Halide Türkoğlu: Hiç kimse mücadelemizin önüne barikat kuramayacaktır

Kadın Meclisimiz, “Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız, Erkek-Devlet Şiddetine Karşı İsyandayız, Yan Yanayız” sloganıyla, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü etkinliklerinin startını İstanbul’da verdi. Avcılar Marmara Caddesinde yapılan açıklamada konuşan Kadın Meclisi Sözcümüz Halide Türkoğlu, şunları söyledi: 

DEM Parti Kadın Meclisi adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününün startını veriyoruz. 25 Kasım’a kadar her gün sokaklarda erkek devlet şiddetine karşı kadınların isyanını ortaya koyacağız. 64 yıl önce diktatör Trujillo tarafından Mirabel kardeşler katledildi. Faili meçhul bir cinayet gibi göstermeye çalıştılar. Hem katlettiler hem de katliam ortaya çıkmasın diye yargıdan tutun birçok meseleye kadar manipülasyon yaptılar. Bu cinayetin ardında aslında erkek-devlet şiddetinin olduğunu; mücadele eden kadınların kolluk gücüyle, diktatörlüğün kolluğuyla katledildiğini gördüğümüz bir gün.  

Eşitliğin olmadığı yerde şiddet vardır

Dünyanın birçok yerinde kadınlar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü derken, bir yandan erkek şiddetini bir yandan da devlet şiddetini teşhir etmeye devam ediyor. Çünkü bu erkek egemen sistem kadınlara düşman bir sistem. Bu erkek egemen dünyada, biz kadınların eşit olmadığı ifade ediliyor. Eşitliğin olmadığı yerde, biz biliyoruz ki şiddet vardır ve şiddet günbegün büyür. İşte Mirabel kardeşlerin erkek-devlet şiddetine, diktatör rejime karşı mücadelesinden bugüne, geldiğimiz aşamada dünyanın birçok yerinde yükselen sesler var. 

Kadınlar özgür olmadan halklar ve toplumlar özgür olamaz

Kadın mücadelesi bir yandan faşizmle mücadele ediyor, bir yandan erkek şiddetiyle mücadele ediyor, bir yandan sermayenin şiddetiyle mücadele ediyor, bir yandan da ayrımcılık ve ırkçılıkla mücadele ediyor. Bu erkek egemen dünyanın oluşturmuş olduğu sömürü düzeni, başta kadınlar olmak üzere tüm halklara baskı rejimi olarak geri dönüyor. Bu nedenle, eğer eşit ve özgür bir yaşamda var olmak istiyorsak, bunun en önemli meselesi kadınların eşitlik ve özgürlük meselesidir. Kadınlar özgür ve eşit olmadan, halklar ve toplumlar özgür ve eşit olamaz, işçi ve emekçi hakkını alamaz. Bu nedenle, bu şiddetin her yönüyle teşhirini yapıyoruz. Bir yandan erkek şiddetinin kadın cinayetlerini nasıl artırdığını vurgularken, bir yandan da eşitsizliğin her geçen gün derinleştiği bu ülkede kadın yoksulluğuna karşı isyan ediyoruz. Eşitsizliğin her geçen gün derinleştiği bu ülkede, ayrımcılığın nasıl günbegün büyüdüğünü biliyoruz. Özgür ve eşit yaşamda ısrarcıyız, erkek devlet şiddetine karşı isyandayız, yan yanayız diyoruz. Çünkü bir yandan isyan etmemiz, bir yandan da yan yana gelmemiz gerekiyor. Kim ki eşitlik istiyorsa, özgürlük mücadelesi veriyorsa yan yana gelmelidir. Mirabel kardeşlerden bugüne bu mücadele yükseldi, yükselmeye devam edecek. Dünyanın dört bir yanında kadınların sesleri, zılgıtları, “jin jiyan azadî” sesleri yükseliyor. Bu ses hepimize umut oluyor. Çünkü özellikle AKP-MHP iktidarı, 22 yıl boyunca kadınların umudunu çalmaya çalıştı, halkların umudunu çalmaya çalıştı. Her geçen gün bizlere saldırırken de kendine göre bir kadınlık inşa etmeye çalıştı. İnşa ettiği kadınlık hanemize cinayet olarak döndü. Sokaklar cinayet yeri, suç mahalli. İş yerleri birer suç mahalli haline geldi. Bulunduğumuz her alanda şiddetin hedefi haline geliyoruz, sömürünün hedefi haline geliyoruz. İşte bizim itirazımız bunadır. 22 yıldır AKP iktidarının kadınlara tek vaadi oldu, o da şiddet. Ama biz mücadele yürüten kadınların da bu topluma bir vaadi var ki o da kadın özgürlük mücadelemizdir. Kadınlar özgür olmadıkça, kadınlar eşit olmadıkça bu toplum özgürleşemez, eşitliği de yaşayamaz. 

Sizin makbul, kutsal aileniz bizi katlediyor, çocukları istismar ediyor

Kadın cinayetlerinin bir kadın kırımı haline gelmesinde bu iktidarın birebir sorumluluğu var. İktidarın ürettiği siyaset ve bakanlıkların yaptığı çalışmalar kadın-erkek eşitsizliğini derinleştirmek üzerinden götürüldü. Makbul aile, kutsal aile diye bir şey dayattılar. İçinde öldürüldüğümüz bir aile. Tam da burada itirazımız var. Sizin makbul, kutsal aileniz bizi katlediyor, çocukları istismar ediyor. Çocukları istismar ediyor, çocukları katlediyor. Biliyorsunuz, bugün Narin Güran davası görülüyor. Yine davada bir gelişme yok. Bir sır perdesi gibi saklamaya çalışıyorlar. Bu ülkede çocuk katliamları var. Narin şahsında biz bunu dile getiriyoruz. Bu ülkede çocuklar katlediliyor. Bu ülkede çocuklar istismara maruz kalıyor. Çocukları istismar edenler cezasız kalıyor. Çocukları katledenler elini kolunu sallayarak dolaşmaya devam ediyor. Tıpkı kadınları katledenlerin, tecavüz edenlerin aynı cezasızlık politikalarından yararlanması gibi. İşte tam da burada “Katil kim?” diye soruyoruz. Şiddet faili kim, sadece erkekler mi? Erkekler kadınları katlediyor. Peki, erkekleri koruyan yargı ve bakanlıklar ne iş yapıyor, kimin tarafında yer alıyor? Suç mahallinde, olay yerinde buluşan zatlar bunlar. Yani kadın cinayetlerinin günbegün artmasının sebebi AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarıdır. “Kadın-erkek eşit değildir, fıtrata terstir” diyenler bu katliamlardan sorumludur. Kadınlar evlerinde otursun, sokaklara çıkmasın, çalışmasın, kadınlar çalışınca işsizlik artıyor, diyorlar. İşte tam da ekonomik özgürlüğümüzü elimizi alarak bizi yoksullaştıranlardır katil olanlar. Çocuk ses çıkarırsa “Aman çocuktu, niye ses çıkardı?” diyorlar. Makul çocuk olmayı bile öğretmişler. Eğitim müfredatıyla sürekli oynuyorlar. Şiddeti besleyecek politikaları hayata geçiriyorlar. 

En önemli meselemiz İstanbul Sözleşmesinin tekrardan hayata geçirilmesidir

İstanbul Sözleşmesini bir gecede feshettiler. Bir gecede kadın katliamları artsın diye ellerinden geleni yaptılar. 22 yıl boyunca bunu aşama aşama devreye koydular ama İstanbul Sözleşmesinin bir gecede feshedilmesiyle, bu ülkede erkekler, kadınları katletme hakkını buldu kendisinde. Daha kolay katledebileceklerine inandılar, cezasız kalabileceklerini gördüler. En önemli meselemiz İstanbul Sözleşmesinin tekrardan uygulanmasıdır, hayata geçirilmesidir. İstanbul Sözleşmesi kadın-erkek eşitliğini savunan ve eşitlik meselesinde her bir kurumu, özellikle de devleti sorumluluğunu yerine getirmeye mükellef kılan bir sözleşmedir. İşte İstanbul Sözleşmesinden vazgeçenler, kadına yönelik şiddete karşı mücadelede de sorumluluk almak istemeyenlerdir. Tam tersine şiddette faille birlikte ortak olmuş bir siyaset yapıyorlar. 

Biliyorsunuz, kadınların bedenleri burada surların üzerinden parçalanarak atıldı. Bu cinayet bütün kamuoyunda sorgulanması gereken bir durum, dediler. Nasıl bir çözüm üreteceklerini sorduk. Ancak sadece faillin akli dengesi üzerinden bu hükümet kendisini aklamaya çalıştı. Bu zihniyet nasıl besleniyor. Bu zihniyet gücünü nereden alıyor? Sorumlu olan bakanlıkların buradan cümle kurması gerekirken, tam tersine olayı münferit bir mesele haline getirdiler. İkbalin de Ayşenur’un da katili münferit değildir. Erkek fail kendisini öldürdü, ceza almadı, suç da bitti diye göstermeye çalışıyorlar. Ama biz hep söyledik söylemeye devam edeceğiz: Kadın cinayetleri politiktir. Kadın cinayetleri politik olduğu sürece bunun çözümü de politika üretmektir. Politikayı da kadın-erkek eşitliği üzerinden kurumsallaştırmak gerekir. 

6284, kadınların isyanıyla yazılmıştır

Bakın, şimdi elimizde 6284 var. 6284 Sayılı Kanununu nasıl ellerinden alırım gayesiyle çalışma yürütüyorlar. Ancak 6284, kadınların isyanıyla yazılmıştır, İstanbul Sözleşmesi üzerinden yazılmış bir kanundur. Kadınlar nasıl katlediliyor, nereden şiddete maruz kalıyor, kolluğun ve devletin sorumluluğu nedir, nasıl önleyebilir... Bunların hepsi tek tek yazıyor. Kadın cinayetlerini durdurmak yerine, bu zihniyet bugün 6284’ü de bir şekilde kırpmak istiyor, kazanımlarımıza saldırmak istiyor. Biz bu yasaların her birini, bu sözleşmelerin her birini mücadele ederek, bedel ödeyerek aldık. Hiçbir kazanımımızdan hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğiz. Çünkü bizler eşit olmak için, özgür olmak için mücadelemizi büyüteceğiz. 

Narin şahsında kaybettirilen ve katledilen çocukların hesabını sormaya devam edeceğiz

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününe doğru giderken, 7 Kasım itibariyle DEM Parti Kadın Meclisi olarak sahada ve alanlarda olacağız. Bu ülkede kadınların yaşadığı şiddet biçimlerinin her birini anlatmaya devam edeceğiz. İstanbul’dan birçok kente kadınların yaşadığı şiddet biçimlerini, erkek devlet şiddetini her yerde teşhir edeceğiz. Bu ülkede kadınlar şiddetin her türüne maruz kalıyor. Van’da Rojin Kabaiş önce kaybettirildi, sonra katledildi. Hala neden ve nasıl katledildiğini bilmiyoruz. Ama biliyoruz ki bu ülkede kadınlar bir şekilde faili meçhul cinayetlere kurban gidiyor. Bizler kaybolan, kaybettirilen, katledilen kadınların hesabını her yerde sormaya devam edeceğiz. Gülistan Doku’nun akıbeti hala bilinmiyor. Dêrsim gibi bir yerde, kolluğun bu kadar yoğun olduğu bir yerde, her gün kameralarla herkesin izlendiği bir yerde Gülistan Doku’ya dair hala bir emare yok. Gülistan Doku’ya ne olduğunu, nasıl kaybettirildiğini, neden kaybettirildiğini ve bu işin içinde kimlerin yer aldığını sormaya devam edeceğiz. Narin Güran şahsında kaybettirilen ve katledilen çocukların hesabını sormaya devam edeceğiz. Şirin de İstanbul’da katledildi. Onun da hesabını sormaya devam edeceğiz. 

18 Kasım’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının önünde olacağız 

Bu ülkede savaşın sonucuyla birlikte bir göçmen ve mülteci meselesi var. Kadınlar savaştan dolayı ülkelerini terk etmek zorunda kalırken, Türkiye de dahil göç ettikleri ülkelerde şiddetin hedefi halindeler. Mülteci ve göçmen kadınlarla yaşadıkları şiddete karşı mücadelede ortaklaşacağız. Kadın dayanışması yaşatır diyeceğiz. 18 Kasım’da Geri Gönderme Merkezi önünde mülteci ve göçmen kadınların yaşadığı şiddeti teşhir etmek için bir basın açıklamamız olacak. Yine 18 Kasım’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının önünde kadın cinayetlerine karşı isyanımızı haykıracağız. Çünkü kadın cinayetlerinde en önemli mesele yargının kendisidir. Adalet Bakanlığının, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının uygulamaya koyduğu politikaların kadınlara nasıl şiddet olarak döndüğünü teşhir edeceğiz. İstanbul Sözleşmesine geri dönülmesine, 6284’ün etkin uygulanmasına dair çağrımız olacak. 20 Kasım’dan 25 Kasım’a kadar, bu ülkede kadınlar, bir kırım haline gelen kadın cinayetlerine karşı sokak sokak isyanlarını yürüyüşlerle büyütecek. 25 Kasım’da Kürdistan'da bir yandan TJA ile birlikte yürüyüşlerimizi gerçekleştireceğiz. İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin ve Adana gibi kentlerde kadın platformlarıyla birlikte kadın cinayetlerine karşı isyanımızı ve sözümüzü yükselteceğiz. 

Belediyelerimize kayyım atayarak kadın cinayetlerinin kentlerde artmasına neden oluyorlar

Bu ülkede siyasetin kendisi kadınlara şiddet vadetmekten başka bir şeye yaramıyor. Her şiddet, bu toplumda şiddeti daha da artırıyor. Düşünebiliyor musunuz, bir ülke var ve o ülkeyi yönetenler, savaşa karşı barış siyaseti üretmek yerine kayyım politikalarıyla halkın iradesine, kadınların iradesine saldırıyor. Eş başkanlık sistemi, eşitlik ve özgürlüğün teminatıdır. Bugün bu ülkede kadın özgürlüğünün teminatı eşitliği savunan eş başkanlık sistemimizdir. Kadınların yaşamını savunan sığınakları açan, kadın yaşam merkezlerini hayata geçiren, bu toplumda eşitsizliği ortadan kaldırmak için politika üreten belediyelerimize kayyım atayarak kadın cinayetlerinin kentlerde daha da artmasına neden oluyorlar. 8 yıl boyunca kayyım atamalarıyla kadınların kazanımlarına saldırıldı, kadınların yaşamlarını savunan sığınaklar kapatıldı bu ülkede. Kadın merkezleri kapatıldı. İstanbul Sözleşmesini feshettiler. Kadınlar savunmasız kalsın, kadınlar katledilsin ama istediğimiz gibi “makul kadınlar” olsun diye her türlü şiddet politikasını hayata geçiriyorlar. 

Eşitliğin olduğu yerde bu ülke de demokratikleşir, Kürt sorununun demokratik çözümü de olur

300 yıllık feminist mücadeleyle, eşitlik mücadelesiyle, halklar ve mücadele eden diğer kesimlerin bin yıllık eşitlik ve adalet mücadelesiyle geldiğimiz bu yüzyılda, kimse bize eşit olmadan yaşayın demesin. Biz eşit yaşayacağız. Biz eşit yaşamak istiyoruz. Bize dayatılan bu şiddet kültürünü kabul etmiyoruz. Kadın ve erkek eşit bir şekilde yaşamlarını inşa edecek. Eşitsizlik devam ederse şiddet de devam ediyor. Demokrasi dediğimiz şey eşitlikle oluşur. Eşitliğin olmadığı yerde demokrasi diye bir şey olmaz, adalet olmaz. Eşitliğin olmadığı yerde özgürlük olmaz. Eşitlik herkes içindir. Kadın için de erkek için de Kürt ve Türk için de Laz için de Çerkes için de. Bu ülkede yaşayan herkes için eşitlik olmazsa olmazımızdır. Eşitliğin olduğu yerde bu ülke de bu cumhuriyet de demokratikleşir, Kürt sorununun demokratik çözümü de olur. Bütçe savaşa gitmez. Kadınlara daha çok sığınak, daha çok yaşam alanı için kullanmış oluruz. Kadın yoksulluğunu bitirecek şekilde bütçeyi kullanmış oluruz. Meclis’te bu bütçenin halkların yararına, gençlerin ve çocukların yararına kullanılması için mücadele edeceğiz. Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe çalışmamız da 25 Kasım’daki ana gündemlerimizdendir. İşte tam da burada kadın özgürlüğünü savunurken, bu toplumun özgürlüğünü savunacak politikaları da hayata geçirmiş oluyoruz.

Hiç kimse mücadelemizin önüne barikat kuramayacaktır

Bu 25 Kasım’da isyanımızı büyütmeye var mıyız? Sokaklarda “jin jiyan azadî” diye haykırmaya var mıyız? O zaman hep birlikte “jin jiyan azadî” diyoruz. Bu güç, bu irade, bu motivasyon bizde olduğu sürece hiç kimse önümüzde barikat kuramaz, hiç kimse ama hiç kimse irademizi gasp edemez. Bu cesaret bizde, bu mücadele bizde, bu direniş tarihi de bizde.

7 Kasım 2024