabında saklanan Cemile Çağırga’nın annesi ne diyor biliyor musunuz? “İki çocuğum gözlerimin önünde, ellerimde can verdi ama bütün bu acılara rağmen barış diyoruz. Süreçten umutluyuz, ancak devlet de iktidar da adım atmalı” diyor. İki çocuğunu yitiren Cemile’nin annesi “Barış olsun, ben acılarımı yüreğime gömerim” diyor; barut kokusu almamış, kan, savaş ve çatışma görmemiş olanlar da “Barış bu ülkeyi böler” diyor. Altı çocuğunu çatışmalarda yitiren Cemile anne, “Evlatlarımızı güzel günler görmek için toprağa verdik. Barış gelirse onların acısı hafifler” diyor. Cemile annenin dediği gibi, barış gelirse tüm ülkenin yaşadığı acılar da hafiler. İşte altı çocuğunu yitirmiş Cemile anne “Barış gelirse acım hafifler” diyor; bir şeyini vermemiş insanlar da diyor ki Kürtler ve Türkler sonsuz kavga etsin, cenazeler gelsin. Değerli Türkiye halkları; kim çatışmadan ve savaştan yana, kim gençlerimiz için cenazelerin olmadığı ve demokratik bir geleceğin olduğu bir Türkiye’yi savunuyor, bunu çok iyi görün. Tüm annelerimizin ortak dileği şudur. “Bugüne kadar gün yüzü görmedik, artık onurlu çözüm ve bir barış olmalı” diyorlar. Biz de buna katılıyoruz. 

Kim ne yaparsa yapsın, biz barış yolundan dönmeyeceğiz; artık omuzlarımızda bu ülkenin çocuklarının tabutunu taşımak istemiyoruz

Bakın dünyada savaşın ne olduğunu çok iyi bilen birisi var. Aslında onun sözlerine de kulak kabartmak gerekiyor. Napolyon’u hepiniz çok iyi bilirsiniz. Napolyon dünyada adı savaşlarla geçen bir insandır. Ne diyor Napolyon biliyor musunuz? “Sadece bir gün bile savaşsaydınız, geri kalan ömrünüzün tamamında savaş olmasın diye dua ederdiniz” diyor. Napolyon bunu diyor ama hinek aqilsivik jî dibêjin heta êvarî şer şer şer. Em jî dibêjin xwelî li serê we be. Adıyamanlı arkadaşlarım daha iyi bilir, Komagene’nin Adıyaman’daki heykellerinde tokalaşan tasvirler var. Tarih bunun örnekleriyle doludur ama Komagene’nin heykellerinde bu çok net bir şekilde tasvir edilmiş. İşte biz Komagene’deki o tokalaşmanın arkasındayız, onu savunuyoruz, onu esas alacağız ve inşallah bu ülkeye de tokalaşarak barışı getireceğiz. Barış karşıtları ne yaparsa yapsın, asla prim vermeyeceğiz ve doğru bildiğimiz yoldan vazgeçmeyeceğiz. Kimsenin imtiyazlı yaşamı için milyonların geleceğini heba etmesine de izin vermeyeceğiz. Bunun sözünü veriyoruz. Kim hangi hesabın peşine düşerse düşsün, biz artık omuzlarımızda bu ülkenin çocuklarının tabutlarını taşımak istemiyoruz. Biz barışı omuzlamak istiyoruz. Yaşamın kutsallığına inanıyoruz. Ortak vatanda demokratik bir yaşam için dün de hazırdık, bugün de hazırız. Varız ve çalışacağız. Türkiye’nin yeni yüzyılda bir barış misakına ihtiyacı var. Bu barış misakının kaynağı da sizlersiniz, toplumdur. Barış misakıyla, ölümlerde ayrışarak değil yaşamda birleşerek bir arada olacağız. Barış misakı Türk-Kürt ilişkilerinde yeni bir yüzyılın kapısını aralayabilir. Bu misak sadece bugünün değil gelecek yüzyılların da refahını, huzurunu ve kardeşliğini garanti edecek bir taahhüttür. Halklar arasında kurulacak demokratik bağ her şeyden daha büyük, daha derin ve daha kutsaldır. Biz, 86 milyona taahhütte bulunmaya hazırız. İktidar da buna hazır mı? Ana muhalefet partisi de buna hazır mı? Bu soruları sormaya devam edeceğiz. Barış sadece Kürt’ün değil, sadece Adıyamanlıların değil, sadece DEM Parti’nin değildir; barış senindir, bizimdir, hepimizindir, 86 milyonundur. Ve barışa sahip çıkmamız gerektiğini belirtmek istiyorum.

Sayın Öcalan’ın kardeşlik hukuku çağrısı, demokratik ulus mutabakatı temelinde yeni ve kalıcı bir toplumsal sözleşmenin ruhunu yansıtıyor

Sayın Öcalan’ın kardeşlik hukuku çağrısı, demokratik ulus mutabakatı temelinde yeni ve kalıcı bir toplumsal sözleşmenin ruhunu yansıtıyor. Bin yıllık kardeşliğimizi eşit yurttaşlığa dayalı demokratik bir anayasayla güvence altına alabiliriz. Bugün, 27 Mayıs'ın yıldönümü. Buradan bir kez daha seslenmek istiyorum: Askeri vesayet ve darbe kültürünü, demokratik bir sözleşmeyle tamamen kapatabilir ve bu topraklardan kaldırabiliriz. Darbenin panzehri, özgür siyasettir; evrensel hukuktur, demokratik uzlaşıdır. Siyaseti kişisellikten arındırıp kurumsal çözümlere odaklanmanın zamanıdır. Siyasetin benden bize, kişisel hedeften ortak gelecek eksenine kayması anayasal dönüşümü hazırlar. Anayasa tartışması bir tabu değil. Demokrasi, adalet ve özgürlük ekseninde samimi bir müzakere alanı olmalıdır. Ne eski vesayete sığınırız ve kabul ederiz ne de mevcut merkezileşmeyi kabul ederiz. Biz Üçüncü Yol’uz. Biz demokratik zeminiz. Biz, 86 milyon insanın barış içerisinde kardeşçe yaşamasını savunan bir yoluz ve öyle olmaya da devam edeceğiz. Biz kimsenin yedeği ya da pazarlık unsuru değiliz ha! Biz DEM Parti’yiz; kırk yıldır bütün zulüm ve acılara rağmen ayakta durmayı bilen ve Türkiye’nin en temel zemini haline gelen bir partiyiz. Biz öyle kimsenin yedeği de değiliz, kesinlikle pazarlık unsuru da değiliz, olmayız da. Bu süreç de o süreç değil. Biz demokratik siyasetin kurucu unsuruyuz, kendisiyiz. Bizden daha demokratik zemin mi var? Bizden daha kararlı şekilde demokratik zemin mücadelesini yürüten başka bir zemin mi var? Rotası demokrasi olana elimizi uzatırız. Barışa gönül verene de yüreğimizi açarız. Ancak ikisi de olmayanın karşısında da mücadele ederiz. 

Toplumsal barışını sağlamış bir ülkeye kimse kötü niyetle zaten bakamaz

İktidardan muhalefete, toplumsal kesimlerden inanç örgütlerine kadar herkesi barış etrafında buluşmaya davet ediyoruz. Emin olun, bu davet çok kutsal bir davettir. Bu davet kavganın ve çatışmanın olmadığı bir Türkiye’de insanca, kardeşçe, eşitçe yaşama davetidir. Eğer güçlü Türkiye diyorsak, bunun yolu demokratik Türkiye’yi kurmaktan geçer. Eğer güvenlik kaygımız varsa, bunun yolu toplumsal barış ve demokrasidir. En büyük güvenlik, tel örgüler ve beton bariyerlerle sağlanmaz. Kendi ülkesinde toplumsal barışı sağlamış bir ülkenin mayına da tel örgüye de beton duvarlara da ihtiyacı yoktur. Toplumsal barışı sağlamış bir ülkeye kimse art niyetle, kötü niyetle zaten bakamaz. Eğer ortak gelecek diyorsak, bu niyette kalmamalıdır, harekete geçmeliyiz. Kardeşlik hukuku ve yeni bir toplumsal sözleşme büyüyen, güçlenen ve birlikte var olan bir Türkiye demektir. Bu Türkiye’yi kurmak hepimizin elindedir. Çünkü bu Türkiye hepimizin, bu ülke hepimizindir. Bugün atılan her adım, yarının Türkiyesi’ne açılan bir kapıdır. Omuz omuza, yürek yüreğe asırlık özlemimiz olan bu süreci barışla taçlandıracağımıza olan inançla hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. 

27 Mayıs 2025