Hatimoğulları: Her partinin mutlaka bir barış programı olmalıdır

 

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları kapsamında Van'daydı. Van Barosu ve STK’larla yapılan buluşmada konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi: 

Hepimiz için en önemli görev barışın toplumsallaşmasını sağlamaktır

Değerli kurum temsilcileri, emek-meslek örgütlerinin temsilcileri, kanaat önderleri ve inanç temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün bizleri buluşturan; Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını hep birlikte konuşma olanağı veren Van Barosu Başkanı, Yönetim Kurulu ve emektarlarına teşekkürlerimi sunuyorum. Bugün çok önemli bir iş yapıyoruz burada. Baro yönetiminin böyle bir konuda ev sahipliği yapması barışın toplumsallaşması bakımından son derece önemli ve kıymetlidir. Çünkü barış süreci, ne tek başına kendisini fesheden PKK ile devlet arasında ne tek başına İmralı’da Sayın Öcalan ile devlet arasında ne de DEM Parti ile yürüyen milyonlarla tek başına toplumsallaşabilir. Türkiye’deki bütün demokrasi güçlerinin, STK’ların, emek-meslek örgütlerinin, farklı halklardan ve inançlardan kesimlerin en güçlü sahiplenmesiyle barışın toplumsallaşabilmesi mümkündür. “Barış yeterince toplumsallaşabilmiş mi?” Bu soru burada sormamız gereken en kritik soru. Çünkü bu salonda bulunan bileşenler ve hepimiz açısından en önemli görev ve sorumluluk barışın toplumsallaşmasını hep birlikte sağlayabilmektir. Geçen sene 1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelip selam vermesiyle başlayan bir süreç. Bu süreç bir yılı aşkındır devam ediyor. Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin ana başlığının altına çok şey sığdırabiliriz. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemle çözümünden tutalım da Türkiye’deki antidemokratik uygulamaların her biriyle mücadele etme ve sonuç almaya kadar; TCK’dan TMK’sına yasal düzenlemelere kadar, cezaevindeki mahpusların yaşadıkları sorunlara kadar, ana muhalefet partisi CHP’nin yargı yoluyla gördüğü baskıya ve siyasetin dizayn edilmesine kadar hepsini bunun alt başlıkları olarak ele alabiliriz.

Örgütün Türkiye'den çekildiğini açıklamasıyla birlikte ikinci bir aşamaya geçildi

Bugün bu ülkede yaşayan farklı halklar ve inançlardan insanların kendisini öteki yurttaş gibi hissetmesi... Kürt öyle hissediyor, Alevi öyle hissediyor, Ermeni ve Hıristiyan öyle hissediyor. Peki, neden öyle hissedelim? Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı aynı zamanda bu ülkede yaşayan tüm farklılıkların, 86 milyon yurttaşın eşit yurttaşlık hakkı temelinde yaşamasıdır. Herkesin anadilini özgürce konuşabilmesi, anadilinde özgürce eğitim görebilmesi, kendi inancıyla özgürce ibadet edebilmesidir. Bütün bunlar bizim vazgeçilmez ilkelerimizdir. Bu süreç 1 Ekim'de başladı ve 27 Şubat'ta Sayın Öcalan'ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile bambaşka bir evreye girdi. PKK'ye bir fesih çağrısı yapmıştı. Kendi örgütü Sayın Öcalan'ın bu talebini yerine getirdi. Bu süreçteki önemli evrelerden biriydi. 50 senedir bu süreci yürüten PKK kendini feshetme kararı aldı. Akabinde de gerçekten tarihi önemi olan, barış sürecinin garanti noktalarının başında gelen 11 Temmuz'daki silah yakma töreni geldi. Biliyorsunuz Süleymaniye'de gerçekleşti. Dünya kamuoyunun önünde silahların yakılmasıyla bir daha geri dönülmemek üzere barışı tesis etmek için atılan bir adım. En son olarak da Kürt Özgürlük Hareketinin 26 Ekim'de Türkiye'den çekilme kararı. Bütün bunları düşündüğümüzde aslında birinci evrede çok önemli basamaklarda yol alınmış. Şimdi bir tarafın adımlarını saydım dikkat ederseniz, yani Kürt cenahının adımlarını saydım. Peki, iktidar ve devlet tarafından atılan adımlar nedir? Devlet ve iktidar tarafından atılan somut adım bir komisyon oluşturmak oldu Meclis’te. Komisyonun oluşması kesinlikle çok önemli, çok kıymetli. Komisyon şimdiye kadar çok önemli dinlemeler yaptı. Fakat atılması gereken daha somut adımlar var. Henüz o konuda bir yol alınmış değil. Ve biz özellikle 26 Ekim'de örgütün Türkiye'den çekildiğini açıklamasıyla birlikte artık ikinci ve çok önemli bir aşamaya geçildiğini düşünüyoruz.

İkinci aşamaya geçtiğimiz bu süreçte Kürt sorununu pansumanla değil kalıcı barış ve demokrasiyle çözmek lazım

Bu süreçte başta Kürt halkı olmak üzere bütün toplumun beklentisi var. Bu beklentiler nedir? Kalıcı bir barışın inşa edilmesi ve bununla ilgili yasal, hukuki düzenlemelerin gerçekleşmesi. Şu bilinmeli ki Kürt sorunu basit pansumanlarla çözülebilecek bir sorun değil. 50 seneyi aşkındır savaşın ve çatışmanın yürüdüğü bir sorun. Aynı zamanda Kürt halkının demokratik siyasette son derece örgütlü duruşu. Sadece Türkiye’de değil Suriye’de, Rojava’da, Irak’ta, İran’da örgütlü duruşu. Bütün bunlar bize şunu gösteriyor. Kürt sorunu bölgesel düzeyde zaten çözülmek zorunda. Persler, Farisiler, İsrailliler, Araplar ve farklı halklar arasında ne yazık ki halkların değil egemenlerin savaşı devam ediyor. Böylesi bir atmosferin içinde Kürt sorununun çözümü sahici olur. Kürt sorununu çözmek sosyal, siyasal, iktisadi ve diplomatik açıdan Türkiye'yi, Türkiye halklarını ilerletir. Bu bakımdan bir kez daha diyoruz ki ikinci aşamaya geçtiğimiz bu süreçte Kürt sorununu pansumanla değil kalıcı barış ve demokrasiyle taçlandırmak, çözmek lazım. 

Sürece güven oluşturmak tek taraflı adımlarla olmaz, devlet de adım atmalı 

Burada somut olarak demokratik entegrasyon yasalarından, geçiş yasalarından ve aynı zamanda bazı özel yasalardan bahsetmemiz gerekiyor. Bu konuda artık somut adımın atılmasının tam zamanıdır. Geçtiğimiz senenin 1 Ekim’inden bu yana Türkiye'de yüzlerce toplantı yaptık, on binlerce insanla buluştuk. Gitmediğimiz kurum, demokratik kitle örgütü, inanç temsilcisi, kesim kalmadı. Hepsi de “Biz barışa yürekten inanıyoruz, barış mutlaka bu ülkede tesis edilmeli. Fakat bizde yeterince güven oluşturmuyor bu süreç” diyor. Eminim ki bu güven meselesi biraz sonra sizlerin de değerlendirmeleri arasında yer alacak. Biz diyoruz ki bu sürece güven oluşturmak tek taraflı adımlarla olmaz. Madem Kürt cenahı çok önemli, tarihi ve somut adımlar attı, benzer adımların iktidar ve devlet tarafından da atılması gerekiyor. İkinci sacayağı olarak ise toplumun geniş kesimleri tarafından sürecin sahiplenilmesi gibi bir görev ve sorumluluğu hepimiz taşıyoruz. Yani burada ikili bir görevle karşı karşıyayız. Eminim ki bu güven oluşursa barış çok daha fazla toplumsallaşacak ve çok daha geniş kesimler tarafından kucaklanacaktır. 

Hasta mahpusların serbest bırakılması için yeni bir yasaya gerek yok

Nedir bunlar? Mesela infazı yakılan mahpusların serbest bırakılması. Hala infaz yakmalar devam ediyor. Bunu kabullenmek mümkün değil. Bir diğer meselemiz cezaevlerindeki hasta mahpuslar. Hasta mahpuslar mutlaka serbest bırakılmalı. Bunun için yeni bir yasa oluşturmaya gerek yok. Mevcut anayasa zaten bunu öngörüyor. Bu yasayı uyguladığımız zaman zaten onları serbest bırakmak gerekiyor. Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin çok önemli bir kararı var. Sevgili Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın serbest bırakılmasına, Kobanî Kumpas Davasında tutuklu bulunan bütün arkadaşlarımızın serbest bırakılmasına karar vermiş durumdadır AİHM. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf bir ülke olarak AİHM kararını acilen hayata geçirmelidir. Sevgili Figen, Selahattin ve bütün arkadaşlarımızın bir saat dahi içeride kalmaması gerekiyor. Bu adımlar toplumun güvenini artıracaktır.

CHP belediyelerine operasyonlar derhal durmalı, belediye başkanları görevlerine iade edilmelidir

Toplumdaki kaygıları büyüten en temel noktalardan biri ana muhalefet partisi üzerindeki operasyonlardır. 19 Mart'ta başlayan ve CHP belediye başkanlarına yargı yoluyla devam eden operasyonu ve muhalefeti dizayn etme çabasını bu süreç açısından bir sabotaj olarak görüyoruz. Muhalefet üzerindeki bu baskı, süreci sabote etmektedir. Bu operasyonlar derhal durmalıdır. Belediye başkanları görevlerine iade edilmelidir. DEM Parti belediyelerine de kayyım atandı. Güven artırıcı adımların en önemlilerinden biri Van Büyükşehir Belediyesine atanmış olan kayyımın geri çekilmesidir. Kayyım atamalarının geri alınması ve seçilmişlerin yönetimlere geri gelmesidir. 

Kayyım uygulaması derhal son bulmalıdır

Demokrasiden bahsedeceksek, seçme ve seçilme hakkı yurttaşın elinden alınmamalıdır. Kayyımlar, CHP belediye başkanlarının tutuklu yargılanması, bütün bu operasyonlar seçme ve seçilme hakkımızı elimizden almaktır. Demokraside buna yer yoktur. Seçimi değiştirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. O yüzden buradan, büyükşehir belediyesine kayyım atanmış bir şehirden sesleniyoruz: Kayyım uygulaması derhal son bulmalıdır. 

Her partinin mutlaka bir barış programı olmalıdır

İzniniz olursa barışın toplumsallaşmasıyla ilgili birkaç şey söyleyeceğim. Türkiye'nin birçok yerinde sayısız buluşmalar gerçekleştirdik. Kurum temsilcilerinin ve halkımızın görüş ve önerilerini aldık. Bugün de sizleri dinleyeceğiz. Bunun bizim için çok kıymetli olduğunun altını özellikle çizmek istiyorum. Fakat bu sürecin toplumsallaşmasında eksik gördüğümüz birkaç nokta var. Birincisi, iktidar ve muhalefet partileri bu süreçte bizim gibi sahada değil. Nereye gidersek gidelim insanlar bize şunu söylüyor: “DEM Parti merkezden yerele kadar 7/24 sahada ama sizin dışınızda sahada kimse yok”. Yani ne ana muhalefet partisi başta olmak üzere muhalefet ne de iktidar partileri tarafından, topluma barışı ve bu süreci nasıl başarabileceğimizi konuşma konusunda sahada bir emek verilmediğini görüyoruz. Bu da çok önemli eksikliklerden biri. Oysa her siyasi partinin mutlaka bir barış programı olmalı. Her siyasi partinin Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemle çözümünü kapsayacak ayrıca bir barış programı olmalı. Her siyasi parti sahada olmalı. Seçmenine gitmeli ve bunları anlatabilmeli. 

Aynı toprağa basan, aynı havayı soluyan yurttaşlar olarak neden barışmayalım?

Bugün mesela Van Barosunun yaptığı çok kıymetli bir şey. Bu aynı zamanda siyasi partilerin ve Türkiye'deki bütün örgütlü kesimlerin yapması gereken bir şey. Bunlar çoğaldıkça emin olalım ki barışı daha güçlü tesis edebiliriz. Sözlerimi bitirirken şu soruyu sormak istiyorum: Biz neden barışmayalım ki? Bu topraklarda aynı suyu içen, aynı havayı soluyan, aynı toprakta yaşayan, aynı toprağa basan, aynı duyguyu hisseden yurttaşlar olarak birbirimizle neden barışmayalım? Biz Kürt'ün dilini Kürt'e neden fazla görelim? Biz Alevi'nin inancını, Hıristiyan'ın inancını neden fazla görelim? Neden herkes kendi diliyle konuşmasın ki bu topraklarda? Neden kendi diliyle, anadiliyle eğitim görmesin ki? Neden bir çocuk bu topraklarda gülmesin? Neden kuşlar bu topraklarda özgürce uçmasın? Bunun için bir engel var mı? Hayır, yok. Yeter ki barışın ve demokrasinin ortak değerlerinde buluşalım. 

Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı 86 milyonun kurtuluşudur

Şuna inanıyoruz ki Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı sadece Kürt halkının değil, bu ülkede yaşayan 86 milyon yurttaşın kurtuluşudur. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının satırlarını tek tek okuduğumuzda, aslında her birimiz barışı ve Türkiye'nin demokratikleşmesini kendi mücadele ve yaşam alanlarımızdan doğru nasıl inşa edebileceğimizi görebiliriz. Mesela kadınlar için barış neden önemli? Çünkü bizler her gün katlediliyoruz. Biraz önce Rojin Kabaiş'in katledildiği yerde basın açıklaması yaptık. Biz kadınlar kendi yaşam hakkımız için, erkek şiddeti görmemek için barış istiyoruz. Gençler barış istiyor. O zaman herkes kendi diliyle barışı anlatabilmelidir. Bu ülkenin işçisi, emekçisi, yoksulu barış istiyor. Bakın, Van Türkiye'nin en yoksul kentleri arasında. İşsizlik oranının en yüksek olduğu kentlerden. Türkiye'de 50 milyona yakın insan açlık ve yoksulluk sınırının altında. Bu ülkenin işçisinin, emekçisinin, yoksulunun, barınamayanının, emeklisinin barış konusunu kendi diliyle ifade etmesi; kendi haklarıyla ilgili verdiği mücadele ile barış mücadelesini harmanlaması kadar güzel bir şey var mıdır? Çünkü bizim ekmeğe de ihtiyacımız var, barışa da ihtiyacımız var. Ve bunu harmanlayan bir mücadeleye ihtiyacımız var. Ben bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

31 Ekim 2025