Hatimoğulları Antepte: Emek ve adalet mücadelesinde bizi bölmelerine izin vermeyeceğiz, birleşe birleşe kazanacağız

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları ve beraberindeki heyet, Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında bugün Antep’teydi. Hatimoğulları sabah saatlerinde yerel basınla bir araya geldi, taşıma işçileriyle buluştu, ardından fıstık tarlasında çalışan fıstık işçilerini ziyaret ederek sorunlarını dinledi. Son olarak STK temsilcileri, işçiler, üreticiler ve emeklilerin katılımıyla yapılan buluşmada konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi:

Selam olsun direnen bütün işçi sınıfına!

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ekmek ve Adalet Buluşmalarında bizleri Antep durağında buluşturan il örgütümüze, sizlerin huzurunda bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Bu sadece bir buluşma değildir, bizlerin asıl kurtuluşunun, mücadelesinin şifrelerini içinde barındıran çok temel bir çalışmadır. Öncelikle burada söz alıp konuşanları ve onların temsil ettiği Türkiye’deki milyonları selamlamak istiyorum. Açlık ve yoksullukla biat ettirilmek istenen kamu emekçilerine, “asla boyun eğmedik, eğmeyeceğiz” diyerek direnen kamu emekçilerine buradan selamlarımı gönderiyorum. Bu ülkenin bugüne gelmesinde yoğun emek veren, üreten, gece gündüz didinen ve emek vererek emeklilik hakkını kazanan 16 milyon emekli adına bu salonda konuşan Emekliler Sendikasına da selam ve saygılarımı sunuyorum. Bütün emeklilerimize gösterdikleri dirayet için, verdikleri hak mücadelesi için buradan sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Biraz önce konuşan Akçanlar Tekstil Fabrikasında çalışan değerli işçi kardeşlerimizin verdiği mücadele oldukça anlamlı ve önemlidir. Bu süreçte bu direnişlere emek veren, bu direnişlerin örgütlenmesine katkı sunan BİRTEK-SEN’e de teşekkürler. Sınıf mücadelesi işte böyle olmalı, buradan büyütülmelidir. Özak direnişinde sizleri ziyaret etmiştik, sizlerle birlikte olmuştuk. Her işçi direnişinin bambaşka bir anlamı var. Selam olsun direnen bütün işçi sınıfına!

Antep’ten sesleniyoruz: Ey Saray, senin sırtımızdan geçinmene artık izin vermeyeceğiz

Bizler Ekmek ve Adalet Buluşmalarını aylardır sürdürüyoruz. Yaz boyunca bu kampanya çerçevesinde Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir tarafında toplantılar gerçekleştirdik. İşçiler, çiftçiler ve ev emekçisi kadınlarla buluştuk. Adalet arayan insanlarla buluştuk. Barış Anneleriyle buluştuk. Bu ülkenin demokratik bir şekilde yönetilmesi için mücadele eden her kesimle buluştuk. Aklınıza gelebilecek bütün iş kollarıyla buluştuk ve toplantılar gerçekleştirdik. Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla Arap’ıyla, Çerkes’iyle, Ermeni’siyle 72 milletten insanla toplantılar ve buluşmalar gerçekleştirdik. Kimin de fabrikalarda buluştuk, kiminde tarlalarda buluştuk, kiminde böylesi salonlarda buluştuk. Dinlediğimiz sorunların hepsi ne yazık ki birbirinin aynısı. Çünkü bu ülke çok derin bir ekonomik krizden geçiyoruz. Çünkü bütün dünyada derin bir ekonomik kriz var. Kapitalizm bir kriz içindedir. Sermaye yaşadığı bu krizi işçinin, emekçinin ve yoksulun sırtına yüklemek üzere yola çıkmış durumda. Bugün bu ülkede uygulanan Şimşek politikaları da bunlardan bağımsız değildir. Şimşek politikalarıyla İMF programının aynısını bize dayatıyorlar. Bize kemer sıkın diyorlar. İşçiye ve emekçiye “Sen biraz daha yoksullaş, senin sırtından biraz daha geçineceğiz. Sermayenin ve patronların çıkarlarını koruyacağız. Bunu senin emeğinle, senin alın terinle gerçekleştireceğiz” demiş oluyorlar. DEM Parti olarak, ekmek ve adalet mücadelesinde bütün ezilen ve sömürülenlerle bir araya gelerek dünyaya ve Türkiye'ye şu mesajı veriyoruz: Biz işçinin, emekçinin, ezilenin yanındayız. Alın teri döktüğü halde evine bir sıcak ekmek alamayanların, çocuğuna bir litre süt götüremeyenlerin yanındayız ve yanında olmaya devam edeceğiz. Biz milyonların yanındayız, Saray ise 5’li Çetenin yanında. Buradan da Saray'a mesajımız olsun: Antep’ten sesleniyoruz, ey Saray, senin sırtımızdan geçinmene artık izin vermeyeceğiz. 

Sen yoksulluğu görmesen de yurttaş sana en iyi cevabı verecektir 

Saray ve ahalisi yurttaşın ne çektiğini bilmiyor. Ey Erdoğan, Osmanlı padişahlarının yaptığı gibi bir gün tebdili kıyafet pazarlara git. Sen nasıl diyebilirsin ki bu ülkede açlık yok, nasıl diyebilirsin ki bu ülkede yoksulluk yok, nasıl diyebilirsin ki bu ülkede aç yok. Bunları diyemezsin. Pazara gittiğinde yurttaşın ne çektiğini görürsün, görmelisin. Sen görmek istemezsen de yurttaş sana en iyi şekilde gösterecektir, cevabını verecektir. 

Burada, Antep’te sabahtan itibaren programlarımız oldu. Sabah basın emekçileriyle bir araya geldik ve buluşmalarımızı kendileriyle paylaştık. Daha sonra TÜMTİS’i ziyaret ettik. Ardından fıstık üreticileriyle buluştuk. Diğer bir ekibimiz biber üreticileriyle buluştu ve biber tarlasına gitti. Gerçekten her yerde gördüğümüz gibi, bir dokun bin ah işit misali herkes acı içinde. 

Anteplinin ürettiği fıstığa sahip çıkmak tarım politikalarına sahip çıkmaktır 


Antep’in altın değerindeki fıstığı çok önemlidir. Antep fıstığı bütün dünyada bilinen önemli bir ürün ama bugün Antep’te fıstık üreticileriyle buluştuğumuzda neler çektiklerini kendilerinden dinledik. Bütün tarım üretiminde olduğu gibi girdi maliyetleri ve mazot çok yüksek, sulama ve gübreleme faaliyetlerine harcadıkları paraların haddi hesabı yok. Bu sene rekolte fazlası olduğu için devlet fıstığı kendilerinden ucuza alacakmış. Hatta geçen seneden daha ucuza alınıyor fıstık. Ama fıstığın bugünkü maliyeti geçmiş seneye göre yüzde 150 oranında artmış durumda. Bugün biz üreticilerden bunları dinledik. Burada sizlerin huzurunda özellikle altını çizmek istiyoruz. Anteplinin ürettiği fıstığa sahip çıkmak, tarım politikalarına ve Antepliye sahip çıkmak anlamına gelir. Çiftçiye ve üreticiye sahip çıkmak anlamına gelir. 

Ekmek ve adalet mücadelesinde bizi bölmelerine izin vermeyeceğiz, birleşe birleşe kazanacağız


Biz bu iktidarın bu sahiplenmeyi yapmayacağını biliyoruz. Ama biz şunu da çok iyi biliyoruz ki üreticiler isyanda. Muğla’da, Afyon’da, Aydın’da, Ege’nin birçok ilinde domates ve biber üreticileri isyanda. Karadeniz’de çay üreticileri isyanda. Her yerde artarak çoğalan eylemler var. İşçinin, üreticinin, çiftçinin çok sayıda eylemine tanıklık ettik. Biraz önce konuşan değerli sendika başkanımız 40’tan fazla eylem ve grevin Antep’te gerçekleştiğini söyledi. Sendikalardan aldığımız bilgiye göre, bir sene içerisinde 1600’e yakın irili ufaklı işçi eylemi ve grevi gerçekleşmiş. İşte ihtiyacımız olan bu: Bizleri Kürt-Türk diye bölerek sınıf karakterimizi bölmeye çalışan anlayışa karşı birleşik demokratik mücadelemizi vermek. Bakın, moto kurye işçilerini hatırlayacaksınız. Çok önemli bir direnişe imza attılar. Ancak moto kurye işçilerinin direnişini, “Aman da aman, Kürtler sizi kışkırtıyor, bu işin içinde terör var” diyerek bölmeye çalıştılar. Biz buna gelmeyeceğiz, gelmemeliyiz. Ekmek kavgası Türk’e, Kürt’e, Arap’a, Laz’a Çerkes’e bakmaz. Bizi buradan bölen, ekmek ve adalet mücadelesini birlikte vermemizin önüne geçen bu rejime, bu sisteme, bu iktidara, bu kapitalist sisteme, bu devlet anlayışına karşı birleşik mücadeleyi örmek dışında bir seçeneğimiz yoktur. Bizi bölmelerine asla izin vermeyeceğiz. İşçiler, emekçiler, ezilenler, sömürülenler birleşe birleşe kazanacak. Bizler birleşe birleşe kazanacağız. 

EYT’liler emek verdi EYT’Li oldu, siz sadaka vermediniz 

Hükümetten doğru kimi sözcülerin yaptığı açıklamalar var. Bunlara yeni birisi eklendi. Erdoğangillerden Bilal. O da ekonomistmiş. Haberiniz var mı bilmiyorum. Bizler yeni öğrendik onun da ekonomist olduğunu. Bu yaşanan ekonomik krizin sebebini EYT’lilere ve depreme bağlıyor. “Biz EYT’lilere haklarını vermeseydik, bu kadar ciddi bir kriz yaşamazdık” diyor. Ona göre Hazineden çok fazla ödeme yapılıyormuş. Bir de deprem bölgesine çok fazla yardım gidiyormuş. Hepsi yalan! EYT’liler haklarını aldı, verdikleri emeğin karşılığını aldı. EYT’lilere siz sadaka vermediniz ey Bilalgiller, ey saraylarda yaşayanlar. EYT’liler emek verdi, günlerini doldurdu da EYT’Li oldu. Bu sizin verdiğiniz bir hak değil. O emekçinin alın teriyle kazanmış olduğu bir hak. Bu böyle biline. Gelelim deprem bölgesine. Biz depremi çok acı bir şekilde yaşayan bir bölgede yaşıyoruz. 11 ilimizin çok ağır bir biçimde etkilendiği depremi sanırım en fazla hissedecek olanlar da Saray’daki Erdoğangiller değil. Bu salondakiler bu acıyı çekti, bizler çektik. Hala yaralar sarılmadı. Birçok deprem bölgesinde hala enkaz bile kaldırılmamıştır. Depremzedeyi bile bir müşteri olarak gören bir anlayış var. Mesela Antakya’da demografik yapıyı değiştirmek için beklediklerinden dolayı doğru düzgün konut yapmış değiller. 

Özel harp politikasına ayırdıkları paradır ülkeyi yoksullaştıran

Bir ekonomik kriz var, evet doğru. Ancak buradan Saray’a ve Erdoğangillere sesleniyorum: kulağınızı açın ve krizin sebebini dinleyin. Ülkenin kaynaklarını yandaş sermayenize peşkeş çektiniz. Kapitalizmin krizini, sermayenin krizini aşmak için emekçinin ve yoksulun sırtından kazanmak ve yönetmek üzere bir program izlediniz. Bunun sonucunda şimdi bu toplum bu kadar yoksullaşmış durumdadır. Bu yoksulluğun sebebi “Bir merminin fiyatı kaç lira, biliyor musunuz?” diyen yönetim zihniyetidir. Güvenlikçi politikalar adı altında İHA ve SİHA’lara ayırdıkları paradır ülkeyi yoksullaştıran. Antep’te ve Kürdistan’ın illerinde uyguladıkları özel harp politikasına ayırdıkları paradır ülkeyi yoksullaştıran. Savaşa ve çatışmaya ayrılan kaynaktır bu ülkeyi yoksullaştıran. Hazine garantili yollar, havaalanları, hastaneler yaptılar. Oraya ödenen paranın hadi hesabı yok. Geçmediğimiz yolların vergisini veriyoruz. İşçi ve emekçinin sırtından, küçük esnafın sırtından, işçinin ücretinden kesilerek alınan vergilerle kimler finanse ediliyor? İşte o 5li Çeteler finanse ediliyor. Hiç duydunuz mu yolcu garantili yol, hasta garantili hastane? Ama bu iktidar ülkeye bunu da getirdi. Yoksulluğumuzun en büyük sebeplerinden birisi budur. Bütçenin delik deşik olmasının temel sebeplerinden biri budur. İsrafa doymayan Saray, çeteleşen devletin içinde çöreklenen çeteler, israfa doymayan yandaşlar... İşte bunlardır. Bugün bu ülkede çiftçinin, emekçinin, esnafın ve yoksulun belini büken vergi sistemidir. 

Vergi sistemi halkın belini büküyor; azdan az, çoktan çok vergi alınmalıdır

Biz DEM Parti olarak, parlamentoda da parlamento dışında da verdiğimiz mücadelede adaletli bir vergi sisteminin mutlaka olması gerektiğini her yerde vurguladık. “Azdan az, çoktan çok” vergi sisteminin uygulanması sağlanmalıdır. Temel gıda ve temel tüketim ürünlerinin, olmazsa olmazımız olan bütün ürünlerin üzerindeki KDV yükünün kalkması gerekmektedir. Temel gıda ve tüketim malzemelerinin ucuz bir şekilde yurttaşa ulaştırılması, kamucu devlet anlayışı ve ekonominin olmazsa olmazıdır. Biz parti olarak bunun mücadelesini her yerde vermeye devam edeceğiz. 

İşte bütçeyi delik deşik hale getiren bu anlayış, “Bütçe delik deşik herkes kemer sıkacak” diyor. Hayır efendim, kemer filan sıcak değiliz. “Herkes biat edecek” diyor. Hayır efendim, biat etmeyeceğiz. Hatırlayacaksınız, pandemide grev hakkını kullanmayla ilgili Erdoğan, sermayeye, “Siz bizi ara ara eleştiriyorsunuz ama grev hakkını engellemeseydik sizin haliniz yamandı” demişti. Sermaye ile el ele vererek bugün işçi ve emekçinin grev hakkını fiili olarak engellemişlerdir. Sendikal örgütlenme bir haktır. İşçinin ve emekçinin örgütlenmesi bir haktır, bunu hiç kimse engelleyemez. Buradan sendikalara, emek alanındaki örgütlü yapılara sesleniyorum: Ekmek mücadelesi kadar hak olan hiçbir şey yoktur. Onların tankı topu, onların gözaltı silahı varsa bizim de birlikte ortak bir mücadeleyle yüreğimiz var, bilincimiz var, cesaretimiz var. Biz bu bilinç ve cesaretle daha çok örgütlenmeliyiz, daha çok meydanlarda olmalıyız. Böyle bir dönemden geçiyoruz. 

BM Genel Kurulunda yüksek perdeden konuşan bu iktidar İsrail’le ticareti 14 kat artırmış

Biliyorsunuz, BM Genel Kurulunda Erdoğan kısa bir konuşma gerçekleştirdi. Bu konuşmasında İsrail’e oldukça yüksek perdeden bir çıkış yaptı sözde. Biz hep söyledik; bu yürüttükleri politika gerçek değildir, döktükleri gözyaşı timsah gözyaşıdır. Onlara İsrail ile bütün ticari ilişkileri mutlaka ve mutlaka bitirmeleri gerektiğini söyledik. Çıkıp dediler ki biz İsrail ile bütün ticari ilişkileri bitirdik. Hepsi yalan. Hileyle, başka şekilde, başka isimlerle bu ticareti 14 kat artırarak sürdürmüşler, sürdürüyorlar. Bunu lütfen bütün Türkiye halkları bilsin. Erdoğan’ın BM Güvenlik Konseyinde de Türkiye’deki konuşmalarında da bu konuda timsah gözyaşları döktüğünü herkes bilmeli. 

İsrail’in Lübnan saldırıları bölgede büyük bir savaşın habercisidir


Antep bir sınır kenti. Suriye savaşından en çok etkilenen kentlerimizden. Her açıdan çok etkilendi. Demografik yapı da değişti. Buraya çok sayıda göç de gerçekleşti. Hatta göç meselesini biz tartışırken, emek üzerinden konuşurken şunları da çok duyduk. “Dışarıdan gelen Suriyeliler gelip bizden daha ucuza çalışıyor”. Aslında savaştan kaçan Suriyeli mülteci ile Türkiye’deki işçi ve emekçiyi karşı karşıya getiren de bu savaştır. Şimdi bu savaşlara yenisinin eklenme ihtimali çok yüksek. İsrail’in Lübnan’a dönük gerçekleştirdiği saldırılar bölgede büyük bir savaşın habercisidir. Ben buradan, bir sınır kenti olan Antep’ten barış için çağrı yapmak istiyorum. Barışa bölgemizin her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Suriye’nin, Lübnan’ın, Irak’ın, İran’ın, Yemen’in, bu coğrafyanın barışa her zamankinden fazla ihtiyacı var. Bu salondan sesimizi gür çıkarmak istiyoruz: Barış istiyoruz, barış istiyoruz. 

Sarayları da padişahları da elbet bir gün devireceğiz, o güç bizdedir

Burada Pir Sultan Abdal Derneği adına konuşan değerli canımız, Alevilerin bu ülkede yaşadıklarına değindi. Çok doğru. Bugün ÇEDES ve maarif projeleriyle eğitim müfredatında yapılan değişiklikler bu topluma çok ağır bir şekilde dönecek. Bu iktidar, sermaye ve Saray’ın çıkarlarını korurken faşist otoriter bir rejimi inşa etmeye çalışmaktadır. Ama şundan emin olalım ki başta Aleviler, Kürtler, emeği sömürülenler, kadınlar olmak üzere, haklarımızı tırpanlayan bu iktidara bizler olur vermedik, yol vermedik, karşı olmaya devam ettik. Bugün iktidarın yaşadığı sıkışmışlığın nedeni toplumdan rızalık almamış olmasıdır. Toplum iktidarın uygulamalarına asla rızalık vermedi, vermeyecek. Buradan bu iktidara sesleniyoruz: Ey kendini dev aynasında gören kibir abideleri, yurttaşı aç ve açıkta iken şürekasıyla beraber saraylarda yaşayan benciller, toplumu nefessiz bırakmak isteyen mezalimler; halk sarayınızdan daha büyüktür, işçinin ve emekçinin bilek gücü, yönetme hakkı da sizden daha büyüktür ve güçlüdür. Üretimden gelen gücünü işçi sınıfı kullandığı zaman bütün Türkiye felç olur. Bunu bilesiniz. 

Bize düşen en büyük görev, yerel ölçekte çıkan seslerimizi, parçalı çıkan seslerimizi bir araya getirerek daha güçlü ve birleşik bir mücadeleyi açığa çıkarmaktır. Kendilerini o dev aynasında görenlerin dev aynalarını, o saraylarını bizler hep birlikte paramparça edebiliriz. Yeter ki birleşelim, yeter ki bir arada olalım. Sözlerimi Pir Sultan’ın sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Yürü be Hızır Paşa. Senin de çarkın kırılır, güvendiğin padişahın elbet bir gün devrilir.” 

Sarayları da padişahları da elbet bir gün devireceğiz. O güç bizdedir, o güç işçi sınıfındadır, o güç ezilen ve sömürülen halkların ta kendisindedir. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. 

26 Eylül 2024