
Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Grup toplantımıza, 1 Ekim’de Diyarbakır’dan “Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz” şiarıyla başlattıkları yürüyüşün finalini Ankara’da gerçekleştiren kadınlar da katıldı.
Hatimoğulları konuşmasında şunları söyledi:
Meclis, siyaset ve bütün toplum kadınların barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesini duysun
Merhaba değerli katılımcılar, değerli basın emekçileri, ekranı başında bizleri izleyen değerli halklarımız; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bugün çok coşkulu bir açılış yapıyoruz. Bugün salonumuzu siz değerli mücadele arkadaşlarımız kadınlar doldurdu. İlk grup toplantımızı şu anda bu kadar yoğun kadın katılımıyla yapmaktan dolayı çok mutluyuz. “Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz” şiarıyla 1 Ekim’de Amed’den yola çıkan ve bugün Meclis önünde, Ankara merkezde taleplerini dile getiren siz sevgili kadınlar, Barış Anneleri hoş geldiniz. Savaşın yarattığı acıyı en iyi bilen ve yaşayan siz kadınlar barışa neden ihtiyaç duyduğumuzu bugün de Ankara’da güçlü mesajlarınızla ifade ettiniz. Emeğinize, yüreğinize sağlık. Bir haftalık yürüyüşün finalinde buradasınız. Meclis, siyaset ve bütün toplum kadınların, barış özgürlük ve eşitlik mücadelesini duysun. Selam olsun bu yürüyüşü gerçekleştirenlere! Selam olsun her kentte mücadelesini sizlerle birleştiren, sizleri karşılayan bütün kadınlara! Selam olsun mücadeleden bir an olsun geri durmayan kadınlara!
Yeni yasama döneminin barışa ve demokrasiye vesile olmasını diliyoruz. Yıl 1980. 7 Ekim’i 8 Ekim’e bağlayan gece 12 Eylül’ün ilk idamı gerçekleşiyor. Devrimcisi sosyalist Necdet Adalı idam ediliyor. Yine 8 Ekim’de, 1978’de Bahçelievler Katliamında ölümsüzleşen devrimcileri ve Necdet Adalı’yı buradan sizlerin huzurunuzda saygıyla ve minnetle anıyorum. Onları asla unutmayacağız.
Türkiye çoklu krizlerle, her alanda çözüm bekleyen sorunlarla karşı karşıya
Türkiye çoklu krizlerle, her alanda çözüm bekleyen sorunlarla karşı karşıya. Adaletsiz yargı, kayyım rejimi, muhalefet belediyelerine saldırılar; dil, kültür, sanat ve yaşam tarzlarımız üzerindeki baskılar; derin yoksulluk hali, kadın cinayetleri, genç işsizliği, deprem kentlerinin bitmeyen bekleyişi, tarımın bitişi, doğanın ve suyun feryadı yankılanıyor. Bu yaraları görmeyen bir meclis kendi varlık nedenini unutmuş demektir. Türkiye belirsizliklerle dolu ve ne yazık ki her şey son derece kırılgan. Siyasete düşen görev, ülkenin ve toplumun bütün düğümlerini tek tek çözmektir. Ve bu ülkede olmayan beş şeyi arıyoruz, aramaya da devam edeceğiz.
Cumhuriyetin 2. yüzyılında barış verilecek en büyük armağandır
Ekonomik geçim, adalet, barış, demokrasi ve özgürlük. Bu yıl Meclis tarihi sorumluluğunu yerine getirmelidir. 86 milyon yurttaşımızın beklentisi olan, hayati ihtiyaçlar olan bu beş şeyin topluma verilmesi ve sağlanması için gece gündüz demeden Meclis çalışmalıdır. Biz biliyoruz ki barış toplumun onurudur, Cumhuriyetin 2. yüzyılında verilecek en büyük armağandır. Demokratik Cumhuriyetin inşasının kapılarını ardına kadar açacak olan barıştır. Demokrasi yalnızca bir yönetim işi değil, birlikte eşit ve ortak yaşamın inşasının ta kendisidir. Ekonomi sadece kuru rakamlardan ibaret değildir. Sofrasında ekmeği eksilenin, işsiz kalan gencin, emeği görünmeyen kadının bizatihi hayatının kendisidir. Okul masraflarını karşılayamayan velinin, bastıran soğuklarda doğalgaz ve elektrik faturasını ödeyemeyen yurttaşın, geçinemeyen emeklinin, barınamayan öğrencinin hayatının ta kendisidir.
Barış hukukunu oluşturma konusunda acil adımlar atılmalıdır
İktidarın açıkladığı doğru olmayan enflasyon rakamları ve büyüme oranlarıyla, orta vadeli programıyla, alım gücü azalan ücretlerle, insafsız vergilerle yurttaşın açlığı daha da derinleşiyor. Bu halkın iktidara güveni kalmadı. Bakın, halk atılması gereken somut adımlarla ilgili beklenti içindedir. Hangi konularda acil bir beklenti içindedir? Durmadan alarm veren açlık ve yoksullukla etkin mücadele, yaşamı felç eden antidemokratik uygulamalara son verme, muhalif belediye başkanlarını hapse atma ve kayyım atamaya son verme, yerel demokrasiyi güçlendirme, yargı sopasını siyasi partilerin muhalefetin başında sallamaktan vazgeçme. Siyasi partilerin önünü açacak yasal düzenlemelerin hayata geçmesi. Barış hukukunu oluşturma konusunda acil adımlar atılmalıdır. Yurttaşlar bunu beklemektedir. DEM Parti olarak, toplumun bu acil ihtiyaçlarının sonuna kadar arkasındayız. Hem parlamentoda hem alanlarda, meydanlarda siz değerli halklarımızla; işçiyle, emekçiyle, kadınla, doğa ve insan hakları savunucularıyla beraber mücadeleyi yükseltme kararlılığımızı bugün parlamentoda yaptığımız ilk Meclis konuşmamızda da bir kez daha ifade ediyoruz.
Durgun suyu daha çok bulandırmak isteyenlere fırsat vermemeliyiz
Demokratik toplum ve barış arayışında bir yılı geride bıraktık. Geçen bir yıl içinde Kürt meselesinin çözülmesine ilişkin Sayın Abdullah Öcalan'ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı gerçekleşmiştir. Bu çağrının akabinde PKK kongresini topladı ve bir fesih kararı açıkladı. Yine onun akabinde 11 Temmuz'da Süleymaniye'de 30 kişilik bir PKK’li grup silah yakma töreni gerçekleştirerek barışın tesis edilmesi için güçlü bir mesaj verdi. Geçen bir yılda karşılıklı çatışmanın yok denecek bir seviyeye gelmesi, partilerin birbiriyle daha sıkı bir diyalog içinde olması, barışın aciliyetine olan ihtiyaç, bunun bilince çıkması bizler açısından elbette ki önemli bir kazançtır. Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde kurulan Barış Komisyonu çok kıymetli çalışmalara imza attı, doğrudur. Fakat toplum artık somut adımlar bekliyor. Durgun suyu daha çok bulandırmak isteyenlere fırsat vermemeliyiz hep beraber.
Barışı herkes istiyor ama somut adımlar atılmadığı için toplumda güven oluşmadı
Yaptığımız binlerce halk buluşmasında ve emek-meslek örgütü, siyasi parti, sivil toplum örgütü, demokratik kitle örgütü, kadın hareketi, doğa ve insan hakları savunucuları, Aleviler, bütün farklı halklardan ve inançlardan insanlarla yaptığımız bütün toplantılarda çok temel bir mesaj ortaya çıktı. Ve bir haftadır yürüyüşünü yapan siz sevgili kadınlar da bunu bir kez daha deneyimlediniz. Mesajlarınızda da ifade ettiniz. Evet, barışı herkes canı gönülden istiyor ama somut adım atılmadığı için bu sürece ilişkin toplumda yeterince bir güvenin oluşamadığının hepimiz farkındayız. Halk bunu, toplum bunu bu netlikle bizlere ifade ediyor. Çözüm konusunda adımlar atıldıkça soru işaretleri kesinlikle ortadan kalkacaktır ve güven artacaktır. Toplum sürece çok daha fazla sahip çıkacaktır. Süreçte güven azaltan noktalardan biri de ana muhalefet partisine ve belediyelerine dönük gerçekleşen yargı operasyonudur. Bizler hem demokrasinin gereği olarak hem de barışın daha da toplumsallaşabilmesi için bu operasyonların derhal son bulmasını talep ediyoruz. Muhalefeti de barış için daha fazla sorumluluk ve inisiyatif almaya davet ediyoruz.
Sayın Öcalan ve hareketi attıkları adımlarla büyük bir eşiğin aşılmasını sağladı
Meclis’te oluşan Barış Komisyonu 13 toplantı gerçekleştirdi. Sayısız insanı bu toplantılarda dinledi. Dinlenenlerin çoğu, “Kürt meselesi amasız fakatsız çözülmelidir” dedi. Demokratik haklar ve eşit yurttaşlık konusunda hukuki adımlar mutlaka atılmalıdır, dedi. Esas soru artık şudur: İktidar ve devlet barış için ne zaman eyleme geçecek? En kritik en can alıcı soru bu süreçle ilgili şu anda budur. Unutmamak gerekir ki Sayın Öcalan ve hareketi attıkları adımlarla büyük bir eşiğin aşılmasını sağladı. Komisyonun kurulmasıyla beraber aslında bir eşik daha aşılmış oldu. Artık siyasi ve hukuki eşiği atlama zamanı gelmiştir. Demokratik entegrasyon için demokratik yasaları yapmak lazım. Komisyon zaman kaybetmeksizin Sayın Öcalan'ı dinlemeli.
İmralı’ya uzanacak doğrudan diyalog, hukuki zemini kuracak en bağlayıcı adım olabilir
Nitekim Sayın Öcalan, “Komisyon gelirse demokratik müzakere sürecini başlatacağım” demiştir. Barışın anahtarı muhatap da baş aktör de odur. Dünyadaki çözüm örneklerinde de görüldüğü gibi İmralı'ya uzanacak doğrudan diyalog, silahları susturup hukuki zemini kuracak en bağlayıcı adım olabilir. Bunun için Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş'un inisiyatif kullanmasını bekliyoruz. Bu kişisel bir tercih değil, barışın ciddiyetinin ve devlet aklının kurumsallığının gereğidir. Komisyonun Sayın Öcalan'la görüşerek önemli bir eşiğin daha aşılmasına katkı sunmasını bekliyoruz. Siyaset kurumu kararlı oldukça toplum çözüme daha çok inanır, daha çok destek verir. Bu salondaki kadınlar, yani sizler bir haftadır yürüyorsunuz. Alanlarda, meydanlarda barışı örgütleye örgütleye Meclis’e geldiniz. Sizlerin en önemli talebi Sayın Öcalan'ın komisyon tarafından ziyaret edilmesi, özgür yaşama ve çalışma koşullarının oluşması, umut hakkının hayata geçmesi. Bugün sizler bu duygu ve düşüncelerle buradasınız. DEM Parti olarak bizim de aynı duygu ve düşünceler içinde olduğumuzun, bu beklentimizin de altını burada bir kez daha çiziyoruz.
Umut hakkı düzenlemesi acil bir biçimde gündeme alınmalıdır
İki gün sonra Sayın Öcalan'a karşı geliştirilen uluslararası komplonun 27. yılına giriyoruz. 27 Şubat çağrısı, 9 Ekim Komplosunu boşa çıkarmanın en güçlü adımı oldu. Sayın Öcalan 27 yıldır, halkları karşı karşıya getirmeye çalışanlara karşı çözümü ve barışı inatla savundu, savunmaya devam ediyor. Evet, Sayın Öcalan'ın umut hakkı mutlaka tanınmalıdır. Bakın, umut hakkı sıradan bir hukuk maddesi değildir. Evrensel hukukun merkezindeki ilkelerden biridir. 17 Eylül'de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi umut hakkıyla ilgili kararını açıklamıştır. Komisyondan, Meclis’ten bu konudaki beklentilerini ifade etmiştir. Bu çok önemli bir karardır ve bu beklentiye mutlaka ciddi bir biçimde yanıt verilmelidir. Ömür boyu kapıyı kilitleyip anahtarı denize atamazsınız. Toplumsal barış süreçleri yeniden düşünme, yeniden düzenleme perspektifiyle ve bu perspektife sahip çıkmakla sağlanır. Umut hakkı düzenlemesi mutlaka acil bir biçimde gündeme alınmalıdır.
54 yurttaşımız yaşamını yitirdi, hakikatin açığa çıkması için mücadelemizi devam ettireceğiz
Değerli yurttaşlarımız, 6-8 Ekim 2014'te IŞİD çetelerinin işlediği insanlık suçlarına karşı yaşamı savunan binler dünyanın her yerinde sokaklara çıktı. IŞİD’in bir katliam daha yapmasını engellemek için demokratik haklarını kullandı. 6-8 Ekim’de 47’si HDP üyesi ve seçmeni olmak üzere 54 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Her yiten yurttaşımız bu toprakların bağrında yetişmiş insanımızdır. Tam 11 yıldır gerçeklerin ortaya çıkarılması için sayısız önergeler verdik, konuyu yargıya taşıdık. Fakat ne yazık ki ne Meclis ne yargı gereken duyarlılığı göstermedi. Bizler bu süreçte yaşananlarla ilgili hakikatin açığa çıkması için mücadelemizi devam ettireceğiz.
AİHM kararının gereklilikleri yerine getirilmeli, Kobanî tutsakları serbest bırakılmalıdır
6-8 Ekim'i gerekçe göstererek Kobanî Kumpas Davası açıldı. Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın içinde olduğu çok sayıdaki arkadaşımız Kobanî Kumpas Davasında yargılandı ve toplamda yüzlerce seneye mahkum edildi. Bu dava bir hukuk garabeti olarak tarihe geçmiştir. Bütün toplumun vicdanını derinden yaralamıştır. 8 Temmuz'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üçüncü kez karar açıkladı ve dedi ki: "Selahattin Demirtaş serbest bırakılmalıdır." Bu karar 8 Ekim'de, yani yarın kesinleşecek. Bu karar barışa ve demokrasiye bir şans vermektir. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve bütün Kobanî tutsakları derhal serbest bırakılmalıdır. Siyasete kelepçe vurulamaz. AİHM kararının gereklilikleri yerine getirilerek bu sürecin rahatlatılmasını hep birlikte bekliyoruz. Siyasete asla kelepçe vurulamaz. Cezaevlerinde bulunan bütün tutsaklara, kadınlara buradan selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Hepsi özgür olana dek mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğimizin sözünü burada bir kez daha herkesin huzurunda veriyoruz.
Gazze insanlığın sıfır noktasıdır, acil ateşkes olmalı
Değerli halklarımız bildiğiniz üzere Ortadoğu uzun süredir savaşlarla, yıkımlarla ve ölümle sınanıyor. 2023 yılının 7 Ekim'i ve 13 Ekim'i sadece Filistin'in değil, Ortadoğu'nun kaderinin yeniden belirlendiği, kartların yeniden karıldığı bir dönemi başlattı. Bu iki yılda Filistinliler büyük acılar yaşadı, katliamlara uğradı. İki yılda Ortadoğu'da savaştan neredeyse etkilenmeyen bir toprak parçası kalmadı. Bu yeni dönemde Filistin meselesi yeniden bölgesel ve küresel siyasetin merkezine oturmuş durumdadır. Gazze insanlığın sıfır noktasıdır. On binlerce çocuk, kadın, sivil katledildi. Filistinliler açlıktan, kıtlıktan, ilaçsızlıktan adeta kırılıyor. Gazze'de devam eden soykırımı en güçlü şekilde bir kez daha kınıyoruz. Gazze'de süren kuşatma insanlığın yüreğine ağır bir taş gibi oturmuştur. Buna karşı yola çıkan Sumud Filosu şiddetsiz direnişin bir sembolü oldu. Seyirci kalanlara, kınamayla geçiştirenlere karşı güçlü bir çığlık oldu. İsrail Sumud Filosuna da saldırıyor şu an, operasyonlar çekiyor. Yaptıkları bu operasyonları burada bir kez daha kınıyoruz. Sumud, yani kararlılık, yani dirayet Filistin halkının 100 yıllık sözü ve duruşudur.
Acil ateşkes, insani yardıma kesintisiz erişim, esir mahpus takası ve halkların güvenliğini teminat altına alacak adil bir siyasi çözüm çağrımızı buradan yineliyoruz. Türkiye'yi yönetenlere bir kez daha çağrımızı yineliyoruz. Türkiye, İsrail'le başka ülkeler üzerinden yürüttüğü ticareti derhal kesmelidir. Kimse bu konuyla ilgili timsah gözyaşı dökmesin. Birleşmiş Milletler, Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı kınıyormuş gibi yapmaktan vazgeçmeli, gerçek anlamda bir tutum almalıdır. Ticaretin, diplomasinin, hukuk ve vicdanın aynı yerde buluştuğu bir dış politika bu dertlere ancak deva olabilir.
Filistin ve Kürt sorunu Ortadoğu’nun en derin sorunlarıdır
Ortadoğu yangın yeri ama aynı zamanda Ortadoğu halkların umudunun yeşerdiği çok önemli bir coğrafyadır. “Kadayıt Filistin va Kadayıt el Ekred humma ağmak el müşkile fi Şarkıl Avsat.” Ortadoğu'da çok kullanılan sözlerdendir. Filistin sorunu ve Kürt sorunu Ortadoğu'nun en derin sorunlarıdır ve acilen çözülmelidir. Çok doğru. Bölgenin çektiği acılar ve yıkımlar kesinlikle gece gündüz konuşsak bitiremeyeceğimiz kadar derin, bitiremeyeceğimiz kadar geniş. Ama bizler Ortadoğu coğrafyasını ve Kuzey Afrika siyasetini konuşurken sadece yıkımdan, kandan ve gözyaşından değil aynı zamanda orada yaşayan umutlardan da bahsetmek istiyoruz.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi yaşayan bir umut oldu
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bölgeyi kasıp kavuran otoriterliğe, merkeziyetçiliğe ve ataerkilliğe karşı yaşayan bir alternatif bir umut oldu. Kadın özgürlüğü, sekülerlik, çok halklı ve çok kültürlü ortak yaşam sadece Suriye'de bir model olarak değil, aynı zamanda bütün bölgenin o kötü kaderini değiştirecek bir model olarak da görülmeli, incelenmeli, desteklenmeli ve hayata geçirilmelidir. Bizler bunları konuşurken Halep’te dün başlayan olayları sanırım hepiniz takip ettiniz. Halep'in Kürt mahallelerinde siviller şu an saldırı altında. Eşrefiye ve Şeyh Maksut mahalleleri geçici Şam yönetimi grupları tarafından kuşatılmış. Orada sivil halka yönelik saldırıların sürdüğü bilgisini almıştık. Biraz önce yepyeni bir bilgi daha paylaşıldı. Şam geçici yönetimi ablukayı kaldırmamış olsa da bir ateşkesin olduğu bilgisi az önce bizlere intikal etti. Bu gelişmeler büyük bir provokasyon. Şam hükümet grupları bu saldırıları ve ablukayı derhal durdurmalı ve geri çekilmelidir. Suriye'deki kırılgan dengeyi daha fazla bozmamalılar. Kürtlerle çatışma değil müzakere şarttır. Uzlaşma Suriye'ye kazandırır; çatışmaları, savaşı, kanı ve gözyaşını bitirir. Provokasyonlara, saldırılara derhal son verilmelidir.
Kuzey ve Doğu Suriye, Türkiye için hiçbir zaman tehlike olmadı
Kuzey ve Doğu Suriye, Türkiye için hiçbir zaman bir tehlike olmadı. Hiçbir zaman da tehlike olarak görülmemelidir. Tam tersi barışın ve kardeşliğin gelişeceği topraklar gözüyle bakmalıyız oraya. Rojava halkı karşılıklı saygı, diyalog ve yerel demokrasi diyor. Bu Türkiye halklarını güçlendirecek demokratik bir toplum modelidir. Bundan dolayı Türkiye’nin sivil hayatı koruyan, barışı önceleyen, Kuzey ve Doğu Suriye ile diyaloğu kurumsallaştıran bir çizgiyi izlemesi herkese pozitif olarak yansır, herkese kazandırır. İster Gazze'de ister Şam'da ister Qamişlo’da ister Ankara'da olsun, tek çıkış yolu savaş siyasetini reddetmektir; demokrasi, eşitlik, adalet ve özgürlük için yan yana gelmektir. Yani barış için çalışmak. Hem Türkiye'nin iç barışı hem bölgesel barış için çalışmak. Yani barış, barış, barış demeye, en güçlü şekilde haykırmaya devam etmek!
Atılan her adım özgürlük, barış ve eşitlik için atıldı
Sevgili kadınlar, 7 gündür devam eden “Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz” eyleminizin finalini dün Sincan Hapishanesi önünde bir açıklamayla ve bugün de Ankara'nın merkezinde Güvenpark'ta gerçekleştirdiniz. Atılan her adım özgürlük için, barış için ve eşitlik için atıldı. Kadınların katledilmediği, yoksullaştırılmadığı, emeğinin sömürülmediği, dilinin yasaklanmadığı bir dünya için atıldı. Bu ülkede onurlu barışın önündeki engellerin kaldırılması için atıldı. Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin baş aktörü olan Sayın Öcalan için umut hakkının uygulanması için atıldı. Sayın Öcalan'ın özgür ve eşit koşullarda bu süreçte rol oynayabilmesi için atıldı. Halkların iradesine yönelik gerçekleştirilen kayyım uygulamalarının son bulması, belediyelerin gerçek sahiplerine iade edilmesi, yerel yönetimlerde demokratik engellerin ortadan kaldırılması için atıldı bu adımlar. Bu adımlar erkek egemen ve militarist politikalardan vazgeçilmesi, kadına yönelik şiddet ve katliamların durması için atıldı. Kadınlar Diyarbakır’dan Urfa ve Antep’e, Adana’dan Mersin’e ve Ankara’ya yürüdü. Bu taleplerini bir kez daha parlamentodan, alanlardan, meydanlardan haykırdı. Biz kadınlar her türlü zulme, baskıya, gözaltıya tutuklamaya rağmen taleplerimizi dile getirmekten, taleplerimizin uğrunda mücadele etmekten asla geri durmadık. Alanlarda, meydanlarda, sokaklarda “Emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz bizimdir” şiarıyla geri durmadık, durmayacağız. Ataerkil sistem ve onun koruyucuları bunu böyle bilsin.
AKP, kadını yalnızlaştıran ve mücadele gücünü bastıran politik hattı derinleştirmeye çalışıyor
AKP’nin iktidarı boyunca kadınlara yönelik uyguladığı politikalar ne yazık ki sistematik bir şekilde hak gasplarının önünü açtı ve onları kurumsallaştırdı. Kadınların kazanımlarını adım adım budadı. İstanbul Sözleşmesinden geri çekilmek, 6284 Sayılı Yasayı uygulamamak ve tartışmaya açmak bu zihniyetin ilanının ta kendisiydi. AKP; kadını yalnızlaştıran, eve hapseden, mücadele gücünü bastıran bir politik hattı derinleştirmeye çalışıyor. Kadına yönelik şiddetle mücadeleye değil, şiddeti görünmez kılmaya çaba harcıyor. 2005'ten bu yana, yani son 20 yılda 7810 kadın erkekler tarafından katledildi. 7810 kadın! Tam bir savaş bilançosu gibi. Bu rakama insanlar gerçekten dönüp baktığında kadınların bu topraklarda ne yaşadığını görüyor. Bu rakamlar ve rakamdan ibaret olmayan gerçek hayatlar bize bunu acı acı anlatıyor.
AKP iktidarı kadın düşmanlığını adım adım kurumsallaştırdı
AKP iktidarı kadın düşmanlığını adım adım kurumsallaştırdı. Kadının adını bakanlıktan sildi. "Kadın yok, aile var" diyerek şiddeti, istismarı, cinayeti ailenin içinde hapsetme ve gizleme eğilimini güçlendirmeye çalıştı. “Tecavüzcü ile evlenirse dava düşer” diyen zihniyet kadın düşmanlığının nasıl beslendiğini hepimize gösterdi. Kürtajı katliam ilan ederek kadın bedenine adeta savaş açtı. Kanun hükmünde kararnamelerle kadın derneklerini kapattı. Kadın dayanışmasını susturmak istedi. Kadın belediye eşbaşkanlarına kayyım atadı, görevlerinden aldı, çoğunu tutukladı. Kadın siyasetçileri, milletvekillerini, aktivistleri gözaltına alarak politik kadın duruşunu cezalandırmaya kalkıştı. Cezaevindeki kadınlara yönelik baskılar her geçen gün arttı. Sürgünler, çıplak aramalar ve infaz yakmalarla kadın iradesini tutsak etmeye çalıştılar.
Bu tablo kadınlara nasıl bir savaş açıldığının göstergesidir
Diyanet İşleri Başkanı her gün bizim için fetva veriyor. İşini gücünü bırakan Diyanet İşleri Başkanı kaç yaşında evleneceğimize, ne giyeceğimize, miras hakkımıza dair fetva vermeye kalkışıyor. Nafaka hakkımıza göz dikiliyor. Miras hakkımızı tartışmaya açıyorlar. Kendi soyadımızı kullanmaktan nasıl doğum yapacağımıza, kaç çocuk doğuracağımızdan neyi nasıl giyeceğimize kadar belirlemeye kalktılar. Evet, bu portre AKP iktidarının son 20 yıllık egemen cinsiyetçi tutumunun sadece mini bir özeti. Bunun çok daha fazlası var. İşte tüm bu toplam tablo, kadınlara nasıl bir savaş açıldığının göstergesidir. Yine söylüyoruz; bu saldırılar erkek egemen iktidar eliyle yürütülen savaş politikalarından bağımsız değildir. Tüm bu saldırılar karşısında bizler mücadeleyi ortaklaştırarak, direnerek, mücadele ederek bugüne geldik. Bu direnişi aynı zamanda kadınların savaşa karşı onurlu barıştaki ısrarında görmeliyiz.
Savaşın en acı sonuçlarını birinci dereceden yaşayan biz kadınlarız
90'lı yıllardan bugüne kadar, her ne kadar nifak tohumu ekilmeye çalışılsa da, Türkiye Kadın Hareketi, feministler ve Kürt Kadın Hareketi el ele vererek barış, eşitlik ve özgürlük mücadelesini birlikte örgütleye örgütleye buraya geldi ve bugün hep beraber buradayız. 94 yılında “Arkadaşıma Dokunma” diyerek meydanlara çıktık. Barış İçin Kadın Girişimi, ardından Kadın Özgürlük Meclisi ile yola devam ettik. Ve şimdi Barışa İhtiyacım Var İnisiyatifi ile kadınlar barış arayışlarını hep beraber sürdürüyor. Onurlu barıştaki ısrarımız, bu konudaki talebimiz hiçbir zaman sekteye uğramadı. Çünkü savaşın en acı sonuçlarını, en fazla ve birinci dereceden yaşayanlar biz kadınlarız. Bizlerin ekmek kadar, su kadar, hava kadar barışa ihtiyacı var. Bizler barışa giden yolun taşlarının yan yana döşenmesi için hep birlikte çalışıyoruz. Kadınlar olarak barışın konuşulduğu her masada yer alacağız, yer almalıyız. Meclis’ten sokağa her alanda barışın sesini yükselteceğiz ve barışın toplumsallaşabilmesi için atılacak her adımda var olacağız.
1 Ekim'de Amed’de başlattığınız ve bugün finalini gerçekleştirmiş olduğunuz yürüyüşünüz gerçekten barışa olan umudu ve inancı bir kez daha güçlendirmiştir. Tam da kadın mücadele tarihine uygun olan çok değerli bir eylem, bir yürüyüş ve bir pratik. Attığınız bütün adımların barışın taşlarını döşemesini diliyorum. Bizler mücadelede hep vardık, varız, var olacağız. “Jin, jiyan, azadi” şiarıyla mücadelemize devam edeceğiz. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
7 Ekim 2025