Hatimoğulları: Bu bütçe açlık ve sefaletle boğuşan, faturasını ödeyemeyen yurttaşın derdine deva olamaz

 

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları’nın 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşma:

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen Türkiye halkları; hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum. Haksız hukuksuz şekilde cezaevlerinde tutulan Sevgili Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Leyla Güven, Ayşe Gökkan şahsında bütün siyasi tutuklu arkadaşlarımıza selam ve sevgilerimizi iletiyorum. 

2026 bütçesinin komisyon aşaması bitti, Genel Kurulda yoğun bir mesai olacak. Komisyonda da çok yoğun bir mesai oldu. Bu süreçte emek veren, Genel Kurulda da emek verecek olan bütün milletvekillerimize, Meclis çalışanlarına teşekkürlerimizi sunuyorum.

Değerli Türkiye halkları; dünya bir belirsizlik çağı yaşıyor, adeta araftayız. 20. yüzyılın düzeni çöktü ama yerine yenisi kurulamadı. Bu belirsizlik çağında eşitsizlikler, iklim krizi, yoksulluk, yolsuzluk, cinsiyetçilik, kutuplaşma ve şiddet her yere yayılıyor. Bu kızılca kıyametin içinde dünya ölçeğinde silahlanma yoğun bir şekilde artıyor. Geçtiğimiz yaz Lahey’de yapılan NATO zirvesinde, üye ülkelerin gayrisafi yurt içi hasılalarının %5’inin NATO’ya verilmesi, yani silahlanma için harcanması kararı alındı. Benzer bir karar yine 2014’te yüzde 2 ile alınmıştı. Ama ne güvenlik sağlandı ne sulh, bilakis savaşlar arttı. Barış ve güvenlik silahla değil; adil, özgür ve demokratik bir düzenle sağlanır. Bakın yapay zekâ, teknolojik gelişmeler, iletişim ve ulaşımdaki hızlanma insanlığın önüne doğayla barışık müthiş bir refah dönemi imkânı sunuyor. Ama köhne kapitalist sistem bu imkânları sadece bir grup sermayedara, savaş baronlarına ve silah tüccarlarına seferber ediyor. İnsanlık için kullanılması gereken olumluluklar, bu kesimlerce insanlık ve doğa karşıtı olarak kullanılıyor.

Yine kapitalist merkezler, bu eşitsizliğin yarattığı göç dalgalarına karşı duvarlarını gittikçe kalınlaştırıyor. Ancak bu eşitsizliklere karşı direniş hareketleri de mevcut. Seattle'dan Tunus'a ve Kahire’ye, Gezi Parkı'ndan Yunanistan'daki Saint Tagma Meydanı'na kadar çok geniş bir direniş ağı şimdi de Z kuşağı isyanları olarak Nepal'de, Fas'ta, Sri Lanka'da, Sırbistan'da ve Bulgaristan'da büyümeye devam ediyor. Küresel düzeydeki savaş ve çatışmalardan, ticaret ve enerji koridorları savaşlarından bölgemizin çok etkilendiğinin hepimiz farkındayız. Rusya-Ukrayna savaşı, İran-İsrail savaşı, İsrail eliyle bölgeyi yeniden dizayn etme hamleleri ve Doğu Akdeniz dolayısıyla da Kıbrıs sorunu bu parlamentonun gündeme ehemmiyetle alması gereken konulardır.

Ortadoğu ve Afrika'daki savaşlar Batı'nın yüksek teknolojili silahlarıyla yürütülüyor ama ne yazık ki bu silahların finansmanı bölgedeki petro-dolardan sağlanıyor. Emperyalist güçler adeta bir savaş filmi yazıyor ve bu savaş filmi Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da oynanıyor. Bizler birbirimizi öldürüyoruz, onlarsa senaryosunu kendi yazdıkları filmi büyük bir keyifle izliyor. Artık bunlara dur demeliyiz. Bölgemizin trajedisi bitmiyor. Bakın Gazze 2 seneyi aşkındır yoğun bir işgal altında. Ateşkes olmasına rağmen bunun fiilen hayata geçmediğine hepimiz tanıklık ediyoruz. Bir kez daha bu kürsüden ifade ediyoruz ki Filistin halkı yalnız değildir. Mazlum Filistin halkıyla dayanışmaya devam edeceğiz.

Suriye’de rejim değişikliğinin üzerinden tam bir yıl geçti. Ama orada da sular durulmuyor. Süveyda’da Dürzilerin, sahil bölgesinde Alevilerin yaşadığı katliam büyük bir insanlık dramı ve hala devam ediyor. Bu baskılar Hıristiyanlar, Sünni seküler Araplar üzerinde de devam ediyor. Suriye’de çözümün yolu karmaşık ya da dolambaçlı değildir. Bütün halkların kimliklerinin siyasi ve hukuki düzlemde özgürce var olabileceği bir model çözüm üretir. Suriye’nin çoğulcu yapısı göz önünde bulundurulduğunda tek çare adem-i merkeziyetçiliktir. 10 Mart Mutabakatında da ifadesini bulduğu gibi; Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin, Ermenilerin, Alevilerin, Hıristiyanların, yani Suriye’deki bütün farklı halkların ve inançların eşit yurttaşlık hakkı temelinde yazılmış olan demokratik bir Suriye anayasası Suriye'nin çözümü ve reçetesidir. Türkiye'ye bu anlamıyla çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bu parlamentoya bu konuda çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. 914 kilometrelik Suriye sınırımızda Kürt kardeşlerimizle kuracağımız ittifak, Kürt kardeşlerimizle kuracağımız barışçıl ilişki bizim sınırlarımızın güvenliğinin teminatıdır. Dolayısıyla Türkiye'nin Suriye stratejisi tam anlamıyla buraya odaklanmalıdır. Suriye'de çözümün de demokratik entegrasyonun da yolu adil, eşit, seküler, kadın özgürlükçü ve yerinden yönetilen demokratik bir Suriye'nin kurulmasıdır. 

Cumhuriyet yalnızca bir yönetim biçimi değildir; ortak ve kamusal yaşamı koruma iradesiyle müştereklerin ortak bileşkesidir. Eğer cumhuriyet bir toplumsal sözleşme ise bu sözleşmenin en temel eksikliklerinden birisi Kürt kardeşlerimize burada yer verilmemiş olmasıdır. Kürt meselesi cumhuriyetin kurucu hukuk sözleşmesinin eksik bırakılmış yanıdır ve mutlaka tamamlanmalıdır. Türkiye çoğulculuğu asla bir tehdit ve tehlike olarak görmemelidir. Farklı halklardan ve inançlardan, 72 milletten insanlar olarak her birimiz Türkiye coğrafyasının bir zenginliği, kıymetlisiyiz. Buradan hareket edilmelidir. Cumhuriyet ikinci yüzyılında bütün bu zenginlikleri sahiplenen bir yerde durmalıdır. Sayın Öcalan'ın şu vurgusunu hatırlatmak isterim. Bu süreç Kürtlerin cumhuriyete hukuk yoluyla katılımını sağlama ve demokratik cumhuriyeti en geniş toplumsal birliktelikle inşa etme sürecidir. DEM Parti olarak, bu ülkenin yararına olacak olan asgari demokratik programı kısaca özetlemek isteriz:

Barış ve demokratik çözümün sağlanması. Bu ülke artık çatışma düzeninin yükünü taşımak istemiyor. Barış bu toprakların en insani talebidir, hayata geçmelidir. Kürt sorununun demokratik çözümü, halkların ve özgürlüklerin anayasal güvenceye kavuşması hepimizin ortak çıkarınadır.

İkincisi, demokratik cumhuriyet ve eşit yurt yurttaşlık. Türkiye'nin ihtiyacı çatışma, kutuplaşma ve ayrımcılık değil; eşit yurttaşlık hakkının anayasal güvence altına alınmasıdır.

Üçüncüsü, toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlükçü yaşamdır. Kadınların, LGBTİ+’ların, gençlerin, çocukların yaşam haklarını ve özgürlüklerini yok sayan bir bütçe, bir politika demokratik olamaz. Toplumsal cinsiyet, özgür ve demokratik yaşamın kuruluş ilkesi olmalıdır. 

Dördüncüsü, adil bölüşüm ve emekçi odaklı ekonomidir. Emekçiler yoksullaşırken sermayeyi koruyan her bütçe toplumsal adaletsizliği daha da derinleştirir. Çözüm çok açık ve çok net: Üretenlerin söz ve karar sahibi olduğu emek, eşitlik ve adalet odaklı bir ekonomi.

Beşincisi, ekolojik yaşam ve iklim adaletidir. Türkiye'nin doğası, toprağı, suyu, ormanları beton ve rant politikalarıyla yok ediliyor. Özellikle AKP iktidarı hem Türkiye'nin varlıklarını hem bütçesini yandaşa peşkeş çekiyor. Bunun için en acımasız yöntemler kullanılıyor. Doğayı koruyan, iklim adaletini esas alan, enerji ve tarım politikalarını ekolojik dengeyi gözeterek yeniden kuran bir yaklaşım zorunludur.

Altıncısı, yerelden başlayan demokratik dönüşümdür. Belediyelere kayyım atayan, belediye başkanlarını ve eşbaşkanlarını tutuklayan, yerel inisiyatifi bastıran, yereli yok sayan, yurttaşın seçme ve seçilme hakkını fiilen elinden alan uygulamalardan derhal vazgeçilmelidir. Kayyım 21. yüzyılda bu iktidarın kendi eliyle alnına yapıştırdığı bir utanç vesikasıdır. Yerel demokrasiyi, yerinden yönetimi, halkın katılımını merkezine alan bir toplumsal dönüşüm şarttır. Güçlendirilmiş yerel yönetimler olmadan kentlerimiz nefes alamaz, yerel demokrasiden asla bahsedilemez. Bizler bu demokratik dönüşüm zeminini DEM Parti fikriyle hayata geçireceğiz. 

Evet, değerli yurttaşlarımız, bu altı başlık yalnızca DEM Parti'nin değil; bu ülkede eşit, özgür, adil ve onurlu bir yaşam sürmek isteyen herkesin ortak faydası olabilecek altı maddedir. Bu ülke çok ağır bedeller ödedi. Hepimizin ama hepimizin kalıcı bir barışı bu topraklarda tesis etmesi lazım. Sayın Öcalan'ın yaptığı çağrı sadece Kürt halkına ya da DEM Parti'ye değil, bütün Türkiye halklarına yapılmış bir çağrıdır. Şunun özellikle altını çizmek isterim ki PKK bu çağrıya icabet etti, gereklilikleri yerine getirdi. Geçmiş deneyimlerle kıyasladığımızda atılmış en somut adımların bu dönemde atıldığının altını çizmemiz lazım. Dolayısıyla burada hem devlet hem muhalefet hem iktidar, herkes bu süreci çok doğru bir şekilde okumalı, çok doğru bir şekilde değerlendirmelidir.Her kim ki bunu araçsallaştırmaya kalkışırsa kendi kaybeder, Türkiye'ye de ciddi anlamda kaybettirir. Hukuka dayalı barış yasası ve demokratik entegrasyon yasalarının bir an önce çıkması lazım. Bu yasalar asla bir pazarlık konusu değil. Bunlar sürecin doğası gereği olması gereken, yapılması gereken şeylerdir. 

Değerli Türkiye yurttaşları, biz bütçeyi konuşuyoruz şimdi ve aklıma Aziz Nesin'in bize bıraktığı güzel eserlerinden olan “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” geliyor. Romanın başkahramanı Yaşar çalışmak ister, evlenmek ister, memur olmak ister. Ama devlet der ki: "Hele dur, sen yaşamıyorsun ki." Ama aynı devlet Yaşar'a vergi borcu çıkarır. Asker kaçağı diye arar, mahkemeye çağırır. Türkiye'de herkes ama herkes Yaşar gibi, herkesin hikayesi Yaşar gibi. Söz konusu zalimce vergi almaksa bu iktidar ölüyü diriltip vergi alabiliyor. Söz konusu hizmetse de “Yaşar yaşamıyor ki” diyor. Yurttaşın taleplerine ve ihtiyaçlarına yok çeken devlet, sıra yurttaştan vergi almaya gelince kepçe kepçe almasını biliyor. Asgari ücretle çalışanlar, memurlar, emekliler insanca yaşayabilecekleri bir maaş ister ama devlet yok çeker. Fakat sakızdan, ekmekten, undan, sudan bol bol vergi alır. Öğrenciler ve aileleri okullara temizlik malzemesi ya da temizlik görevlisi ister, devlet yok çeker ama öğrencinin kullandığı silgiden bile vergi alır.

Çiftçi yasal hakkı olan milli gelirin %1'ini almak ister, iktidar yok çeker ama çiftçiden aldığı mazotun vergisi neredeyse mazotun fiyatını geçer. KHK'lılar hak, hukuk ve görevine iade talep eder; öğretmenler atama bekler, iktidar yok der ama onların soluduğu havadan da vergi alır. Küçük esnaf, “Bu kadar vergi veriyorum, bütçe geliri gelirinden bir tas su da ben içeyim” der iktidar yok çeker. Ama söz konusu vergi, stopaj, SGK olunca küçük esnafın gözünün yaşına bakmaz. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı burada, kendilerine de bizzat iletmek istiyorum. Deprem bölgesindeki esnafımız, mükellefler ve ayrıca muhasebeciler mücbir sebebin yeniden deprem bölgesinde uygulanmasını talep ediyorlar. Sizler de biliyorsunuz ki Hatay, Maraş, Adıyaman gibi kentlerimizin hala deprem yaraları ağır ve sarılamamış. İnsanlar konteynerlerde iş yerlerini kurmuş, konteynerlerde yaşıyor. Bu nedenle en insani görevlerden biri olan mücbir sebebin yerine getirilmesi konusunda Meclis’i göreve davet ediyorum. 

Fatura ödeyemeyenin, vergi ödeyemeyenin vergi ödediği çok nadir bir örneğiz biz Türkiye olarak. Doğal gazını açamıyor, üşüyor, elektrik faturasını ödeyemiyor ve bunlar kesiliyor. Ama yurttaşın fatura ödemediği için hizmeti kesildiği halde vergi ödediği tek ülke burası. İnsanlık tarihinde böyle bir haksızlık, böyle bir hukuksuzluk, böyle bir adaletsizlik gerçekten çok az duyuldu. Bu sebeple bu bütçe AKP'nin iddia ettiği gibi istikrar ve refah bütçesi değil. Bu bütçenin bir avuç yandaşın, faiz lobilerinin ve savaş baronlarının bütçesi olduğunun altını çiziyoruz. Emin olun ki bugün yok çektikleriniz, ilk fırsatta sizlere yok çekecek. Değerli yurttaşlarımız, Yaşar’ın hikayesi bugün Türkiye'de iktidarın hazırladığı 2026 bütçesinde yeniden vücut buluyor. 

Biliyoruz ki ekonomi politikaları teknik meseleler değildir. Bütçe soğuk rakamlardan oluşan bir şey hiç değildir. Politik tercihlerin yansımasıdır bütün bunlar. AKP 23 yıldır Meclis’e aynı bütçeyi getiriyor. Muhalefet hiçbir önerisini kabul ettiremiyor. AKP hepsine kapalı ama “Çok mesai harcadık” diyor. Mesai harcamaya da gerek olmayabilir. Yani bu haliyle komisyonu bile çalıştırmaya gerek bırakmayacak bir anlayışa sahip ne yazık ki. Ama 23 yıllık süre boyunca istikrarlı oldukları bir tek şey var. Onları da bu istikrarından dolayı kutluyoruz. Beytülmal'ı milyonlarca yurttaşa pay etmeleri gerekirken bir avuç yandaşa peşkeş çekme konusunda son derece istikrarlı davranıyorlar. 

2026 bütçe teklifini incelediğimizde yarıya yakın kısmın faiz ödemelerinde, savunma güvenlik harcamalarında ve kıyak çekilerek sermayeden alınmayan vergilerin yurttaşın sırtına yüklenen kısmında görüyoruz. Bu bütçe, açlık ve sefaletle boğuşan, faturasını ödeyemeyen yurttaşın derdine deva değil. Tam tersine bu bütçe, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan birçok insana cehennemi yaşatıyor. Filistinli şair Mahmut Derviş der ki: "نحن لا نشتاق للفقر. بل نشتاق إلى الجنة. نشتاق لعيش إنسانيتنا في مكان يخصّنا"

Yani "Yoksulluğu özlemiyoruz, cenneti özlüyoruz. İnsanlığımızı bize ait bir yerde yaşamayı özlüyoruz" diyor. Evet, insanlık bunu özlüyor.

Tarım Türkiye'nin can damarı ama AKP iktidarı bu damarı kesti. Bizi tarım ürünlerinde ihracatçı bir ülkeyken ithalatçı bir ülke pozisyonuna çekmiş durumdalar. Çukurova, Konya, Harran ve Muş ovaları başta olmak üzere Türkiye'nin kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı tarım ve hayvancılığa en elverişli yerlerden. Bu ülkeye yapılacak en büyük kötülük tarımı bitirmekti ve siz bunu yaptınız. Bu ülkenin temel gıda ürünlerine muhtaç hale gelmesi asla kabul edilemez. Ayrıca pandemi bize gösterdi ki sanayisi gelişmiş olan ülkeler pandemi döneminde aç kaldı, tarımı gelişmiş ülkelerse karnını doyurabildi. Bu nedenle bizler bir kez daha diyoruz ki bu tarım politikasıyla asla olmaz. Tarım bu ülkede yeniden ayağa kaldırılmalıdır. İktidar ve sermaye şunu çok iyi bilmeli; yurttaşın açlığıyla doymanıza, yoksulluğuyla giyinmenize, yurttaşın sefaleti üzerinden Karun gibi yaşamanıza izin vermeyeceğiz.

Halkımız direksiyonu bize teslim ettiğinde, ilk işimiz enflasyonu sıfırlamak ve bitirmek olacak. İşçilerin, emekçilerin, köylülerin alın teriyle oluşan bütçeyi rant ve sermaye için değil halk için kullanmak olacak. Bağlantısı ve torpili ne olursa olsun mülakatı kaldıracağız, liyakati esas alacağız. Eğitim sistemini komple değiştireceğiz, bilimin otoritesini hakim kılacağız. Bizler eğitim, sağlık ve barınma hakkını zorunlu kamusal hizmetler olarak görüyoruz ve bu hizmeti kesinlikle yerine getireceğiz. Siyasi Etik Yasası çıkaracağız. Parayla siyaset arasındaki ilişkiyi ortadan kaldıracağız. Yurttaşlarımıza temel gelir desteği sağlayacağız. TOKİ’lerde depremzedeleri müşteri olarak gören iktidar ve bakanlık anlayışını kökten değiştirecek, Türkiye'yi gerçekten depreme dayanıklı bir ülke haline getireceğiz. Yaklaşık dörtte üçü fay hattı üzerinde olan bir ülke olan Japonya’nın başardığını neden başarmasın? Ama TOKİ’nin ve bakanlığın aklı sadece depremzedeye yüzde 100 karla satmakta.

Engelli istihdamını sağlayacağız. Bu ülkede yaşayan 10 milyon engelliyi yok sayan, ayrımcılığı besleyen tüm kurum ve yaklaşımları değiştireceğiz. Hazine garantilerini ödemeyeceğiz. Esnafın, öğrencinin, emeklinin, emekçinin faiz lobilerine ve bankalara olan faiz borçlarını tamamen sileceğiz. Bunlar eşit özgür ve demokratik bir toplum düzeni için sosyalizme giden doğru işleyişin ilk adımlarıdır. Bu yürüyüşü sonuna kadar sürdürmenin kolay olmadığının farkındayız. Zor bir görev olduğunun da farkındayız. Ama 86 milyon insanın yararına olan bu doğruları hayata geçirmek konusunda DEM Parti olarak çalışmaya, yoğunlaşmaya ve mücadele etmeye hep beraber devam edeceğiz.

Sevgili kadınlar; toplumsal eşitsizlikler, erkek şiddeti, kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri hızla artıyor. Yargı erkeği korumaya devam ediyor. İktidarın kadınların kazanımlarına dönük saldırıları devam ediyor. Kadınlar işyerlerinde mobbinge maruz kalıyor. Kadın işsizliği ve kadınların evdeki bakım yükü gittikçe artıyor. Merdiven altı atölyelerde güvencesiz çalışan kadın sayısı gittikçe artıyor. Dilovası’nda parfüm atölyesinde yanarak can veriyor kadınlar. Toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendiren mekanizmalar zayıflatıldı. Kayyım uygulamalarıyla eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet sistemi, belediyelerimizin kadın odaklı hizmetleri özel olarak hedef alınıyor. İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiler. Şimdi de 6284 Sayılı Kanunu etkin bir şekilde hayata geçirmemek için ellerinden gelen her türlü çabanın içindeler. Ama biz bütün bu karanlık tabloya karşı kadınlar olarak asla enseyi karartmıyoruz. Binlerce yıldır erkek egemen sisteme karşı nasıl mücadele ettiysek şimdi de aynı şekilde mücadele ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz. 

Bu bütçede de kadının adı yok. Kadın yoksulluğu ekonomik olduğu kadar politik bir meseledir. Çözümü de politik kararlılıkla ve politik mücadeleyle olur. Bu mücadelenin en önemli başlıklarından biri toplumsal cinsiyete duyarlı bütçenin olmasıdır. Ortaya koyduğumuz bu çerçeve sanılmasın ki basitçe bir ekonomik taleptir. Bu yaklaşım aynı zamanda erkek egemen düzene politik bir müdahale ve mücadeledir. İşte tam da bu nedenle DEM Parti olarak sözümüzü net söylüyoruz: Kadını görmeyen bütçe bizim bütçemiz olamaz. Her şeyden önce acilen bir Kadın Bakanlığı kurulmalıdır. Eşit işe eşit ücret verilmelidir. Güvenceli çalışma hakkının, bakım hizmetlerinin kamusal sorumluluk taşımasının, ev içi emeğin hakkının savunulmasının mücadelesini yürüteceğiz. Bunun için de emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz üzerinde tahakküm kurmak isteyen erkek egemenliğine karşı eşitlik ve özgürlük mücadelemizi ilmek ilmek örmeye devam edeceğiz.

Mücadelemiz demokratik toplumun inşasında çok önemli bir yapı taşıdır. Demokratik bir toplumsal sözleşmede temel ayaklardan biri, toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar üretilmesi ve aynı zamanda toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçenin oluşturulmasının sağlanmasıdır. Bu yüzden bizler ısrarla diyoruz ki bütçe masası aynı zamanda cinsiyet eşitlik mücadelesinin bir masasıdır. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” şiarı bütün mücadele alanlarına olduğu gibi bütçe hakkı mücadelemize de ruh vermektedir. Jin, Jiyan, Azadî!

Değerli işçi, emekçi, yoksul kardeşlerim; açlık ve yoksulluk kader değildir, bu sistemin ve onu koruyan iktidarların yurttaşlara, sizlere, Türkiye halklarına dayatmasıdır. Üreten sizlersiniz, bütçenin kaynağını oluşturan sizlersiniz, işçilerdir, emekçilerdir. Asıl güç sizsiniz. Yeter ki ama yeter ki bu gücü görün. Bu gücü hep beraber görelim. “Ne yapabiliriz ki? Bu düzen zaten böyle gelmiş, böyle gidecek” demeyin. Bu düzen böyle gitmeyecek, gitmemeli, gitmesini engellemeliyiz. Türkiye'de işçi sınıfı başta olmak üzere emek-meslek örgütleriyle ve aynı zamanda emeğin bütün alanlarında ortak bir mücadeleyle bu bütçe anlayışını da değiştirebilir, komple bu sistemin bütün denklemlerini alt üst edebiliriz. Bakın Türkiye emekçilerinin direniş tarihine. 63 Kavel direnişi, 66 Paşabahçe grevi, 77 1 Mayıs'ı, 89 Bahar direnişleri, Zonguldak madenci yürüyüşü, Tekel direnişi ve daha nice mücadelelere imza attık. Baskıyla ve “terör” yaftasıyla bu hafızayı silmeye kalkıyorlar. Niye silmek istiyorlar? Sömürü sistemleri ve çarkları kendilerine göre ilerleyebilsin diye bu hafızayı silmek istiyorlar. Barışı konuştuğumuz bu süreç, barışa ve emeğimize daha çok sahip çıkmamız gereken bir dönem. Bugün bir işçi emekçi kardeşimiz “Ben açım, yoksulum, ücretim bana yetmiyor, işsizim" dediğinde hemen karşısına kolluk kuvveti çıkıyor. "Hop! Sen terör suçu işliyorsun" diyor. İşte barışı bu topraklarda inşa ederek bu ceberut iktidar anlayışlarına karşı, onların elinden bu terör parantezini gelin hep beraber alalım. Gelin hep beraber emek ve demokrasi mücadelesinin önünü açalım. 

Bu ülkede barış tesis edildikçe ölümler duracak. Kürt, Türk, ezcümle bütün yurttaşlar için emek ve demokrasi mücadelesinin kapıları ardına kadar açılacak. Sermayenin, iktidarın bu zalim bütçesine biz DEM Parti olarak hayır diyeceğiz. Sadece Meclis’te olmayacağız. Sadece Meclis’te bu bütçeye muhalefet etmiyoruz. Başlattığımız kampanyamızla alanlarda, meydanlarda bu bütçeye muhalefet ediyoruz. Vekillerimiz bütçeye Meclis’te müdahale ederken; DEM Parti olarak bileşenlerimizle, ittifaklarımızla, emekçilerle, yoksullarla, alanlarda ve meydanlarda olacağız. “Ekmek ve Barış İçin Bütçe” diyeceğiz. 12 Aralık'ta Türkiye'nin dört bir yanından Ankara'ya yürüyüşümüzü başlatıyoruz. 14 Aralık'ta yürüyüş kollarımız Ankara'da birleşecek.

Bizler ülkemizde yaşatılan bu kara kışı bahara çevirebiliriz değerli arkadaşlar. Bu konuda yeter ki bir ortak irade sergilenebilsin. Ve şairin dediği gibi: “Yürüyoruz günün aydınlığında. En zorlu iş, en ağır emek ve çalışmak doğuştan mezara dek. Böyle sürüp gitsin istemiyoruz. Yaşamak için ekmek, ruhumuz için gül, herkes için barış istiyoruz”. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

8 Aralık 2025