
Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Hatimoğulları, şunları söyledi:
Merkezi hükümet yerel yönetimlerle el ele vererek depreme dayanıklı kentler oluşturmalıdır
Değerli arkadaşlar, değerli kurum temsilcileri, hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Hoş geldiniz, baş göz üstüne geldiniz. Dün gece Muğla Marmaris'te 5,8 büyüklüğünde bir deprem gerçekleşti. Muğla ve Ege’de yaşayan bütün yurttaşlarımıza geçmiş olsun. Biz ülke olarak depremden çok çektik. Acısı hala yüreğimizde 6 Şubat Depreminin. Bugün birçok ihmal dizisinin yaşandığı bir dönemden geçtiğimizin altını her fırsatta çiziyoruz. Buradan bir kez daha şunu söylemek istiyoruz: Merkezi hükümet, yerel yönetimlerle el ele vererek mutlaka depreme dayanıklı kentlerin oluşturulması için önlemler almalıdır. Başımıza daha büyük felaketler gelmeden, bu konuda çok ciddi adımların atılması gerekiyor.
Yeni bir sayfa açarak 90’lı yılların karanlık sayfalarını geride bırakabiliriz
Sözlerime başlarken, 2 Haziran 1994’te Urfa’da katledilen Muhsin Melik’i ve 31 sene önce yine kaybedilerek katledilen Savaş Buldan, Adnan Yıldırım ve Hacı Karay’ı sizlerin huzurunda bir kez daha saygıyla anıyorum. Ümit ediyoruz ki 90’lı yıllarda Susurluk Çetesi dahil olmak üzere yaşanan kaçırmaları ve yargısız infazları aydınlatırız. O karanlık dönemi geride bırakarak ve yepyeni bir barış sayfası açarak tarihin karanlık sayfalarını hep beraber kapatabiliriz. Dün Ahmed Arif’in bugün de Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü. Ahmed Arif ve Nazım Hikmet bu ülkenin gerçekliğini şiirlerinde nakış gibi işledi. Hayatları emekçiler ve ezilenler için mücadeleyle ve onların şiirlerini yazmakla geçti. Aşkı ihmal etmediler hayatlarında ve şiirlerinde. Her ikisini de saygıyla anıyorum. Birçoğumuz onların şiiriyle büyüdü, onların şiirlerini okudu. Onların şiirlerini haykırdık birçok yerde. Ahmed Arif’in 33 Kurşun şiiri 1943’lerde Kürtlere yapılan zalimce bir katliamın şiiridir, onun tarihe not edilmesidir. O dönemde bunun haberleştirilmesi yasakken Ahmed Arif bunu dizelerinde yazmıştır:
“Vurulmuşum düşüm gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım almışlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz sualsiz
Vurun ulan vurun ben kolay ölmem
Ocakta küllenmiş sözüm karnımda sözüm var haldan bilene.”
Evet, direnenler kolay ölmez. Bedenleri toprağa karışır ama uğrunda verdikleri mücadele, o değerler, o duygu ve dizeler toplumda nakşedilir. Bütün bu acılara rağmen Anadolu şiiriyle bu toprakların kadim halkının tarihsel birlikteliğini yazmıştır.
Ve demiştir ki:
“Onurlu genç ellerde bizler yeniden yaratılabiliriz.”
Asla vazgeçmemiştir bu coğrafyanın birlikte yaşam duygusundan.
Nazım’ın işaret ettiği tarihsel acıları geride bırakarak onurlu bir barışı inşa etmek hepimizin sorumluluğudur
Tıpkı bugün yeniden yaratılmak için emek verilen barış sürecinin ruhu gibi. Değerli Nazım Hikmet, 61’de Kamuran Bedirhan şahsında Kürt halkına hitaben yazdığı bir mektupta, Kürt ve Türk milletinin Anadolu’da kardeş olduklarını, Osmanlı sonrası emperyalizme karşı birlikte mücadele ettiklerini belirtir. Ancak Cumhuriyet sonrasında Kürtlere haklarının verilmediğini işaret eder. Nazım’ın işaret ettiği bu tarihsel acıları geride bırakarak onurlu bir barışı inşa etmek hepimizin sorumluluğudur. Ahmed Arif’in anısını yaşatmak, Nazım Hikmet’in naaşını Türkiye’ye getirmek ve şiirlerinde resmettiği coğrafyada, topraklarda defnedilmesini sağlamak, barışı konuştuğumuz bu süreçte çok anlamlı bir adım olur. Bu konuda bir adım atılması gerekiyor. Kalıcı bir barışı inşa etmemiz için aynı zamanda hafızayı diri tutmak ve tarihle cesur bir şekilde yüzleşmek önemlidir. Bugün bizleri belleğe götüren ve bununla yüzleştiren sanatçılara, Nazım Hikmet ve Ahmed Arif şahsında sonsuz teşekkürlerimizi sunuyorum. Baskı rejimleri sanatı, sanatçıları ve hakikati susturmak için elinden gelen her türlü çabayı sarf ediyor. Bütün bunlara rağmen direnen bütün sanatçılara; yazan, çizen, oynayan bütün sanatçılara sizlerin huzurunda bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz. Onlara çok şey borçluyuz.
Bölgedeki çelişki ve çatışmalar derinleşiyor; Kürt jeopolitiği çıkış kapısıdır
Ortadoğu, küresel ve bölgesel güçlerin rekabet ve nüfuz mücadelesine sahne olan bir bölge olarak her gün yeni gelişmelere tanıklık etmektedir. Gazze’de yaşananlar, daha önce de ifade ettiğimiz üzere insanlığın sıfır noktasıdır, acının en derin olduğu noktadır. Burada yaşananlar gelecekteki düzenin nasıl tahayyül edildiğine dair derslerle doludur. Uluslararası hukuk burada bir kağıt parçasına, normlar bir hiçe dönüştü ne yazık ki. Filistin’deki bu Gordion düğümünün çözümü birçok konuyu çözecek ve istikrarın oluşmasına katkı sağlayacaktır. Öte yandan, İngiltere ve ABD’nin desteğiyle Körfez ülkeleri ve İsrail’in öncülük ettiği yeni dönem savaşlar ve krizlerle şekilleniyor. Bölgenin jeopolitik yapısı kaotik bir dönüşüm sürecinden geçiyor. İç dinamikler, güç dengeleri ve aktörlerin rolleri köklü bir şekilde yenileniyor. Deyim yerindeyse kabuk aynı ama içi hızlı bir biçimde değişiyor. Son zamanlarda özellikle Ortadoğu’da üç temel nokta ortaya çıkıyor. Küresel güçlerin bölgedeki etkisinin yarattığı sert dalgalanmalar, bölgesel güçlerin kendi içindeki çekişmeler ve halkın temsil edilme krizi. Bölgedeki birçok karmaşık sorunun çözümünde kilit rol oynayan Kürt jeopolitiği, Ortadoğu’nun labirentinde bir çıkış kapısıdır. Bu kapıyı görmezden gelenler bu labirentte kaybolmaya mahkumdur. Bu nedenle Türkiye, Suriye, Irak ve İran başta olmak üzere bölgenin tamamı için Kürt realitesinin önemi tarihsel olarak bir kez daha karşımıza çıkmıştır.
Gelin, demokratik Türkiye’yi, demokratik bir cumhuriyeti hep beraber inşa edelim
Türkiye’nin tarihsel geçmişi ve jeostratejik konumu, bölgedeki rolünü daha kritik bir eşiğe taşımıştır. Türkiye’nin artık taraf olmaktan çıkıp sorunları çözen ve bölge barışı için arabulucu olan öncü bir rol üstlenmesi çok önemlidir, acildir, elzemdir. Bölgenin buna çok ihtiyacı var. Bu yaklaşım hem Türkiye toplumunun faydasına katkı sağlayacaktır hem de bölgenin barışına çok büyük katkılar sağlayacaktır. Buna canıgönülden inanıyoruz. Örneğin Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’yi ziyaret etmesinin, oradan gelen yönetimlerin Ankara’da ya da Rojava’da ağırlanmasının barış sürecinin daha sağlıklı adımlarla ilerlemesine büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz. Bu sadece Türk ve Kürt’ün barışı, sadece Türkiye'nin iç barışı için değildir. Altını bir kez daha önemle çiziyoruz. Atılacak bu adımlar Türkiye'nin ve bölgenin barışına büyük katkılar sağlayacaktır, Türkiye’nin bölgede oynayacağı role çok büyük katkılar sağlayacaktır. Askeri güvenlik odaklı yaklaşımları aşan; ekonomik işbirliğini, sosyal ve kültürel etkileşimi ve diplomatik ilişkileri güçlü bir biçimde yaşatan bir ilişki biçimi elbette ki Türkiye’yi bahsini ettiğimiz konuma hızlı bir şekilde taşıyacaktır. Buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz: Gelin, barışı hep beraber inşa edelim, iç barışı hep beraber inşa edelim, tahkim edelim. Aynı zamanda bölge barışını da hep birlikte kuralım. Gelin, demokratik bir Türkiye’yi ve demokratik bir cumhuriyeti hep beraber inşa edelim.
4 ay içerisinde asgari ücret 3 bin TL, emekli maaşı ise 2 bin TL eridi
Değerli Türkiye yurttaşları, Türkiye ekonomide tarihin en büyük kara kışlarından birini yaşıyor. Mevsim bahar, havalar ısınıyor ama ne yazık ki ekonomideki kriz, mevsimin kara kışı devam ediyor. Bundan 6 ay önce, “Olağanüstü bir durum olursa ek zam yaparız” demişti iktidar. Hepimiz hatırlıyoruz ne dediklerini. İktidar olağanüstü durum yokmuş gibi davranıyor. Bu tabloya baktığımız zaman yurttaşlarımız kendi karar verecek. Tablo çok ağır. İktidar bu tablonun farkına varmalıdır. 16 milyon emeklinin yaşam mücadelesi ağır bir biçimde devam ediyor. 4 milyon emekli 14.469 TL gibi bir sefalet ücretiyle yaşamak zorunda. Sadece 4 ay içinde asgari ücret 3 bin TL, emekli maaşı ise 2 bin TL eridi. Ortalama kiralara baktığımızda kiralar el yakıyor. Burada evi kira olan çok sayıda insan var. Türkiye yurttaşlarımızın önemli bir kısmı kirada oturuyor ve aldıkları maaş bir emekli maaşı, kira ödemeye asla yetmiyor. Kredi kartı borcu 2 trilyonu geçmiş durumda. Geniş tanımlı işsizlik % 32,2 oranına ulaşmış durumda. Rekor bir rakam.
İktidar mutlaka ara zam yapmalıdır
İcra dosyaları 23 milyonu aştı. 20 milyon yurttaşımız düzenli sosyal yardıma muhtaç bir biçimde yaşamını sürdürüyor. Bugün, enflasyon rakamları açıklandı. Mayıs ayı enflasyon rakamlarına baktığımızda TÜİK’e göre yıllık oran yüzde 35,41, ENAG’a göre yüzde 71,23. Yani TÜİK yine Saray’da icat ettiği rakamları halka yutturmaya çalışıyor. Ama insanlar geçinemiyor. İnsanlar çarşıya pazara gittiğinde domates ve biberi bile taneyle almaya başladıktan sonra bu enflasyon rakamlarını TÜİK söylese ne söylemese ne. ENAG’ın açıkladığı rakamlar TÜİK’in açıkladığı rakamların iki katı. Gerçek olan o rakamdır, iki katı olan rakamdır. Bu durum artık idare edilebilir durum olmaktan çoktan çıktı. DEM Parti olarak şunun altını özellikle çiziyoruz. İktidar verdiği bu sözü, yani ihtiyaç olursa zam yapacağı sözünü hatırlamak ve hayata geçirmek durumundadır. Asgari ücrete, emekli maaşına, işçi ve memur maaşlarına ara zam mutlaka ama mutlaka yapılmalıdır. Acil, tez elden yapılmalıdır. Bu konuyla ilgili komisyonlar bir an önce toplanmalı, karar almalı ve bu karar da hızla hayata geçmelidir. Ama iktidar bunu yapma niyetinde gözükmüyor. Bakın, işçiler her gün alanlarda ve eylemlerde. İnsanlar ucuz yumurta ve ekmek almak için metrelerce kuyrukta saatlerce bekliyor. Bu gerçekliği bu iktidar görmek zorundadır. Ama karnı tok, sırtı pek beyefendiler doymak bilmedi. Kene gibi bu toplumun ve yurttaşın sırtına yapıştı. Toplumun kanını emdikçe emiyor ve bu konuda adım atma niyetinde gözükmüyorlar. İşçinin, emekçinin, çalışanın ücreti mutlaka artırılmalıdır. Genel İş Sendikasına üye yaklaşık 23 bin kişinin başlattığı grev İzmir’de. İzmir Büyükşehir Belediyesi iştiraklerindeki işçilerin hakları acilen verilmelidir, insani talepleri karşılanmalıdır. Onların talebi eşit işe eşit ücret ve bu talep acilen karşılanmalıdır. İşçiler alanlarda, eylemlerde. Ben buradan İzmir’deki işçi kardeşlerime sesleniyorum: Ey İzmirli işçi kardeşlerim, DEM Parti olarak hem parlamentoda bu kürsülerde sizlerin haklarını savunmaya ve yanınızda olmaya devam edeceğiz hem de alanlarda, meydanlarda, grev meydanlarında sizlerle birlikte olmaya devam edeceğiz. Direnişinizi buradan selamlıyoruz.
Halk “Bu sürece neden güvenilmeli?” sorusunu soruyor
Barış ve Demokratik Toplum Sürecine dair önemli ve kritik bir haftayı geride bıraktık. Bazı temel vurguları yaparak bu konuyla ilgili birkaç noktanın altını çizmek istiyoruz. Yüzyılın en önemli meselesinin umutlar ve bekleyişler eşliğinde kritik bir kavşakta olduğunun altını çiziyoruz. Süreci doğru anlamak, hakikatleri cesaretle dillendirmek, tepkisellik yerine sakince bu süreci ele almak ve ne yapmak gerektiğini ortaya koymak gerekiyor. Hem iktidar çeperinde hem de muhalefetin bir kısmında bu sürecin hacmi tam anlamıyla kavranabilmiş değildir. İnsanlar arasında sürece dair bir ruh hali karmaşası yaşanıyor. “İktidarın pratiklerine ve söylemlerine bakınca bu sürece neden güvenelim?” sorusu halkta soruluyor. Yine bu süreci çok olumlu karşılayan, “Hayırlı olsun, Türkiye’de yepyeni bir sayfa açılıyor” diyenler de bu gelişmelere bakınca aynı soruyu bir kez daha soruyorlar: Biz bu sürece neden güvenelim? Çok önemli bir soru. Bu soruyu milyonlarca yurttaşımız soruyor.
Barışın oluşması konusunda ortak adım atılması gerekiyor
Niye? Çünkü olanları izliyorlar, yeterince adım atılmadığını biliyorlar. Milyonlar Godot’yu bekler gibi bu topraklarda barışı bekliyor. Bu bekleme durumunun birinci sorumlusu ve bu konuda adım atması gereken iktidardır. Biz bunu her yerde vurguladık, bir kez daha vurgulamak istiyoruz: İktidar mutlaka bazı adımlar atmalıdır. Bu konuda siyaset kurumuna çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ayrım gözetmeksizin bu sürecin toplumsallaşması bir mecburiyettir. Toplumsallaşmasının sağlanmasına siyaset öncülük etmelidir. Bir ayrım yapmama konusundaki vurgunun altını özel olarak çiziyorum. Çünkü muhalefeti ve iktidarıyla her kesimden insanın, hem siyasal hem de toplumsal öznelerin bu süreçte hemhal olarak barışın oluşması konusunda ortak adım atması çok önemlidir. En geniş yelpazedeki toplumsal mutabakatın oluşması çok önemlidir. Bu öneme binaen önemli adımların atılması şarttır. Biraz önce dediğim gibi toplumda güvensizlik oluşuyor. Bunun nedenlerinden birini ifade etmek istiyorum. İnfaz Yasası mağduru vatandaşlarımızın aileleri, COVID Yasası mağdurları buradalar. Konuyla ilgili taşıdıkları pankartla salondalar. Bir kez daha hepsine hoş geldiniz diyorum.
Sürecin ciddiyetini ve geri dönülmezliğini göstermek için güçlü adımlara ihtiyaç var
Biz barışı konuşurken, yasama faaliyetlerinin barışa hizmet etmesini beklerken, ne yazık ki bugün görüşülmeye başlanacağını düşündüğümüz yargı paketinden COVID Yasasının çıkarılacağı yönünde bilgiler paylaşıldığı halde son anda iktidar bunu geri çekti. İşte bu nedenle insanlarda güvensizlik gittikçe artıyor. Sürecin hukuki altyapısı kurulmazken, güvensizlik varken, bizler barış ortamını nasıl inşa edeceğiz? Bu çok büyük bir soru olarak durmuyor karşımızda. On binlerce mahpus bayramı evinde geçirmenin hayalini kurdu. Aileleri şimdi bu salonda. Onlar yakınlarıyla bayramı kutlayacaklarını düşünüyorlardı. Bunun hayalini kurdular. Ancak insanların hayallerini kursaklarında bıraktılar. Buna hiç kimsenin hakkı yok. Milyonların umudu AKP’nin kaygılarına kurban edilmemelidir. Bu toplumun kaygısı, bütün siyasi partilerin kaygılarından daha önemlidir. 86 milyon yurttaşın kaygısı ortak. Kaygılarımız bir siyasi partiyi aşar, aşmalıdır da. Bu sürecin sosyal, siyasal ve psikolojik eşiklere ihtiyacı olduğunu söyledik. Mesela Anayasa Mahkemesinin önünde tarihi bir fırsat duruyor. İdare mahkemesinin Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla AYM’ye gönderdiği kayyım yasası derhal lağvedilebilir. Bu sürecin önü bu şekilde açılabilir. Bu yaklaşım pozitif olmalıdır. Sürecin ciddiyetini ve geri dönülmezliğini göstermek için güçlü sembolik adımlara ihtiyaç vardır. Bu adımlardan biri COVID Yasası idi, infaz paketinin genişletilmesiydi ama bunlar olmadı. Genel Kurul’a gelecek bu yasa, önümüzde hala bir fırsat var. Mağdur ailelerle birlikte biz bu kürsüden çağrımızı yineliyoruz: Hala bir fırsatımız var ve bu fırsatı değerlendirelim. COVID Yasasını hep birlikte oy birliğiyle parlamentoda çıkaralım. Bu adımlar sıradan görülmemelidir. “Sırası gelsin onu da hallederiz” diyerek küçümsenmemelidir. Bu sıra ne zaman gelecek soruları topluma sordurulmamalıdır.
İnfaz düzenlemesine ilişkin taleplerimiz nettir, COVID Yasası da bu düzenlemeye eklenmelidir
Bu infaz düzenlemesinde sağlıklı bir karar alınması, toplumun genel anlamda barışa ilişkin psikolojisine önemli katkılar sunacaktır. Görüşmeler başladığı ilk andan itibaren, komisyon aşamasında vekillerimiz sabaha kadar çalışarak taleplerimizi tek tek sıraladı. Ben onları bir kez daha Türkiye’deki bütün yurttaşlarımız bilsin diye sıralayacağım, partimizin talebi net olarak şuydu: COVID Yasasında istisna tutulan tüm suçları kapsayacak şekilde bu yasa yeniden düzenlenmelidir. TMK’daki koşullu salıverme koşulları kaldırılmalıdır. Yaşlı mahpusların konutta infazları TMK’ya eklenmelidir. Hasta mahpusların tahliyesine engel olan “toplum güvenliği bakımından tehlikelilik şartı” kaldırılmalıdır. Ağırlaştırılmış müebbetler, her düzenlemenin istisnası olma halinden çıkarılmalıdır.
İnfaz düzenlemesine dair taleplerimiz bir lütuf değil gerekliliktir. Bu bir insan hakkıdır. Bu barış sürecinin ruhuna uygun temel bir insan hakkıdır. Bu yasa taslağı Genel Kurul’a gelecek ve bir kez daha çağrımızı iktidara yapıyoruz: Bizler bu bayramın çifte bayram olmasını hala sağlayabiliriz. Gelin COVID düzenlemesini ekleyelim ve el birliğiyle çıkaralım. Hapishanede tutsak bulunan bütün yoldaşlarımıza; tüm devrimci, sosyalist, yurtsever siyasetçiye, seçilmişe, aydına, yazara, gazeteciye; Can Atalay, Çiğdem Mater, Osman Kavala, Tayfun Kahraman, Ekrem İmamoğlu, Ahmet Özer, Bekir Kaya, Ayşe Gökkan, Leyla güven, Semra Güzel, Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş şahsında hepsine selam ve sevgilerimizi iletiyorum.
Komisyon bir an önce kurulmalı, aktif bir şekilde çalışmalarına başlamalıdır
Değerli arkadaşlar, önemli gelişmelerden biri de Meclis’te kurulacak komisyon. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'un “Komisyon kurulacak” sözleri son derece önemli. Dün de kendisi bizi ziyaret etti. Kendisiyle görüşlerimizi paylaştık. Komisyonun sonuç alıcı bir biçimde çalışmasının çok önemli olduğunu vurguladık. Ülkenin oyalanacak vakti yok. Bu komisyon bir an önce kurulmalı ve çalışmalarına aktif bir biçimde başlamalıdır. Sadece laf geliştirmeyen, somut önerileri ve takvimi olan ve bu takvime uyan, hesap verebilir bir mekanizmayı kastediyoruz. Bu ülkenin sorunlarının komisyona havale edilip çürümeye bırakılacağı bir durumu yoktur. O nedenle, komisyon bir an önce kurulmalıdır ve işlevli bir komisyon olmalıdır. Yerel yönetimlerden silahsızlanmaya, yargı işleyişinden kolektif haklara uzanan birçok hayati gündem önümüzde durmaktadır. İşlevsel bir komisyonla hızlı adımlar atılabilir ve bu kısır döngüden çok hızlı bir biçimde çıkılabilir. Biz, her cümleyi, barış ve demokrasi inşa edilmelidir diye bitirmedikçe tarih bize kulak kabartmayacaktır. O halde, bu komisyon tarihin ve barışın sesine kulak vermeli ve barış konusunda insanlığa çok büyük bir katkı sağlayabileceğini insanlığa gösterebilmelidir. Barışı kuran bir komisyon olarak tarihe geçmelidir.
Kadınlar Meclis’te kurulacak komisyonun asli bir parçası olmalıdır
Kadınlar bütün bu çalışmaların asli bir parçası olmak durumundadır. Oluşacak komisyonda sivil toplum örgütleri ve demokratik kitle örgütlerinin temsiliyeti, görüş ve önerileri alınacak ve alınmalıdır da. Burada başvurulması gereken en önemli kesimin kadınlar olduğunu feministler ve kadın kurumları olduğunu belirtiyoruz. Bu komisyon oluşturulurken bu atlanmamalıdır. Bu çok önemli. Cumartesi günü TJA’nın çağrısıyla Türkiye kadın hareketinin temsilcileri, feministler ve Kürt kadın hareketinin Türkiye’deki bütün temsiliyetleri Diyarbakır’da çok güçlü bir yürüyüş gerçekleştirdi. Ben de katıldım. Gerçekten mesajları, katılımı ve özellikle bileşimiyle muazzam bir yürüyüştü. Toplumsal barış ve demokratik çözüm talebi için yürüdü kadınlar Diyarbakır sokaklarında. Bu çalışmada emeği geçen bütün kadınlara teşekkürlerimizi sunuyorum. Jin, jiyan azadî!
Anayasa yapım sürecinin sağlıklı sürdürülebilmesi için siyasi iklimin yumuşatılması ve yol temizliği şart
Değerli arkadaşlar, anayasa tartışmaları gündeme gelmiş durumda. Anayasa tartışmalarını herhangi bir tabuya veya tıkayıcı tartışmalara kurban etmemek lazım. Yeni bir anayasa diyorsak, gerçekten yeni olmalıdır. Vesayet rejiminden kurtulmuş sivil bir anayasa diyorsak, her türlü vesayet rejiminden kurtulmuş gerçekten sivil bir anayasa olmalıdır. Demokratik diyorsak, gerçekten demokratik bir anayasa olmalıdır. Mesela bakın süreç nasıl akıyor? Muhalefet belediyelerine operasyonlar yapılıyor. Daha birkaç gün önce tekrar bir operasyon gerçekleşti. Bu operasyonlar demokrasiye hizmet etmiyor. Bu operasyonlar antidemokratik ortama hizmet ediyor, toplumu kutuplaştırıyor ve katılaştırıyor. Mesela bir anayasa yapım sürecinden bahsedilecekse bu operasyonlardan vazgeçilmelidir. Anayasa yapım sürecinin sağlıklı sürdürülebilmesi için siyasi iklimin yumuşatılması ve yol temizliği şarttır. Bu konuda ana sorumluluk iktidardadır. Toptancı yaklaşımlardan çıkarak, herkesi sürece katacak bir yol temizliğine ihtiyaç var. Bu anlamda Sayın Bahçeli’nin “yeni bir kimlik ve kardeşlik asrı” vurgusu önemlidir. En geniş toplumsal mutabakat, demokratik anayasa yapım sürecinin ve ruhunun vazgeçilmezlerindendir. Yine Sayın Özgür Özel’in ifade ettiği üzere, anadilinde eğitim ve kapsayıcı bir vatandaşlık tanımının da desteklendiği bir çözüm sunabilmelidir yeni toplumsal sözleşme. Anayasa, bir toplumun eşit yurttaşlık hakkı temelindeki bütün haklarının ve hukukunun tesis edilmesi demektir. Ruhu ancak böyle şekillenirse gerçekten yeni ve gerçekten demokratik bir anayasa olur. İç barışı tesis ve tahkim etmek de eşit vatandaşlık hukuku ve adaletini, özgürlükleri tesis etmekle mümkündür. Bunun yolu budur ve başka da bir yolu yoktur.
Demokratik toplum çalışmalarımızı bir örgütlenme seferberliğiyle bu yaz yeni bir merhaleye taşıyacağız
Sürece dair çalışmalarımız hız kazandı. Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin sadece konuşulmasını doğru bulmadığımızı sürekli ifade ettik. Burada icraata ihtiyacımız var. Sadece DEM Parti’nin değil bütün siyasi partilerin ve toplumsal kesimlerin toplum içinde harıl harıl bunun çalışmasını yürütmesi gerekiyor ki barış gerçekleşebilsin. Bu konuda sözde değil özde adımların atılması gereklidir. Barış, müzakereyle ve güçlü bir mücadeleyle desteklenirse inşa edilebilir. Bunun bir ayağı parlamento ise, ki çok önemlidir, diğer ayağı toplumun kendisidir. Toplumsal örgütlenmenin ta kendisidir. Bizler de DEM Parti olarak, dün olduğu gibi bugün de Barış ve Demokratik Toplum Çağrısına uygun bir biçimde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu yaz bir örgütlenme hamlesiyle bu çalışmaları bambaşka bir merhaleye taşıma amacındayız. Komisyonlarımız 7/24 çalışıyor bu yaz DEM Parti olarak daha çok alanda olacağız. Barışı örgütleyeceğiz, kendimizi örgütleyeceğiz; demokratik toplumun örgütlenmesine hep birlikte katkı sağlayacağız.
100 yıllık bir sorunun çözülebilmesi için elimizde tarihi bir fırsat var
İşçilerle, emekçilerle, yoksullarla, emeklilerle, çiftçilerle, esnafla, kadınlarla, gençlerle, engellilerle, doğa ve insan hakları savunucularıyla, Alevilerle, mütedeyyinlerle, bütün farklı halklardan ve inançlardan insanlarla, ezilenler ve sömürülenlerle birlikte barışın toplumsallaşmasını sağlamak için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu yaz önemli bir örgütlenme hamlesini hayata geçireceğiz. Bunun hazırlıkları devam ediyor. Buradan çağrımız aynı zamanda iktidara ve muhalefetin diğer kesimlerinedir: 100 yıllık bir sorunun çözülebilmesi için elimizde tarihi bir fırsat var. Bu tarihi fırsatı değerlendirmek hepimizin görev ve sorumluğundadır. Sahalarda DEM Parti’nin bütün demokrasi güçlerine, siyasi güçlere ve toplumsal dinamiklere bu süreci taşıması, bilgilendirmesi, görüş alışverişinde bulunması önemlidir ama yetmez. O yüzden bütün siyasi partilerin bu yazı sahada barış için geçirmesi gerekiyor. Bir yandan parlamento yasa faaliyetlerinin sürmesi, adım atılması lazım; öte yandan hepimizin görev ve sorumluluğu olan barışın halk içinde örgütlenmesinin sağlanması bakımından herkesin sahada olması lazım. Siyasi partilerle yaptığımız görüşmelerde, bu konudaki görüş ve önerilerimizi de paylaştık.
Sevgili Nazım’ın dediği gibi, “Arkamızda bir düşman gözü gibi karanlığın yolu, önümüzde bakır taslar güneş dolu, dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız”. Barış için, demokrasi için, adalet için bizler daha çok dostların sofrasında olacağız. Hepimize kolay gelsin, yolumuz açık olsun. Hızır yar ve yardımcımız olsun.
3 Haziran 2025