Beştaş: Bu ülkede ne zaman barışın bütçesi yapılırsa, halkın yoksulluğu, o zaman sona erer

Grup Başkanvekilimiz Meral Danış Beştaş'ın, 2024 yılı bütçesi kapanış oturumunda yaptığı konuşması: 

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ Leyla Güven ve Bekir Kaya şahsında tüm seçilmişlerimiz, yöneticilerimiz ve yol arkadaşlarımız, ekranları başında bizleri dinleyen çok kıymetli halkımız, Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Tam da bu kürsüde Kocaeli Milletvekili Sayın Hasan Bitmez’i yitirdik. Bir kez daha kendisine rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Gerek Komisyonda gerekse burada harcanan yoğun mesaide bizleri takip ederek desteklerini sunan halklarımıza, Meclis emekçilerine; kavaslara, stenograflara, teknik ekibe, garsonlara, danışman ve milletvekili arkadaşlarımıza ayrı ayrı tek tek teşekkür ediyoruz.

Bütçe, yasamanın; yürütmeye, gelirlerin alınmasına izin, giderlerin yapılmasına yetki verdiği ekonomik bir plan, siyasi bir belgedir. Diğer yandan da bütçe yaşadığımız toplumun bir aynasıdır. Parayı kullanma biçiminiz, geleceğinizi de belirleyen bir tavırdır aynı zamanda.

Fakat yoğun geçen günler ve geceler boyunca gördüğümüz tavır; bolca israf, hamaset, pervasızlık ve halka karşı vurdumduymazlıktı. Karşımızda, hukuk tanımaz iktidarın yarattığı yaralı bir ülke var! Ve o yaralı ülkede yaşam ve geçim savaşı veren yaralı halklar. Yara büyük! Neden mi? Yalanlarla yasaları birbirine çatıp, ortaya kendi bekası uğruna hukuka savaş açan bir iktidar var. Sayelerinde, 12 Eylül Anayasası bile daha demokratik görünüyor.  Geldiklerinden beri anayasayı istediği gibi değiştirip, hatta sistemi değiştirerek tüm yetkileri kendinde toplayıp, meclisi çalışamaz, yargıyı bağımlı kılıp hala bu Anayasayı da uygulayacağız deniyor.

Anayasaya aykırılık, salt iktidar tarafından topluma dayatılan bir durum değil; faşizmin yarattığı bir olgudur. Anayasayı ‘bekleme odasına’ alanın da ‘anayasaya aykırı ama evet’ diyenin de kodları aynı! Ülkeyi yaralı hale getirip hukuksuzluğu silah gibi toplumun gözlerinin içine doğrultan aynı akıldır. O nedenle kimse AİHM kararına uyulmadı, Yargıtay AYM’ye muhtıra çekti diye şaşırmasın. Zira Can Atalay kararı, 2002'de iktidara gelen AKP ile AYM arasında gerilime neden olan ilk karar değil. Demirtaş, Yüksekdağ ve Leyla Güven için hangi AİHM hangi AYM kararı uygulandı ki? Bunun gibi onlarca karardan söz edebilirim.

AYM’nin çoğu kararı AKP için vahim görülmüş; kendilerince vahamet olan hususlar anayasa değişikliğine konu olmuştur. Şimdi de Can Atalay kararı sonrası Yargıtay; AYM ile ortak bir amaca, anayasanın iktidarın bekası lehine değiştirilmesine hizmet etmektedir. Parlamentoyu çalıştırmayarak bir korkuluğa, siyasallaştırılan yargıyı halka doğrultulmuş bir silaha dönüştürmek yeterli değil onlar için. Bütçeden hep daha fazlasını kendine pay eden hırs; yasama ve yargı erkinin âmâsız fakatsız elinde olmasını ister. Mafya kliklerinin parsellediği, tahliyelerin sektöre çevrildiği, rüşvetin en geçerli yasa haline geldiği bu çürümüş yargı sistemi bir ringe dönüşmüştür.

Ülkede mafya niye var? Çünkü hukuk yok. Türkiye’yi yerli ve yabancı mafya için güvenli bir bölgeye dönüştürdünüz. Ülkeyi uluslararası mafyanın koridoru, off-shore ülkesi yaptınız. Yabancı mafyayı, yerli ve milli mafyaya kayyım olarak atadınız.  Milli güvenlik adı altında yasaklamadık etkinlik, konser, festival, grev, toplantı bırakmayan iktidarınızda, uluslararası suç örgütleri hep Türkiye’de. Kendi yurttaşını güvenlik sorunu olarak gören bu zihniyet, uluslararası suç örgütlerini güvenlik sorunu yapmıyor. Bu ülkenin asıl güvenlik sorunu sizin zihniyetinizdir, yönetme biçiminizdir! İktidarın ülkeyi sürüklediği karanlık girdabın en net örneği tecrittir! Hiçbir hukuk sisteminin barındıramayacağı, hiçbir vicdanın kaldıramayacağı tecrid bu ülkenin yarasıdır. Bu yaranın tedavisi de İmralı kapılarının açılmasıdır. Burada günlerce övündüğünüz iha’lar, toplar, tanklar ve tüfeklerden daha derin bir icadınız var. Hakkını aramak isteyenin karşısına insansız ve hukuksuz bir sistem çıkardınız. İnsansız uçak yaptınız, hüneriniz bitmedi. Hukuksuz bir ülke yarattınız. Adalete inanan tek bir yurttaş bırakmadınız!

Edward Said der ki; “Bugün, insanın evindeyken kendini evinde hissetmemesi bir ahlak sorunudur.” Yurttaşları kendi evlerinde hissettirmemek adına, hukuksuzluk adına, ne varsa yapıldı. 7 Haziran seçimlerinde yurttaşlar tarihsel bir tercihte bulundu, yanıtınız seçimi yenileyip, yasaları tanımamak oldu. Halkın demokratik iradesinin karşısına demokrasi düşmanlığıyla çıktınız. Gezi’den intikam alıp, Kobani meselesini, uydurma bir davaya dönüştürerek, hukuku halklara olan hıncınız için sürdürüyorsunuz, onunla hınç alıyor ve kullanıyorsunuz. Devam ediyor, durmuyorsunuz. Binlerce insan için sadece iki örnek vereceğim. Mazlum İçli gibi TJA aktivisti Sümeyye Gök de bir komplo dosya kapsamında yargılanıyor. Daha ne çok isim var, işkence tezgahlarında ömürlerini erittiğiniz!

Hasta mahpusları öldürüyor, buna cinayet değil hukuk diyorsunuz. İdare ve Gözlem Kurulu diye bir şey uydurdunuz, infazını tamamlayanları cezaevinde tutmanın yolunu arıyorsunuz. 

Sessiz sedasız Türkiye’ye fiili idam cezasını getirdiniz. BM’ye, AB’ye, AGİT’e ve bütün mekanizmalara sesleniyorum: Bilin ki Türkiye cezaevlerinde fiili idam uygulanıyor! Yasası olmayan ceza. Hasta mahpusları ölüme terk edip, infaz yakmalarla cezaevinde tuttuğunuz her bir mahpusu idama hazırlıyorsunuz. 90’lardan ne çok öğrenmişsiniz. O dönem yargısız infaz vardı; şimdi yargılı infaz. Bravo sizlere.

Geçmişle hesaplaşmadınız. Geçmişin hesaplarının üzerine yeni hesaplar eklediniz. Büyüttüğünüz sermaye ile suç işlerinde ortaklaştınız. Soma’nın, Ermenek’in, Amasra’nın hesabını sormadığınız, gerçek failleri yargılamadığınız için kaçak madeninde ölen işçiyi bir de göçmen diye yakma yetkisi verdiniz sermayedarınıza. Sermaye ile suç ortaklığınızın sonucudur bu vehamet. Kayda geçsin.

Evet, ülkede can güvenliği sorunu yarattınız. “Ben devlete emanet ettim; devlet onu koruyamadı” demişti Zeren Ertaş’ın babası. Öğrenciler asansörden düşebilir, işçi göçük altında kalabilir. Yaşanabilir değil, ölümle yüz yüze gelinen bir ülke yarattınız. Saray güvenliği için harcadığınız bütçenin onda birini yüzde birini asansör için harcamadınız. 

Evet değerli arkadaşlar,

İktidarın hukukla savaş halinin dünyaya da kendi halklarına da güven vermediği, bu güvensizlik ortamının ise, öngörülen bütçenin meşruiyetini zedelediği bilinsin. O yüzden ülke ülke dolaşıp yatırım bekleyeceğinize, önce evinizin içini temizleyin. Kürt sorununu bomba akılsızlığıyla değil siyasi akılla çözme niyeti gösterseniz, Bakanınız kapı kapı para peşinde koşmayacak. Milli Savunma Bakanlığı’nın kasasındaki savaş parası bu ülkenin kalkınma bütçesinde dönüşecek. Mesele bu kadar yalın ve basit.

Kürt sorununun çözümsüzlüğü noktasındaki inatçı ısrarınız; hukuktan giderek uzaklaşmayı, hukuksuzluğun yaygınlaşması ise ekonomik krizi derinleştiren bir olgudur.Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü’nün 2023 yılı raporuna göre; Türkiye Hukukun Üstünlüğü kategorisinde 173 ülke arasında 148. sıradadır. Gurur duyun! 148’inci sıradakinden sonraki ülkeler inanın ki sizi kıskanıyor.

2023 yılında ihlal kararları doğrultusunda bireysel başvurular için ödenen tazminat 1.3 milyar TL. Geçen yılın tam 5 katı bir artış var. Bu rakam, iktidarın, yurttaşa nasıl davrandığının yansımasıdır. Üstünlerin değil, hukukun üstünlüğü diyordunuz; hukuksuzluğun üstünlüğünde karar kıldınız.

Bu bütçe süresince gördük ki sizin yaraları sarma gibi bir derdiniz yok. Siz ağzınızı açtığınızda bile halkın yarasına tuz basıyorsunuz. Halk gırtlağına  kadar derde, borca düşmüşken, açlık gibi en temel meselelerde boğulmuşken siz, en hararetli konuşmanızı Kürtçe konuşan vekillere saldırmak için yaptınız!

Kürt’e düşmanlık yaptığınız kadar enflasyonla, halkın geçim derdiyle kavgalı değilsiniz.Öyle ki, iki kelime Kürtçe’den korktuğunuz kadar bu ülkenin çökmekte oluşundan korku duymuyorsunuz. Çok rahatsınız. Allah akıl fikir versin. Xeli sere we be!

Anayasaya uymak aklınızın kıyısından bile geçmezken Kürt düşmanlığında Anayasaya mı sarılıyorsunuz? Anayasal haklar, anayasal yurttaşlık, anayasal özgürlük yok. Ama anayasal Kürt düşmanlığı, anayasal demokrasi düşmanlığı, anayasal kadın düşmanlığı var. Bu ülkede düşmanlığın anayasasını yarattınız!

Attığınız adım bile Anayasaya aykırıyken Anayasa 3’ü Kürde karşı boynuna muska yapanlara iki çift lafım var elbet: Anayasaya göre ettiğiniz yeminde; “milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği”, “hukukun üstünlüğü”, “demokratik ve laik cumhuriyet”, “toplumun refah ve huzuru”, “adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması” ifadeleri  var. Bunları asıl ihlal eden siz değil misiniz? Sahi, anayasadan haberiniz var mı! Cevabı ben vereyim; işinize gelince vaaar, işinize gelince yok! Ne ala dünya!

Bakın her şey çok net. “Ne kadar ekmek, o kadar köfte”. Bu sözü yerinden yöneticiler, kayyımlar, valiler çok söylüyor. Erzurum'da belediye başkanı her yerde söylüyor. Ne kadar oy o kadar hizmet diyorlar.

Mevcut ekonomi koşullarında da “Ne kadar demokrasi, o kadar ekonomi” Demokrasi rafa kaldırılınca, ekonomi tepetaklak oldu. Yüksek enflasyon karşısında ücretler, gelirler nasıl eridiyse, hukuksuzluklar ve baskılar karşısında da kırıntı düzeyindeki demokrasi eridi, hukuk eridi.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı konuşmasında milli gelir artışından sözetti. Başka bir bakan da artan sosyal yardımlarla övündü. Biz mi yanlış hesaplıyoruz? Milli gelir arttıysa sosyal yardımların azalması gerekmiyor mu? Sosyal yardımlar artıyorsa, milli gelir düşüyor demektir! Hangisini çözelim bilmiyorum, sanırım herkes bu meselenin cevabını biliyor.

Asıl mesele şu: kişi başına düşen demokrasi, kişi başına düşen hukuk, kişi başına düşen özgürlük arttı mı, yoksa tamamen ortadan mı kaldırıldı? Buna cevap vermeniz gerekir! Evet, kişi başına düşen yoksulluk da, kişi başına düşen baskı da, şiddet de, yasak da, eşitsizlik de, ötekileştirme de, kişi başına düşen inkâr ve ret de cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminizde katmerlenerek arttı. Artıyor.

Demokrasi ortadan kaldırılıp, milliyetçilik pompalanırken, Kürt düşmanlığı köpürtülürken ne oldu biliyor musunuz? Emekçiler yoksullaştı, ekonomide emeğin payı düştü. Çözüm sürecinde toplumsal refah artarken; çözümsüzlük sürecinde sermayenin, yandaşların refahı yükseldi, toplumsal refah çöktü.

Bu ülkede ne zaman barışın bütçesi yapılırsa, halkın yoksulluğu, o zaman sona erer. Bütçe ayırmadığınız için yurtlardaki asansör facialarından koruyamadığınız öğrencileri, çaresizlikten intihara sürüklenen insanları, erkek şiddetinin hedefindeki kadınları, istismara uğrayan çocukları F16’larla mı, füzelerle mi koruyacaksınız?

Eduardo Galeano “Bu ülkede zengin olmayan herkes yoksuldur” der. Evet, Türkiye’de zengin değilsen yoksulsun. Yoksul değilsen zenginsin! İktidar toplumu bu hale getirmiştir. Ya zenginsin ya da yoksul. Mesele budur.

Türkiye’nin en büyük iş ve istihdam kaybı yaşanıyor ama işçi, emekçi grev yapamıyor. Neden? İktidarın sopası olan yargı “milli güvenlik” gerekçesiyle grevleri yasaklıyor. AKP-MHP iktidarı sermayenin iktidarı değildir de nedir? AKP-MHP iktidarı işçi düşmanı değildir de nedir? Bir de iktidar çıkmış bununla övünüyor. “Bizim zamanımızda grev mrev denilen olaylar kalktı” diyor. İyi bir şey mi gibi. Bu övünülecek değil demokrasi adına utanç duyulacak bir şeydir. Yasaklarla işçinin, emekçinin ayak seslerini kesemezsiniz. Erteleyebilirsiniz ama emeğin büyük direnişini durduramazsınız. Durduramayacaksınız.

Bütçe gelirleri açısından bizi kıskanan Almanya teknoloji ve üretimle, Arap yarımadası petrolle keseyi dolduruyor. Dünya beşten büyüktür dediğiniz o beşli, kazanıyor. Siz ise bütçenin kesesini halktan aldığınız vergilerle dolduruyorsunuz.

2023 yılının ilk 10 ayında toplanan vergilerin yüzde 67’sinin yükü, yoksulların çektiği dolaylı vergilerden oluştu. Yani verginin büyük bir kısmını yoksullar ödüyor. Yani ücretlinin aldığı maaşın yaklaşık yüzde 40’ı vergilere gidiyor. Topladığınız bu vergiler, haramdır, zulümdür.

Bugün 13.414 TL brüt maaşı olan bir asgari ücretlinin eline geçen para 11.402 lira değil, sadece 8.000 TL. Yani ücretliler her ay 12 gün devlete çalışıyor. Kalan 18 günün 15 günü patrona, kala kala üç günün emeği ücretliye kalıyor. Ekmeğe mi versin, kira mı ödesin, ulaşıma mı harcasın?

İktidar yatıp kalkıyor diyor ki “enflasyonu frenledik. Yakında enflasyon düşecek.” Milyonlarca emekliye, memura, ücretliye az zam vermek için TÜİK’e talimat yağdırıp enflasyonu düşük gösteriyorlar.

Oysa söz konusu kendi alacağı olunca, vergi enflasyonu olunca nedense Sarayın mutfağından çıkıp halkın mutfağına gelebiliyorlar. Enflasyonu düşük gösteren iktidarın vergi artışlarına bakınca “büyük soygun” ortaya çıkıyor. 2024 yılı vergilerindeki artış 2023 yılına göre yüzde 72,8 daha fazla oldu. 2024 yılında ödeyeceğimiz vergi, 2019 yılında ödediğimiz verginin 10 katından daha fazladır. 4 yılda toplanan vergi 10 kat arttı. Peki maaşlar kaç arttı? 2019 yılında asgari ücret net 2.020 TL idi. Şimdi asgari ücret ne kadar? 11.402 TL. Reel değerini ölçtüğümüzde zaten eksideyiz. Ama sırf miktar üzerinden baktığımızda, hükümet vergide on katını almış, maşallah maaşta ise sadece beş katını vermiş.

Kendinize bir gram pudra şekeri, halka ise katran katran dert bırakıyorsunuz. Siz vergi alırken ampülleri yakıyorsunuz. Maaş zammı verirken, mum ışığıyla hesap yapıyorsunuz. KDV’yi yüzde 18’den yüzde 20’ye çıkardınız. Çoklu maaşlarınıza kaynak yarattınız. Yüzde 8 olan mal ve hizmet KDV’sini yüzde 10’a çıkardınız. Günlük 15 milyon harcama yapan Saraylılara kıyak geçtiniz.

Pandeminin etkilerinin hala devam ettiği ve milyonlarca insanın etkilendiği deprem sonrası hijyen ürünlerine bile zam yaptınız. Karşılığında koruma ordularını finanse ettiniz. Üreticiyi üretemez, tüketiciyi tüketemez hale getirdiniz. Asgari ücrete getireceğiniz zam miktarının erimek için 3 günlük ömrü var. Ücret asgari; soygun büyük!

Bir ülkenin vergi politikası, iktidarın kimden yana politika ürettiğinin kanıtıdır. Sizin vergi politikanız “yoksulun sırtından doyan doyana” anlayışıdır. Sizin vergi politikanız “yoksula sefalet, gençlere kan ve barut kokusu”dur. Adaletsizlik sizin vergi politikalarınızın pusulasıdır. Çünkü siz emekçinin alın terinden, yoksulun ekmeğinden, emeklinin huzurundan, ücretli çalışanın hayatından çalan bir vergi politikasına sahipsiniz.

85 milyon iktidarınızı, yandaşlarınızı, trol ordunuzu, ihalecilerinizi, mafyanızı, çifter maaşlı bürokratlarınızı besliyor. 85 milyon size bakıyor! Ama siz, emekliye, asgari ücretliye maaş zammı söz konusu olduğunda bulutsuz havada bulut sayıyorsunuz. Yokuşa yokuş ekliyorsunuz.

Bakın! Aziz Augustinus der ki “Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?” Allah aşkına bu adaletsiz vergi düzeni bir çete görüntüsü değil de nedir! Bu korkunç adaletsizliğe, vergi adı altında örgütlenmiş çeteci gasp anlayışına son vermek bizim boynumuzun borcudur!

Savaşın, rantın, talanının, sömürünün bütçesi bir kadın bütçesi olamaz! Bütçede kadınların yaşadığı şiddet, ayrımcılık ve ötekileştirmeyle mücadele için ayrılmış özgün bir kalem yok. Toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen, toplumsal cinsiyete duyarlı, kadın yoksulluğunu gören, bununla mücadele etmeyi, genç kadınlara istihdam yaratmayı, kadınların siyasete katılmasının engellerini kaldırmayı, yaşamın her alanında özgürce, korkusuzca, bugün başıma ne gelebilir demeyeceği bir yaşamı hedefleyen bir bütçe yok karşımızda.

Aksine, AKP’li yılların diğer tüm bütçeleri gibi, kadınların sorunlarını derinleştiren, yeni sorunlar yaratan bir bütçe var. Bu bütçede kadın özne değildir; aile içerisinde konumlandırılmıştır. Kadın yoksulluğu; salt sosyal yardımlar bağlamında ele alınmıştır.

Bakın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı 30 dakikalık konuşmasında 59 defa aile dedi;  cinsiyet eşitliği, kadın yoksulluğu, kadın işsizliği demedi. Özcesi, bu bütçe, AKP’nin kadın düşmanı politikasının net göstergesidir. Kadın düşmanlığını siyasetinin bir normu haline getiren iktidar, toplumun yarısı olan kadınları bir kez daha sorunların kıskacında bırakmıştır. Kadınları gören, toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe nasıl olurdu, anlatalım: Bütçe hakkı kapsamında, kadınların katılımı esas alınırdı. Kadın yoksulluğu ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele odak noktası olurdu.

Sosyal güvence ve eşit işe eşit ücret politikası benimsenirdi. Kadın işsizliği önlenerek kadının çalışma hakkı esas alınırdı. Ev içi emek görünür olurdu. Kadınları şiddetten koruyacak politikalar benimsenir, İstanbul sözleşmesi başta olmak üzere tüm sözleşmeler etkin biçimde uygulanırdı. Yeterli sayıda sığınak hedeflenirdi.

Ve Kadın Bakanlığı’nın kurulması kabul edilirdi. Bunların hiçbiri yapılmadı, kaynak ayrılmadı. Bu iktidar var olduğu sürece yapılmayacağını biliyoruz. Ama biz yapacağız! Ki sizin Kürt düşmanı, kadın düşmanı politikalarınızın, irade gaspçısı kayyımlarınız atanmadan, en etkili kadın özgürlükçü politikaları yürüttük, kurumlar inşa ettik.

Ve kaldığımız yerden devam edeceğiz. İrade gaspçısı kayyımlarınızı geldikleri yere göndereceğiz. Kadın odaklı demokratik yerel yönetimlerimiz, kadın özgürlükçü perspektifimiz tüm dünyada örnek olmaya devam edecek.

Engellilere önerdiğiniz en dahi çözümünüz “eve kapatılma”. Ertelediğiniz erişilebilirlik yasasıyla, yerleşim mekanlarının erişime imkansızlığıyla, doldurmadığınız istihdam kotalarıyla, okul idarecilerinin ve öğretmenlerin okullardan engelli çocukları kovan pratikleriyle, yoksulluk sınırının yarısına dahi etmeyen ödemelerle, engellilere vaat ettiğiniz tek gelecek, dört duvar arasında sıkıştırılmış esarettir, geleceksizliktir.

Engellilik konusunu da yaşamın her alanındaki bakış açınızda olduğu gibi karlı bir işletme anlayışına çevirdiniz. 5.200 TL’lik “Evde Bakım Ücretiyle”, engellilerin özgürlüğünü gasp eden, bağımlılaştıran sosyal politikalarınızla hem engellileri ve hem de anneleri sosyal güvencesiz olarak evlere kapattınız.

Bir diğer dahiyane uygulamanız da yüzde 90 engellilik durumunun, iki yıl sonunda yüzde 60’a inivermesi. Engellilik oranlarını düşürerek, kazanılmış hakları gasp ediyorsunuz. Uygulamalarınız tıp dünyasında çığır açıyor. Bütçe görüşmeleri boyunca gençlerin barınma, beslenme sorunlarından, demokratik, bilimsel eğitim taleplerinden, anadilinde eğitimden, geleceksizleştirilmelerinden, sosyal medya yasaklarından ve uyuşturucu sorunundan söz ettik.

Ancak şimdi sizlere işçi gençleri yada işsiz gençleri anlatacağım. Onlar kentlerin yoksul mahallelerinde oturan ve buldukları geçici işlerde, sürekli işsizlik kaygısı ile çoğu zaman sendikasız,  sigortasız ve düşük ücretlerle çalışan genç arkadaşlarımız.

Sizler yemek yerken size servis yapan garsonlar, sabahtan akşama kadar marketlerde, AVM’lerde ayakta duran kasiyerler, temizlik görevlileri, kapınıza kadar gelen kuryeler, kargo çalışanları, tekstil atölyelerinde ter döken genç kadınlar, pazarlarda, hallerde, sokaklarda kendinden büyük yüklerin altına giren taşımacılar, sanayide, merdiven altı imalat atölyelerinde yağ içinde daha şimdiden nasırlaşmış elleriyle gece gündüz ter döken bazıları çocuk, genç işçiler. Sabah akşam müşteri hizmetlerinde call-centerlarda insanlık dışı çalışma koşullarında çalışanlar ve adlarını, mesleklerini burada sayamadığımız binlerce, kimi zaman beyaz kimi zaman mavi yakalı, çoğu zaman işsiz gençler.

Bu saydığımız birbirinden farklı iş kollarında çalışan genç arkadaşlarımızın en önemli özelliği, ucuz işgücü olmaları. İşsizlikle beş parasızlıkla, on paraya çalışma arasında seçim yapmak zorunda kaldıklarında on paraya çalışmaya mecbur bırakılmaları.

Gelecek kaygısı, iş bulamama, alacağı maaşın asla yetmeyeceğini bilme, öğrenciler için mezun olduğu bölümde iş bulamama, iş cinayetleriyle karşı karşıya kalma, kayıt dışı, güvencesiz ve esnek çalışma, aileye bağımlı olma gibi sorunlarla boğuşan bu gençlerin en büyük hayali ne biliyor musunuz? Bir an önce, en kolay yoldan, geriye bakmadan bu ülkeden kaçıp gitmek. Bu tercihte de hiçbir siyasi görüş birbirinden ayrılmıyor. Yani siz bu ülkeyi gençler için nasıl bir cehenneme çevirdiyseniz hiçbiri burada kalmak istemiyor.

Bütün bu ağır yoksulluk koşullarında işsizlik tehditi altında bu kış soğuğunda evlerinden çıkarak alınteri döken genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum. Bizim umut etmek ve beraber mücadele etmekten başka çaremiz yok. Gençlere diyorum ki, siz gitmeyin! Gelin hep birlikte ülkeyi kötü yöneten bu zihniyeti iktidardan gönderelim. Kendi hayatımıza ve geleceğimize sahip çıkmanın tek yolu kolkola ve omuz omuza vererek iktidarın karşısına dikilmektir. Bu toplumun tüm ezilenleri, yoksulları, emekçileri, kadınları gençleri bir araya geldiğinde onların karşısında hiçbir iktidar duramaz.

“Zamanı gelmiş bir fikrin önünde hiçbir güç duramaz.” Zamanı gelmiş fikirleri yüksek sesle haykırmanın zamanıdır! Bu ülkeye, bizlere, gençlere, kadınlara, halklara bir gelecek sunmayan, barış, huzur, refah ve eşitlik getirmeyen bu zulüm bütçesi karşısında bizim ise direnme gücümüz var. Soygunun karşısında yoksulların, emekçilerin isyan gücü var. İtiraz gücü var. Bizden alınanları bir bir geri alma gücümüz var.

Yoksulların gücü, eşitsizlerin isyanı; hırsızların, soyguncuların, haramilerin saltanatını bir gün sona erdirecektir.

25 Aralık 2023