Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan'ın Yeni Yaşam'a verdiği röportaj:
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, seçimden sonra ilk değerlendirmesini Yeni Yaşam’a yaptı: Artık savaşla gidilecek bir yol kalmadığı 31 Mart’ta bir kez daha görüldü. Erdoğan ve rejim, şiddeti esas alarak bir iktidar denklemi kuruyor. Başta muhalefet olmak üzere kimsenin bu oyuna gelmemesi gerekiyor. İstenirse İmralı’nın kapıları açılır ve çatışmalar en kısa sürede biter.
Yerel seçimler Türkiye’nin siyasi haritasını değiştirdi ve moral üstünlük muhalefete geçti. Aslında seçim daha bitmiş sayılmaz. İktidar çeşitli komplolarla sandıkta çıkan sonucu değiştirme çabalarını sürdürüyor. Ama bu AKP’nin büyük kaybettiği gerçeğini değiştirmiyor. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, seçim sonrası ilk değerlendirmelerini gazetemiz Yeni Yaşam’a yaptı. Bakırhan’la seçimi ve komploları, seçim sonrası Türkiye ve Kurdistan siyasi haritasını konuştuk.
Kurdistan ve Türkiye’de önemli bir yerel seçim yaşandı. Referandum ve genel seçim niteliğinde sonuçlar ortaya çıktı. İki açıdan değerlendirmenizi isteyeceğim. Birincisi Türkiye geneli için bu sonuçlar hem iktidar hem de muhalefet açısından ne söylüyor? Siz parti olarak sonuçların ortaya çıkardığı genel tabloyu nasıl okuyorsunuz?
15 Ekim 2023 tarihinde yaptığımız büyük kongreden hemen sonra seçim maratonu içerisine girdik. Mayıs seçimleri muhalefetin toplumsal ve siyasal açıdan sendelemesine neden olmuştu. 31 Mart seçimleri ise iktidar için sonun başlangıcı, muhalefet için de ‘hakiki siyaset’ yapmanın fırsatını sunmuştur. AKP-MHP ve onların siyaset tarzlarından yorulan toplum iktidarın bitmez tükenmez algı mühendisliğinden bıkmış durumdaydı ve sonuçta 31 Mart’ta halk buna ‘dur’ dedi. AKP’nin seçim sonuçlarından ders çıkarmaması kademeli olarak daha da erimesine neden olacaktır. Öte yandan derinleşen siyasal, ekonomik ve toplumsal çoklu krizler çözüm bekleyen acil sorunlar olarak önümüzde duruyor. Buna dair rasyonel her adım ülkeyi düze çıkaracaktır; aksi her tutum iktidarın gidişini kaçınılmaz kılacaktır ama ülkenin kaderini de derinden sarsacaktır. 31 Mart seçimlerinin bizler açısından da birçok sonucu var. Kurdistan’da kayyım rejiminin iflası ve Kürtlerin Kürt meselesinin çözümü ve demokratikleşme konusundaki mesajı en önemli sonuçtur. Diğer önemli sonuç ise Kürt düşmanlığı siyasetinin çöküşüdür. Kürtlere düşmanlık siyaseti, onlara siyaseti yasaklamanın iktidara büyük kaybettirdiği bir kez daha görüldü. Güvenlikçi siyaset, toplumun manipülasyonu ve korku üretimi üzerinden gidilen politik hat bumerang gibi geri tepti. Bu seçimin kazananı şüphesiz 3. Yol siyasetidir, Türkiye’nin emekçileri, kadınları, halkları ve inançlarıdır. Bu seçimin kazananı Türkiye’de değişimi isteyenlerdir. Kazanan yerel demokrasi ve statü talebi olmuştur, kazanan halkımızın iradesi ve barış kültüründeki ısrarı olmuştur. Uzatmadan bir gerçeğe daha işaret etmek isterim. Bir kez daha görüldü ki, DEM Parti’nin olmadığı bir denklem kurulamaz. 1 Nisan itibariyle Türkiye siyasetinde denklem kurmak isteyen herkes DEM Parti’yi hesaba katmadıkça bir yol bulamaz, bir yol açamaz.
Sormak istediğim ikinci nokta seçimi Kurdistan açısından değerlendirmeniz. Seçim öncesi ve günü taşımalı kayyım seçmen gündeme oturdu. Buna rağmen partiniz kayyım atanan yerleri ve başka kentleri kazandı. Kurdistan açısından sonuçlar ne söylüyor? Parti olarak istediğiniz sonucu elde ettiniz mi?
El konulmaya çalışılan, hile ve usulsüzlüklerle, zorla gasp etmelerle, iptal ettirme ve oy çalmalara rağmen hem oy sayımız hem belediye sayımız açısından 2014’teki sonucu aşan bir yerdeyiz. Ve çok içten, inanarak belirtiyorum, sonraki seçimlerde hiçbir şey önümüzde duramaz, bu başarımız katlanarak devam edecektir. Çünkü yerel demokrasi talebi, kendini ve kentini yönetme isteği demokrasinin en gerçekçi halidir. Halkın ekmek su gibi talep ettiği bir politikadır.
Kurdistan’da dünyada eşi benzeri görülmemiş hile ve usulsüzlüklere tanık olduk. Medyanın sansürü, kolluk kuvvetlerinin saldırıları, kaçak seçmenler üzerinden irade hırsızlığını, asker polisin şiddetini tüm dünya gördü. Herkes tanık oldu. Bu açık bir darbeydi. Demokrasi ile meşruluk kazanamayanlar hile ve zorbalıkla Kürt halkına şiddet üzerinden meşruluk talep etti, buna geçit vermedik. İşte biz böyle bir ortamda çalışma yürüttük. Böyle bir ortamda halkımız, bütün partililerimiz gece gündüz demeden emek verdi. Bu bakımdan haritada mora boyanan her yerin söylediği şey şudur: Artık yeni bir aşama ve yeni bir eşikteyiz. Seçim sonuçları “yerel demokrasi, demokratik siyaset, diyalog, evrensel hukuk çözümdür” mesajını net şekilde içeriyor. Siyasetin yönü buraya evrilmelidir. Türkiye halkları yaşam siyasetini tercih etmiştir.
Wan’da açık ara partinizin kazanmasına rağmen mazbatanın AKP adayına verilmesi ve ardından yaşananları nasıl okuyorsunuz? Wan’da ne denendi?
Van’da açığa çıkan şey, kumpas siyasetinin devletin önemli kodlarından biri olduğudur. Bu kumpasın çok önceden planlandığı açıktır. Çünkü dilekçeler 31 Mart tarihlidir. Durum 2019’da 1 Nisan günü valilikler tarafından Diyarbakır, Van, Mardin için hazırlanan kayyım atama dilekçelerini hatırlatmaktadır. Van’da, başta il seçim kurulundaki kimi odaklar olmak üzere, bürokratların ve bazı yargı mensuplarının da içinde olduğu kirli bir tezgâh vardı. Van’da bir provokasyon denendi diyebilirim ve bu provokasyon tertiplenen savaş gündeminden, iktidar içi çekişmelerden, bölgedeki çıkar şebekelerinden bağımsız değildi. Bu örgütlü kötülük hali büyük bir sağduyu ve demokratik tepkiyle püskürtüldü. Van’da açığa çıkan şey tüm Türkiye toplumuna şunu gösterdi: Bu halka haksızlık yapılıyor. Bu halkın çözüm, barış eli sürekli görmezden geliniyor. Demokratik olmayan, şiddeti yayan ve her türlü huzursuzluğu yaratanın bizatihi devlet içi yapılar olduğu netleşmiş oldu.
Birinci olduğunuz ancak taşımalı kayyım seçmenle sonuçları değişen kentler var. Bu Wan’da yaşanan irade gaspı ile aynı değil mi? Şirnex’te Kürt bir amcanın söylediği “Konuş, sen nerelisin?” sözü bu dönemin adeta sloganı oldu. Bu kentler için ne yapacaksınız?
Birçok yerde sorunlar sürüyor. Hilvan, Kars, Uludere, Şırnak ve Bitlis… Taşımalı seçmen gibi aleni usulsüzlüklerin yaşandığı yerlerde DEM Parti’nin itirazları reddedilirken; AKP’nin yaptığı tüm itirazlar kabul ediliyor. Arkadaşlarımız, MYK-PM üyelerimiz, vekillerimiz bir haftadır gece gündüz çalışmaya, gerçekleri dillendirmeye ve belgelemeye devam etmektedir. İtirazlarımızı yapmaya devam ediyoruz. Bu açıktan yapılan gasp siyasetinin olağanlaşmasına asla izin vermeyeceğiz. Tüm bu yerlerde mücadelemiz sürüyor.
‘Konuş, sen nerelisin?’ sözü halk iradesini yok sayan zihniyete verilen tarihi ve anlamlı bir tepki olmuştur. Bu tepki milyonların duygusudur, sözüdür. Hafızalara kazınan bu samimi söylem ve duruş Kürt halkının yaşadığı her yerde yerel demokrasiyle kendini yönetme çığlığı olmuştur. Bu ‘İrademi tanı, irademe saygı duy’ çığlığıdır.
YSK’ye aracılığınız ile çağrıda bulunmak istiyorum: Sizin göreviniz iktidardan yana değil, halktan ve haktan yana karar almanızdır. Sizin tek bir göreviniz var o da seçmenin iradesini korumaktır.
Kayyımların yarattığı tahribatı AKP’li bazı politikacılar kabul ediyor. Devasa borçlar bırakıldı. Kaynaklar heba edildiğine göre bu tahribatı gidermek için neler planlıyorsunuz?
2019 yılında belediyeleri kayyımlardan kurtardığımızda devasa borçlar, belediye mülklerinin başka kurumlara verilmesi veya satılması gibi halk düşmanı ve yolsuzluğu esas alan sonuçlarla karşılaşmıştık. Kayyımları sadece iktidarın baskı ve yok sayma politikaları kapsamında atanan kamu görevlileri olarak tanımlamak eksik kalır. Kayyımlar bir sömürge uygulaması olarak sömürge halkın sadece siyasi iradesini değil kaynaklarını, kültürünü, dilini, değerlerini de hedef almıştır. Belediyelerimizde kayyımlardan kalan büyük bir yıkımın olduğunu biliyoruz. Kayyım yıkımının üstüne merkezi iktidarın baskıları, kısıtlamaları, engelleri eklenecek, farkındayız. Tüm bunlara rağmen belediyeleri borçtan kurtarma, kaynaklarına sahip çıkma, güçlü bir belediyecilik hizmeti verme konusunda kendimize güveniyoruz. Biz klasik belediyecilik yapmıyoruz. Bunu nasıl yapacağımıza dair elimizde güçlü bir miras var, deneyim tarihi var. Gücümüz de, kaynağımız da halk. Halkla beraber çözüm bulacağız, kentlerimize birlikte el atacağız.
Eş başkanlığa seçildiğiniz kongre sırasında yaptığımız söyleşide Batı metropollerinde de bazı belediyeleri kazanacağınızı söylemiştiniz? Bu gerçekleşti. Batı kentleri açısından da beklediğiniz sonucu elde ettiniz mi?
Seçimde üç temel hedefimiz vardı. İlki kayyımları göndermekti. Bunu büyük başarı ile sağladık. İkincisi Kurdistan’da önceki seçimde kaybettiğimiz belediyeleri almaktı. Bunu da her türlü kaçak seçmen gibi hilelere rağmen büyük oranda başardık. Batı’da ise kent yönetimlerinde yer almak istediğimizi söyledik. Bunda da güçlü bir başarı sağladık. Artık birçok merkezde belediye yönetimlerinde yer alıyoruz. İlk defa bu kadar geniş bir coğrafya ve büyük ölçekli nüfustan sorumlu yönetim sorumluluğu alıyoruz. Başarılı sonuçlar aldık ama potansiyelimiz daha yüksek. Hem bu potansiyeli gerçekleştirmek üzere daha güçlü siyaset yapmak hem de Batı’da yurttaşlara belediyecilik nasıl yapılır sorusunun cevabını vermek için çalışmalarımızı artıracağız.
Bundan sonraki stratejiniz hakkında bazı ipuçları verebilir misiniz?
Siyaseti seçime endekslemeyen bir gelenekten geliyoruz. Seçim gecesi açıklamamızda da ifade ettik. Daha yeni başlıyoruz. Öncelikle seçim sonuçlarını kapsamlı olarak değerlendireceğiz. Eksiklerimiz ve hatalarımıza yoğunlaşacağız. 14 Mayıs sonrası başladığımız yeniden yapılanma sürecine ivme katarak devam edeceğiz.
Türkiye’de giderek belirgin hale gelen üç kutuplu siyasette, 3. Yol’u örgütlemek temel hedeflerimizden biridir. 3. Yol’u daha geniş şekilde örgütlemek üzere demokratik ittifakları her yere yayacağız. Siyasi, ekonomik ve toplumsal boyutları olan çoklu krizlere karşı yerel demokrasiyi ve doğrudan mücadele zeminlerini geliştirmeyi esas alan demokratik ittifaklarla ortak yaşamı öreceğiz. Öte yandan Kürt sorununun demokratik çözümü ve mutlak tecridin kaldırılmasıyla ilgili seçim öncesinde başlattığımız Büyük Özgürlük Yürüyüşü mücadelesini farklı yol ve yöntemlerle mutlaka başarıya ulaştıracağız.
R. Tayyip Erdoğan hezimetin ortaya çıktığı seçim gecesi savaştan bahsetti. Kurdistan coğrafyasını kastederek “Teröristana izin vermeyeceğiz” diyerek savaş sinyali verdi. Şöyle yorumlar var: AKP-MHP iktidarı azınlığa düştü, fiilen bir azınlık iktidarı. Bu ortaya çıkan hezimeti örtmek için savaş politikalarını derinleştirebilir deniliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Erdoğan’ın seçim gecesi yaptığı konuşmadan anlaşılan şey, DEM Parti’nin büyük başarısı kendisini en çok zorlayan sonuç olmuş. Bu açıklamaya karşın bizler açısından Kürt meselesinde muhatap kişilerden çok, sistemdir ve devlet aklıdır. Söz konusu kişilerden öte, kurulduğu günden beri tekçilik ve otoriterliği esas alan kurucu akıldır. DEM Parti’nin başarısını hazmedemeyen bu yaklaşım, bütün ülkenin enerjisini tüketiyor, tüm toplum kesimlerine kaybettiriyor.
Artık savaşla gidilecek tek bir yol kalmadığı 31 Mart’ta bir kez daha görüldü. Erdoğan ve rejim, şiddeti esas alarak Türkiye’de seçimi de aşan bir yerde iktidar denklemi kuruyor. Başta muhalefet olmak üzere kimsenin bu oyuna gelmemesi gerekiyor. İstenirse İmralı’nın kapıları açılır ve çatışmalar en kısa sürede biter. Herkesin bu gerçeğin farkında olması lazım.
Bu savaş ilanlarına, çatışmayı esas alan yaklaşıma karşı barış mücadelesi vermek hem iktidar denklemlerinin oluşmasında gücü geniş muhalefete verir hem de şiddet politikalarını mahkûm ederek tüm topluma kazandırır.
Önümüzdeki dönemi eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış siyasetinin güçlenmesi; topluma yayılması ve inşa edilmesi üzerine kuracağız. Bu yönüyle 2028 perspektifimiz sadece kişilerin, yapıların varlığı veya yokluğu üzerine değil kurucu bir perspektifle Kürt halkının ve Türkiye halklarının kazanımlarını hedeflemektedir. Kişiye ve yapıya endeksli değerlendirmeler ideolojik ve politik olarak günceli okumakta yetersiz kalır. İkinci yüzyılın şafağında Türkiye’nin kurucu siyasal fikirlere ihtiyacı olduğu açıktır. Hedefimiz demokratik siyaset temelinde çözüm ve müzakere siyasetini büyütmektir.
Devlet demokrasiden korkuyor
Tuncer Bakırhan son seçimlerini Kurdistan ve Türkiye’de demokrasi için önemli bir fırsat yaratığını belirtiyor ve şunları söylüyor: “31 Mart seçim sonuçlarına baktığımızda Türkiye halklarının ve Kürt halkının verdiği çok güçlü mesajlar var. Birincisi Kürt halkı artık esaret altında yaşamak istemiyor. Kürt halkı varlığı tanınarak ortak yaşamı inşa etmek istiyor. İkincisi Türkiye halkları tek tip yurttaşlık gömleğine sığmadığını net şekilde ifade etti. Artık bu topluma tek tip kimlik giydirmek, tekçi ve anti-demokratik bir devlet dayatmak zamanın ruhuna aykırı bir çabadır. Biz asla rövanşist yaklaşmayacağız. Gerçeklerin, ihtiyaçların ve olması gerekenin farkındayız ve bunların en güçlü sözcüsüyüz. Temel derdimiz, Kürt halkına statü ve Türkiye halklarının eşit, demokratik, özgür ortak yaşamıdır. Yeni açılan pencerelerden görünen temel iki şey var. Birincisi devlet artı demokrasi formülüdür. İkincisi ise eşit yurttaşlık temelinde bir yurttaşlık kabulüdür. Tekçilik üzerine kurulan ve darbelerle biçim verilerek süregelen devleti demokratikleştirmektir. Devletin halktan uzak duran ve demokrasiden korkan karakterine son vermek gerekiyor. Devlet artı demokrasi formülü yeni dönemin pencerelerinden biridir. İkincisi ise bütün kimliklerin eşit ve özgür bir biçimde yaşayabileceği yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç var. Dolayısıyla demokratik anayasayla garanti altına alınmış eşit yurttaşlık artık bu toplumun özü haline getirilmelidir. Bu iki pencereden eski yola bakmak bu ülkede halka rağmen siyasettir ve kaybetmeye mahkûmdur. Ülke meselelerine demokratik pencerelerden bakmak ise topluma büyük kazandırır.”
Röportaj: Hüseyin Kalkan
9 Nisan 2024