Doğan: "Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi" adı değiştirilmeyecek, sadece kısa adımız olan HEDEP değiştirilecek

Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan, TBMM’de basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Doğan, şunları söyledi:

Merhaba, rojbaş çapemeniya rêzdar, gelê me yê heja ku di her şert u mercan de me dişopine. Ez we hemûyan slav dikim. 

Afetler kader değil 

Önceki gün gerçekleştirdiğimiz MYK toplantımıza ilişkin bazı başlıkları paylaşayım. Elbette bugün sonuçlanması beklenen 2024 bütçesi bizim de MYK gündemlerimizden biriydi. Buna dair konuşacağız. Partimizin ismiyle ilgili Yargıtay’ın aldığı bir karar var. Bu da MYK’nın önemli gündemlerinden biriydi. Yaklaşan yerel seçimler de en önemli gündem başlığımızdı. Yeni takvimimizi de sizlerle paylaşacağım. 

Tüm bu başlıklara geçmeden önce, afetleri felaketlere dönüştüren bir sistemde yaşıyoruz Türkiye’de. Neredeyse her iktidar döneminde bu şekilde oluyor. Bir kez daha son bir haftada bunu gördük. Affet öncesinde, anında ve sonrasında gerekli tedbirler alınmadığı için bu afetler can kayıplarına, yaralılara neden oluyor. 6 Şubat depreminden etkilenenler, endişe ile kışı nasıl geçireceğini düşünürken, şimdi onlara yeni sayılar eklenmesine neden oluyor. Bu afetlerden hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve sabır diliyorum. Bu bir kader değil.

Bütçe halktan kaçırıldı ve demokratik bir hak olan bütçe hakkı ihlal edildi

Komisyonda bugün sonuçlanması gereken bütçeye gelelim. Bu bütçe sermayenin, savaşın ve yoksulluğun bütçesi. Neden? Madde madde kısaca anlatmaya çalışacağım. Alın teri ile geçinen milyonlarca yurttaşın emeği bu bütçede yok. Aksine onların daha da yoksullaşması pahasına sermayenin çıkarları gözetilerek hazırlanmış. Yine toplumsal talepleri yok sayılmış. Bu bütçe barışın değil savaşın bütçesi. Niye böyle diyoruz? Çünkü kaynakları savaşa ayırıyor bu bütçe. Çünkü bütçenin yüzde 10'undan daha fazlası güvenlik ve savunma harcamalarına tekabül ediyor. Yani en az 40 milyar dolarlık devasa bir büyüklükten bahsediyoruz. O yüzden bu bütçe savaşın bütçesi. Neden halkın bütçesi değil?  Çünkü kadınlar, çocuklar, gençler, öğrenciler, engelliler, EYT’liler, işçiler, işsizler, çiftçiler ve asgari ücretliler yok bu bütçede. Açlık ve yoksulluk sınırındaki yurttaşlar da yok, deprem bölgesindeki insanlar da yok. Yani toplumsal talepler ve itirazlar, isyanlar bu bütçede yok. Ne var? Rant var, yandaş şirketlere teşvik var, zam var, faiz var, belli tarikat ve cemaatlere ödenek var. Vergi indirimi var yandaş şirketler için ama yine halkın bütçesi yok. O yüzden adını sermayenin, yoksulluğun, savaşın ve yandaşın bütçesi koyuyoruz. O yüzden diyoruz ki demokratik bir hak olan bütçe hakkı ihlal ediliyor. Biz bu bütçe görüşmeleri boyunca kıyasıya bir mücadele verdik. Bütçenin halkın bütçesi olması için sözümüzü en gür sesle söylemeye çalıştık. Bu bütçeye, tekçi zihniyete karşı mücadele eden halkların, dillerin, kimliklerin, inançların sesini taşıdık. Kesintisiz bir biçimde tam 4,5 hafta süren ve en az 50 önerge verdiğimiz bu bütçede her şeye rağmen tek bir virgül dahi değiştirilmedi. Bu bütçe halktan kaçırıldı ve demokratik bir hak olan bütçe hakkı ihlal edildi. 

Dışişleri Bakanlığı bütçesinde gördük ki bir kez daha Kürtleri görmezden gelen yaklaşımda ısrar olacak

Dışişleri Bakanlığı görüşmesine özel olarak değinmek istiyorum. Çünkü iç ve dış siyasetin birbirine geçtiği bu dönemde -ki bu uzun yıllardır böyle- Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bütçe görüşmelerinde yaptığı açıklamalar, bizim de çokça ifade ettiğimiz tavırlarını teyit eder nitelikteydi. Mesela hangileri? Bir kere yeni dönem siyasetinde içeride ve dışarıda Kürtleri görmezden gelen yaklaşımlarda ısrar olacak. Bu açık bir biçimde ortaya çıktı. Dışişleri Bakanı dedi ki; “Kategorik olarak sanki devletimiz Kürt düşmanlığı yapıyormuş gibi bir algı oluşturuyorlar”. Bu bir algı değil, bu bir hakikat. Her ne kadar Kürt düşmanı kavramını kullandığımızda, bazı kesimler hop oturup hop kalkıyorsa da bu gerçeği ifade etmek ve vurgulamak durumundayız. Çünkü bu gerçek sümen altı edildikçe Türkiye, bu sistem krizinden çıkamayacak. Yine Dışişleri Bakanı değişim üzerine yaptığı sunumunda, 40 yıllık çatışmaya 100 yıllık devlet refleksiyle cevap verdi. Bu zaten başlı başına çok şeyi anlatıyor. Buradan bir kez daha bakana tavsiyemiz şu; personel eksikliğini, bakanlığın yeniden yapılandırmasını uzun uzun anlatmadan önce 100 yıldır devam eden ve inkarla ve güvenlikçi politikalarla yaklaşılan bu soruna dair yaklaşımı değiştirmeyi düşünmeleri. Aksi takdirde hiçbir değişim olmaz. Yani personel değişikliği ile zihniyet değişikliği olmuyor. Böyle hiçbir değişim Türkiye’nin kalıcı bir kazanım sağlamasına neden olmayacak.

Bu ülkede Kürt düşmanlığı kurumsallaştı 

Ne yazık ki Kürt düşmanlığı bu ülkede çok kurumsal. Bunu sadece bir haftada önümüze düşen haberlerde bile görmek mümkün. Üstelik bu kurumsal hal, tüm imtiyazların üzerine kurulu olduğu kurumsal bir hal. Yani bir imtiyazın çökmesi, ya da bir eşitsizliğin ortaya çıkması, tek bir inkarın itirafı dahi her şeyi tuzla buz edebiliyor. O kadar ki kurumsal bir düşmanlık halinden bahsediyoruz. Yaşamın her anına, her gününe dolup taşan bu düşmanlık haline ilişkin birkaç güne ait örnekler vereyim. Geçen hafta Batman T Tipi Cezaevinde bulunan Yusuf Arslan beyin kanaması geçirdi 68 yaşında. Bir Kürt tutsak. Ameliyat sonrası yatağına kelepçelendi. Bu, Kürt düşmanlığının değil de neyin fotoğrafı olabilir? Eğer bir düşmanlık değilse nedir? Yine Mardin’de bir tatlı firması Kürtçe istek parçasına yasak dedi. Son günlerde çokça konuşuluyor. Kürt opera sanatçısı Pervin Çakar, konserinden dolayı linç ediliyor. Bu örnekleri artırabiliriz. Hatta bütçe görüşmelerinde ortaya çıkan ve Meclis Genel Kurulunda yaşadığımız ve Türkiye kamuoyunun da dikkatle izlediği Kürtçeye yaklaşıma bakmak yeterli. Bilinmeyen dili geçtim, “X” olarak geçiyor. Anadilimizde “Rojbaş” (günaydın) dediğimizde bize Madde 3 hatırlatılıyor. Ya da Kürt, Kürdistan kelimelerini kullandığımızda Anayasadan bazı maddeler hatırlatılıyor ve sözümüz kesiliyor. Bunlar sadece bu haftadan bazı örneklerdi. 

Hakan Fidan kumpas davalarının siyasi davalar olduğunu itiraf etti

Çok daha geriye gitmek mümkün ama buna ihtiyaç olmadığını düşünüyorum. Bizim varlığımız, vatanı tehdit ediyormuş gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Biz herhangi bir algı yaratmaya çalışmıyoruz. Asıl onlar böyle bir algı yaratmaya çalışıyor. O yüzden eğip bükmeye gerek yok. Sadece kargoyla elimize verilmeye çalışılan cenazelere, sadece kayyım rejimine bakarsak bile bu kategorik düşmanlığın saf halini görmemiz mümkün. Peki, bizim bugüne kadar söyleyip de Dışişleri Bakanlığının teyit ettiği şey neydi? Dışişleri Bakanının verdiği yanıtlardan biri de Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Can Atalay kararlarında AYM ve AİHM kararlarının uygulanmamasına ilişkindi. Biz aslında bunu yıllardır söylüyoruz. Zaten Kobanî Kumpas Davası da bu siyasi hasmane tutum nedeniyle tarafımızdan “kumpas davası” olarak adlandırılıyor. Peki, ne dedi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan? “Siyasallaşan davalar olduğu için siyasal davranıyoruz ve bunu muhataplarımıza da söyledik” dedi.  

AİHM, Avrupa Konseyi ve AB Türkiye’deki siyasi davalar için ne diyor?

Şimdi buradan bir kez daha sormak isteriz; AİHM, Avrupa Konseyi ve AB bu açıklamalara ne diyor? Onlar bu siyasal davaları onaylıyor mu? Buradan bir bilgi hatırlatma yapmak isterim. Ekim ayında Strazburg’da toplanan Avrupa Birliği Parlamenterler Asamblesi, Osman Kavala davasının İnsan Hakları Sözleşmesinin temellerini baltaladığını belirterek bir karar verdi. Bu karara göre eğer Ocak 2024’e kadar Kavala serbest bırakılmazsa, Türkiye delegasyonunun oy hakkı askıya alınacak. Üye devletlerden de Türkiye’ye yaptırım uygulamasını istedi. Biz bu sonuçların çıkmasını tabii ki istemeyiz. Hatta bu kararları uygulayın ve AB’den baskı değil Türkiye’nin AB üyelik sürecinin tamamlanması için katkı gelsin. Yıllardır bunu vurguluyoruz. AİHM ve AYM kararlarını uygulayın, Türkiye’yi bu yaptırımlarla karşı karşıya bırakmayın diyoruz. 

Yargıtay’ın HEDEP ismine itirazı yeni bir kumpastır

Ancak yargının kumpasları bitmiyor. Özellikle bizim siyasi geleneğimize ve partimize yönelik kumpaslar dur durak devam ediyor. Yeni bir kumpas kararını paylaşacağım, Yargıtay’ın verdiği yeni kararı. 15 Ekim’de her türlü engelleme, baskı ve zora karşı son derece görkemli bir kongre gerçekleştirdik. Bu kongrede isim değiştirerek ismimizi kısa hali HEDEP olan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak değiştirdik. Buna niye ihtiyaç duyduk? HDP hakkındaki kapatma davası sürdüğü ve seçime girememe riski belirdiği için biz geçen seçimlere Yeşil Sol Parti olarak girdik. Peki, şimdi ne ile karşı karşıyayız? Yerel seçimlere birkaç ay kala, il-ilçe kongrelerimiz devam ederken, aday adaylığı başvurularımıza günler kala, Yargıtay Siyasi Partiler Bürosundan partimizin kısa ismi HEDEP’e itiraz geldi. Şaşırdık mı, hayır şaşırmadık. Yine bir yargı kıskacına alma girişimi. HADEP’i çağrıştırdığını ifade ediyor Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı. Yargıtay’ın ifadesiyle paylaşmak isterim: “Aynı olmamakla birlikte iltibasa mahal verecek şekilde ve her iki siyasi partinin birbiriyle karıştırılmasına elverişli olduğu kanaatine varılmıştır.” Hatırlatalım; HADEP kapatılmıştı, dolayısıyla her iki partinin birbiriyle karıştırılması mümkün değil. Bilmeyenler için, hatırlamayanlar için bunu not düşelim. Yasayı evirip çevirip HADEP’i çağrıştırdığını ifade ediyorlar ve ismimizi değiştirmemizi talep ediyorlar. Savcılık diyor ki; bu talebimizi dikkate almaz ve belirlediğimiz sürede gerekli değişiklikleri yapmazsanız AYM’ye ihtar davası açarız. Bizi tehdit ediyor. HEDEP’e itiraz dışında, tüzük ile ilgili bazı değişiklikler yapmamızı da istiyor. HADEP’in kapatılması davasıyla ilgili Türkiye haksız bulunup mahkum edilmişti.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi ismi değiştirilmeyecek, sadece kısa adımız olan HEDEP değiştirilecek

Elbette geldiğimiz geleneği inkar edecek değiliz. HADEP mücadelemizde önemli köşe başlarından birini oluşturuyor. Ama bu kararı verenler, bize bu itirazı yapanlar da biliyor ki HADEP ile HEDEP aynı değil. Ama tabii ki bir geleneğin devamı, tabii ki bağrında bu geleneğini taşıyor. Sadece bağrında HADEP geleneğini de sürdürmüyor. HADEP ile HEDEP’in aynı parti olduğunu iddia etmek; bizi okumamak, takip etmemek ve ne olduğumuzu bilmemekte ısrardır. “AYM kapatılmalıdır” açıklamalarıyla AYM’yi fiili olarak kapatmaya çalışanlar, yerel seçim öncesi bizi zor durumda bırakmaya çalışıyor. Burada bizi takip edenlere, oy verenlere, gözü gönlü bizimle olanlara bir kez daha hatırlatalım ki; bunlar bizi yıldıramaz, bunlara karşı her türlü tedbirimiz var. Biz HEDEP’in hangi çağrışımları yaptığını ve hangi çağrışımlardan korkulduğunu gayet iyi biliyoruz. İnadımız ve ısrarımızdan vazgeçmiyor oluşumuzdan ve demokratik siyaset alanını terk etmiyor oluşumuzdan korkuluyor. Burada büyüyor oluşumuzdan korkuluyor. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi sadece bir partiden ibaret değildir, HEDEP’ten ibaret değildir. O yüzden hukuk dışı müdahalelerle önümüzü kesmeye çalışıyorlar. Yargıtay bundan sonra bu tür itirazlarına bir de kullanma kılavuzu iliştirse, hangi harfler ve kelimeler yan yana gelirse sakıncalı olur söylese onlar da fazla mesai yapmaz, biz de yapmayız. Yerel seçim öncesi herhangi bir risk almamak için bu itiraza ilişkin çalışmalarımıza başladığımızı duyurmak isterim. İstenen maddelere ilişkin tüzükte bazı değişiklikler yapılacak. Bunlar sadece Yargıtay’ın istediği sınırlarda olacak. Bunun dışında başka bir değişiklik yapılmayacak. Yine partinin yeni kısa adının ne olacağı konusunda da çalışmalarımız devam ediyor. Partimizin uzun ismi olan “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi” değiştirilmeyecek, sadece kısa adımız olan HEDEP değiştirilecek. 

Bizim yerel yönetimler anlayışımızdan korkuyorlar ama kaybedecekler

Tebliğ edilen bu karar gösteriyor ki iktidar, partimizin yerel seçim başarısından şimdiden korkuyor ve elindeki tüm araçlarla saldırmaya başladı. Neden korkuyorlar? Çünkü bizim yerel yönetim anlayışımızda rant yok, yolsuzluk yok, usulsüzlük yok, talan yok, kayırmacılık yok. Çünkü demokratik, katılımcı, cinsiyet özgürlükçü, ekolojik bir yönetim anlayışımız var. Emek var, kaynakların ihtiyaçlara göre kullanılması var. Yerellerde yaşayan halkların yönetime, söz ve karar süreçlerine demokratik katılımı var. İşte bu yüzden korkuyorlar. Bu seçimler bizim için neden önemli? Çünkü 2014 ve 2019 yerel seçimlerinde kazandığımız belediyeleri, halktan alınıp kayyımların tekeline verilen belediyelerimizin hepsini geri alacağız. Eş Başkanlarımız hukuksuz bir biçimde halkın iradesine rağmen hapsedildi, sürgün edildi. Şehirlerimiz her şeyiyle talan edildi. Şehirlerimizin demografik yapısı, kültürel ve tarihi mirası, müşterekleri ve kent hakkı yok sayıldı. Kent hakkı; kentlerde ezilenlerin itiraz çığlığıdır, kenti değiştirme ve yeniden inşa etme kararlılığı ve iradesidir. İşte biz, bizden zorla alınanların hepsini geri alacağız. Bu yüzden korkuyorlar ve şimdiden böyle oyunlarla önümüzü kesmeye çalışıyorlar. Ama başaramayacaklarını gayet iyi biliyorlar. Nitekim bizim siyasi geleneğimiz, geçmiş deneyimimiz ve tecrübemiz de bunu ortaya koyuyor.

Kent hakkımız için 31 Mart’a kadar canla başla çalışmak zorundayız

Şimdi buradan kamuoyuna da bir çağrı yapmak istiyorum. Kent hakkımız için 31 Mart’a kadar dur durak bilmeden, canla başla, gece gündüz çalışmak zorundayız. Bizden zorla alınanı, inadımız ve ısrarımızla yeniden geri almalı ve halka iradesini yeniden teslim etmeliyiz. Her birimiz 31 Mart akşamı evimize kazandık duygusuyla dönmeliyiz. Kimse bizi kayyım rejimiyle de tehdit etmeye kalkmasın, buna izin vermeyeceğiz. Değerlerimizden, ilkelerimizden ve yerel demokrasiden vazgeçmeyeceğiz. Belediyelerimizi birer ganimet gibi gören ve Kürt düşmanı politikaların uygulayıcısı olan bu kayyımları kesinlikle kentlerimizden söküp atacağız. Belediyelerimizi özgürleştireceğiz. Hakka, hukuka, etiğe, iradeye, seçme ve seçilme hakkına inanan, saygı duyan herkesin de mevcut kayyım rejimine hayır demesi gerekir. Bunun için HEDEP’li olmaya, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi üyesi olmaya, destekçisi olmaya da gerek yok. Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen her birey aynı şekilde bundan sorumluluk duymalıdır. 

Yeni dönemde stratejimiz “kaybettir-kazan” yerine “kazan-kazan” olacak

Yeni dönemde mottomuz “kaybettirmek-kazandırmak” yerine “kazanmak” olacaktır. O nedenle birinci ve ikinci parti olduğumuz her yerde kendi adaylarımızla seçime gireceğiz. Kayyımları göndermekle yetinmeyeceğiz, kazan-kazan politikası ile hareket edeceğiz. Bu konuyla ilgili tartışmalarımız ve çalışmalarımız devam ediyor. Türkiye’nin her yerinde kazanma odaklı bir stratejimiz olacak. 

Halklarımıza ve kamuoyuna aday adaylığı süreci ile ilgili teknik bazı bilgilendirmeler de yapacağım. Adaylarımızı en geniş mutabakatla belirleyeceğiz. Adaylarımızı; PM üyelerimizin, bileşen partilerimizin üyelerinin, geçmişten bugüne kadar partimize emek vermiş yöneticilerimizin ve ailelerimizin, demokratik kitle örgütlerinin ve kent için emek veren herkesin katılımı ve uzlaşısı ile belirleyeceğiz. Yani adaylarımızı bir kent uzlaşısıyla ortaya çıkaracak, halkın takdir ettiği şekilde belirleyeceğiz. En demokratik yöntemle belirleyeceğiz. Buradan aklınıza şöyle bir tablo gelmesin; klasik bir ön seçim modeliyle belirlemeyeceğiz adaylarımızı. Yalnızca partimizin üyeleri ya da bileşen partimizin üyeleriyle değil; hakikaten şehrin en geniş kesimlerine ulaşıp en katılımcı, en kapsayıcı ve en demokratik biçimde adaylarımızı belirleyeceğiz. Sandık kuracağız ve adaylarımızı seçimle belirleyeceğiz. Seçimin yöntemine ilişkin ayrıntıları kısa süre içinde Merkezi Seçim Koordinasyonumuz ve Yerel Yönetimler Kurulumuz açıklayacak. 

Adaylarımız kent uzlaşısıyla ve halkımız tarafından belirlenecek

Bir kent uzlaşısı ile belirlenecek adaylarımız. Eş Başkanlık sistemi, kadınların ve demokrasinin kazanımı olarak gördüğümüz bir sistem. Bu sistemden asla vazgeçmiyoruz, vazgeçmeyeceğiz. Yalnızca belediye eş başkanlıklarında değil, meclis üyeliklerinde ve tüm yönetim kademelerinde de bugüne kadar olduğu gibi eşit temsiliyet ilkesi ile hareket edeceğiz. Yine yerelde yaşayan tüm halkların, inançların ve kimliklerin yere yönetimlerde söz ve karar sahibi olmasında ısrarcı olacağız. Aday adaylığı başvurularımız 27 Kasım’da yani pazartesi günü başlıyor. Başvurular iki hafta sürecek. 10 Aralık tarihine kadar sürecek. Özellikle kadınlara ve gençlere bir çağrı yapmak istiyorum. En çok kadınların ve gençlerin başvurmasını istiyoruz. Bu ülkenin tek en gerçek muhalefet partisinin yerel yönetim mekanizmasında yer almak için lütfen başvurularınızı yapın. Gelin birlikte kazanalım ve beraber yönetelim. 

24 Kasım 2023