Hatimoğulları: İktidarın hikayesini bozmalıyız

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları'nın Gazete Duvar'a verdiği röportaj:

Yerel seçimlerde kayyım atanan belediyelerini yeniden kazanan DEM Parti, seçim sonrası dönemde saha çalışmalarına ağırlık verdi. Eş Genel Başkanları, parti yönetimi, milletvekilleri parti örgütlerini güçlendirmek için hemen her gün sahada, il, ilçe, köy ziyaretlerindeydi. Toplumun ekonomik olarak içinde bulunduğu darboğaza dikkat çekmek için “Ekmek ve Adalet Buluşmaları” yapan DEM Parti, bir yandan da muhalefetin birlikte hareket etmesinin yollarını aradı, bu kapsamda görüşmeler yaptı.

DEM Parti'nin yaz boyunca yaptığı çalışmaları, güncel siyasi gelişme ve tartışmalara bakışını Eş Genel Başkan Tülay Hatimoğulları ile konuştuk.

'TOPLUM HAZIR AMA SİYASİ PARTİLER, EMEK, MESLEK ÖRGÜTLERİ YETERSİZ'

Yaz ayları boyunca 'Ekmek ve Adalet Buluşmaları' ve 'Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız' kampanyasını yürüttünüz. Sahadaki gözleminiz ne oldu?

‘Ekmek ve Adalet Buluşmaları’nı ve Kadın Meclisimizin ‘Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız’ kampanyasını eşzamanlı yürüttük. Bugün herkes ‘Ekonomik kriz var, yoksulluk var’ tespitini yapıyor. Ama bu buluşmalarımızda gördük ki bırak yer üstünü yedi kat yer altından dahi iniltiler geliyor. Durum öyle vahim. Bu iktidarın toplumu açlık ve yoksulluğa mahkum ettiği konusunda halkın kafası çok net.

Yani toplum iktidara tepkili ve bu tepkinin örgütlenmesine de çok hazır. Ancak toplumun bu tepkisinin örgütlenmesi ve daha büyük bir toplumsal harekete dönüşmesi konusunda siyasi partiler, emek meslek örgütleri, sendikalar çok eksik. Açlık ve yoksullukla baş başa kalmış olan toplumun sesini bütünlüklü olarak çıkarması gereken bir dönemden geçiyoruz.

‘İKTİDARIN HİKAYESİNİ BOZMALIYIZ’

Hiç kimse kendi kırmızı çizgisini halkın yaşadığı sorunların önüne koymamalı. Onun için ısrarla ortak mücadele diyoruz. Kısaca, toplumsal alan, siyasal alanı göreve çağırıyor. İktidarın açlığı, yoksulluğu, yüksek enflasyonu dış güçlere bağladığı, sanki bu ülkeyi onlar yönetmiyormuş ve bunlar normalmiş gibi kurduğu hikayesini bozmalıyız.

'IMF'SİZ IMF PROGRAMI UYGULANIYOR'

İktidar uyguladığı ekonomi programına inanıyor ve kısa, uzun, orta vadeli bazı hedefler koyuyor. İktidarın ekonomi programının toplumda karşılığı yok mu?

Toplum iktidara inanmıyor. Bugün Mehmet Şimşek'in uyguladığı program IMF'siz IMF programıdır. Kemer sıkma politikalarıdır ve iktidar kemeri yoksula sıktırıyor. Zenginler daha da zenginleşiyor. Devlet yoksulun sırtına yüklediği vergiyle zenginleri daha çok zengin ediyor. Çocuklar bir tosta muhtaç ve beslenme çantaları boş. Ama yandaş sermayenin para kasaları dopdolu.

'AKP'NİN NORMALİ TOPLUMUN NORMALİ DEĞİL'

Tablo böyleyken iktidar diyor ki, 'Gayet iyiyiz, normaliz.' AKP'nin normali bu, evet ama toplumun normali ve gerçeği bu değil… AKP ambalaj ve yama kültürü ile yaşıyor, bundan ötürü anormali normal gösteriyor. Bu yüzden biz buluşmalarımızda sadece dert dinlemiyoruz, çözüm önerilerimizi de paylaşıyoruz. Azdan az çoktan çok vergi alınmasını savunuyoruz. Başta tarım politikaları olmak üzere çok radikal değişimler öneriyoruz. İşçiyi, emekçiyi, üreticiyi merkezine koyan, emeğin hakkını merkezine koyan bir politika öneriyoruz.

'HALK ÖFKELİ AMA GEÇEN SENEYE GÖRE DAHA UMUTLU'

Toplumun tepkili olduğunu ifade ettiniz. Sizin yaptırdığınız anketlere de yansıyor mu bu tepki?

Yerel seçimlerde çok büyük bir yenilgi aldı AKP ve ortağı. Ve en net anket yerel seçimlerdi. Bu, evde kaynamayan tencerenin sonucuydu, adaletsizliğin sonucuydu, özgürlüklerin kısıtlanmasının sonucuydu. Halk öfkeli. Ama geçen sene ile bu seneyi kıyasladığım zaman toplumun daha umutlu olduğunu söyleyebilirim. Daha önce 'Ne yaparsak yapalım bir şey değişmez' duygusu vardı. Ama şimdi 'Artık böyle gitmez, bir şey yapmalı' duygusu var. Bu umudu yeşertecek ve büyütecek olan bu ülkedeki siyasal ve toplumsal dinamiklerin örgütlenmesini yürütenlerdir. Siyasi partilerin, emek- meslek örgütlerinin, inanç kurumlarının, kadın hareketinin, gençlik, ekoloji hareketlerinin toplumdaki bu umudu iyi okuması gereken bir dönemden geçiyoruz.

'ANA MUHALEFET SİSTEMİ RESTORE ETME YÖNTEMİNİ SEÇERSE TÜRKİYE KAYBEDER'

Bu noktada ana muhalefet partisi CHP'ye nasıl bir rol düşüyor?

Ana Muhalefet Partisi, bu sistemin yaşadığı sorunları ve içine girdiği krizi 'restore' edecek bir yol ve yönteme girerse Türkiye kaybeder. Demokrasi kaybeder. CHP'nin bu ülkenin gerçek sorunlarını doğru bir zeminde tanımlaması ve bu sorunlara doğru, demokratik bir zeminde çözüm üretmesi Türkiye'nin demokratik dönüşümüne katkı sağlar.

'CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİNİN YETKİLERİ BİZİM ELİMİZE GEÇSİN’ DEMEK KÜLLİYEN YANLIŞ OLUR'

Bu rejimde Cumhurbaşkanı bütün yetkileri elinde bulunduruyor. Dolayısıyla siz kalkıp 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin yetkileri bizim elimize geçsin, biz çok iyi yönetiriz' derseniz bu külliyen yanlış olur. Yetkiyi merkezde biriktirmek yerine, yerel ile paylaşma anlayışını güçlendirmek gerekiyor. Ana muhalefetin, muhalefet partisinin buna dikkat etmesi lazım. Böyle bir yanlış düşünce basit bir restorasyonculuğa götürür. Anayasa'da kimi küçük tadilatlar, bazı yasal değişiklikler gibi restorasyonlar; otoriter, tekçi rejimin devamına su taşımak anlamına gelir.

‘TOPLUMSAL MUHALEFET VARLIĞINI HİSSETTİRMEZSE ERKEN SEÇİM TEK BAŞINA DEĞİŞİM GÜCÜ DEĞİLDİR’

Erken seçim tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz?

Muhalefetin yakın geçmişteki en somut hatalarından biri bütün umudu sadece sandığa bağlamak oldu. 2023'te bunun somut sonuçlarını gördük. Erken seçim talep edilebilir, erken seçim yapılabilir ama toplumsal muhalefet gelişkin bir şekilde kendi varlığını hissettirmezse, daha örgütlü hareket etmezse seçim tek başına değişim gücü değildir. Evet, iktidar yönetme ehliyetini yitirmiştir. Fakat asıl değişim gücü toplumdaki dinamizmin örgütlü bir şekilde iktidara güçlü yönelmesiyle sonuç alır. Bunun yanında muhalefetin topluma güven vermesi lazım. Ancak bunlarla birlikte sandık kurulursa başarı elde edilir.

'EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI İLE TOPLANTILAR YAPTIK, TÜM YOLLAR MÜCADELE İTTİFAKINA ÇIKTI'

Bir önceki genel seçime ittifaklar damga vurmuş ve günün sonunda muhalefet başarısız olmuştu. Yerel seçimdeyse güç birlikleri ve kent uzlaşısı yöntemleri uygulandı. Benzer birlikte hareket edişleri önümüzdeki süreçte de görecek miyiz? Bugünden diğer siyasi partilerle temaslarınız var mı?

Biliyorsunuz daha önce kurduğumuz Emek Özgürlük İttifakı vardı. O ittifakın bileşenleriyle yakın zamanda toplantılar gerçekleştirdik ve birlikte epey mesai yaptık. Mevcut siyasi atmosferi bütün ezilen ve sömürülenler, bu ülkenin işçileri, emekçileri, kadınları, gençleri, doğa ve insan hakları savunucuları, engellileri, emeklileri, çiftçileri lehine nasıl çevirebiliriz diye değerlendirdiğimizde bütün yollar ortak mücadele ittifakına çıktı.

'EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI’NI GENİŞLETEREK DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYORUZ'

Biraz önce konuştuğumuz gibi toplum bir değişim ve dönüşüme gebe. Toplumda umut var. Böylesi dönemlerde bu tür ortak mücadelelerin örgütlenme zemini daha güçlü olur. Bunun için de biz yeniden Emek Özgürlük İttifakı'nı ismiyle, cismiyle, her şeyiyle genişleterek dönüştürmek istiyoruz. Başka siyasi parti ve örgütlenmelerin katılımının önünün açılmasını hedefliyoruz. İttifak diyebiliriz, güçbirliği diyebiliriz. İsimlere takılmıyoruz, sonuçla ilgileniyoruz.

‘AKP VE CHP’NİN ‘BİZ SÜRECİ NORMALLEŞTİRİYORUZ’ DEMESİYLE NORMALLEŞME OLMAZ’

Bir süredir devam eden normalleşme tartışmasına bakışınız nasıl?

Şu an zemin normal değil. AKP ve CHP’nin yan yana gelerek ‘Biz süreci normalleştiriyoruz’ demeleri süreci normalleştirmez. Nitekim normalleşmediğini gördük. Artık normalleşme tartışmaları neredeyse ortadan kalktı.

'NORMALLEŞME MEVCUT REJİMİN ORTADAN KALKMASIYLA MÜMKÜN OLUR'

Normalleşme Türkiye'deki mevcut rejimin ortadan kalkmasıyla mümkün olur. Siz bir yandan otoriter rejimi inşa etmeye devam edeceksiniz, toplumu kutuplaştıracaksınız, ayrıştıracaksınız, 25 milyonu aşkın Kürt’ü yok sayacaksınız, halkı açlığa mahkum edeceksiniz; böylesi bir atmosferde normalleşmeden bahsedilebilir mi? AKP iktidarı normalleşmeyi muhalefeti kendi minderine çekmek için kullanıyor. Muhalefet bu tuzağa düşmemeli.

'AKP KENDİ ANORMALLİĞİNİ TOPLUMUN NORMAL KABUL ETMESİNİ İSTİYOR'

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve iktidar partisi temsilcileri sıklıkla yeni anayasa vurgusu yapıyor. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un da bu konuda muhalefet partileriyle temasları oldu. Olası yeni anayasa çalışmalarında yer alır, çalışmalara katkı sunar mısınız?

Normalleşme için zemin müsait olmadığı gibi anayasa için de müsait değil. Sanki hiçbir şey yokmuş gibi, toplumda her şey güllük gülistanlıkmış gibi, her şey normalmiş gibi anayasa konuşuyorlar. Çünkü AKP kendi anormalliğini toplumun normal kabul etmesini istiyor.

'ANAYASA TARTIŞMASI İÇİN CİDDİ BİR YOL TEMİZLİĞİNE VE DEMOKRATİK ZEMİNE İHTİYAÇ VAR'

Böylesi bir zeminde anayasa tartışması yürütmek mümkün değil. İktidar her fırsatta, herkesle gerilimi yükseltiyor. Mevcut anayasayı dahi uygulamıyor. Fakat bir anayasa yapım sürecine Türkiye'nin ihtiyacı var. Sanırım Türkiye'de anayasa değişikliğini en çok isteyen siyasi parti biziz. Çünkü bu anayasadan en çok biz mağduruz. Bu ülkenin devrimcileri, sosyalistleri, kadınları, gençleri, Kürtleri, Alevileri mağdur.

Anayasa demokratik bir zeminde yapılır. Ama şu anda asgari düzeyde dahi böyle bir zemin yok. Bizim için yol temizliği yapılmadan, demokratik zemin oluşmadan yapılan bir anayasa tartışması gerçekçi değil.

'İLK DÖRT MADDE TARTIŞMASI BİRÇOK TARTIŞMAYI GÖLGELİYOR'

Anayasa’nın ilk dört maddesinin değişip değişmeyeceği tartışmaları son günlerde gündemde. HÜDAPAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun açıklamaları bir yandan tepki çekti bir yandan da Cumhur İttifakı’nda çatlak yarattığı yorumlarını beraberinde getirdi. DEM Parti bu tartışmayı nasıl değerlendiriyor?

Toplumu ilgilendiren meseleler konuşulurken sağduyuya dayanan bir müzakere, ortak akıl ve tarihsel hafızayı esas almalıyız. Halkın, STK’ların, derneklerin, demokratik kitle örgütlerinin dahil olması son derece önemli. İkinci yüzyıla birinci yüzyılın siyasal aklı, düzeni ve alışkanlığıyla girmemeliyiz.

'İLK DÖRT MADDE TARTIŞMASINI KÖPÜRTÜYORLAR, BİZİM GÜNDEMİMİZ BU DEĞİL'

Anayasanın ilk dört maddesinin tartışmaya bu şekilde açılmasının birçok tartışmayı gölgelediğini düşünüyoruz. Mevzu ilk dört madde tartışmak mıdır? AKP’nin DEM Parti karşısında alternatif olsun diye iktidarın bütün olanaklarını seferber ederek büyütmeye çalıştığı bir yapı bu tartışmayı başlattı. Bunu yaparak Türkiye'deki esas gündemlerin üzerinin örtülmek istendiğini düşünüyorum. Bu dört maddenin bu şekilde gece gündüz konuşulmasının sebebi bu.

Yoksulluk, adaletsizlik, işsizlik konuşulmasın diye bu gündemi köpürtüyorlar. Bir başka amaçları da bizi bu tartışmanın içine çekip kriminalize etmek, hedef göstermek ve diğer tüm sözlerimizi görünmez kılmak. Ama bizim gündemimiz bu değil.

'ÇÖP ARABALARINI BOZMUŞLAR, İTFAİYE ARAÇLARININ MOTORLARINI SÖKMÜŞLER'

Yerel seçimlerden sonra pek çok belediye kayyımlardan partinize geçti. Belediye yönetimlerini devraldığınızda nasıl bir tabloyla karşılaştınız? Ek olarak SGK borçlarının tahsil edilmeye başlanması belediye hizmetlerini zora soktu mu?

Bugün iktidar, muhalefet partilerinin belediyelerinin çalışmasını engelleyerek ‘Bunlar yönetemiyor, bunlar hizmet üretemiyor’ algısını yaratıp bir sonraki seçime hazırlık yapıyor. Yani tamamen partizancılık yapıyor. Bu o kadar bariz ki, son dönemdeki SGK borçları nedeniyle gelen icralar da bu yüzden. Tabii ki belediyelerimiz zorlanmıyor değil, çok zorlanıyor. Bütün zorluklara rağmen seçim öncesi halkımıza verdiğimiz sözleri tutmak için olanaklar yaratmaya çalışıyoruz.

Eminim muhalefet partilerinin birçok belediyesi benzer zorlanmaları yaşıyor. DEM Parti, belediyeleri kayyımdan devraldığı için ayrıca zorlanıyor. Bakın, devretmeden önce belediyelerde çöp arabalarını bozmuşlar. İtfaiye araçlarının motorlarını sökmüşler. Bazı motorların içine su dökmüşler. Kamu malına bilerek zarar vermişler. Bu kadar sistematik bir kötülük olamaz.

'AKP’NİN SİVAS VE MARDİN BELEDİYE BAŞKAN ADAYLARI VALİ OLARAK ATANDI'

İktidarın devlet olanaklarını, gücünü kullanarak partizancılık yaptığının son örneğini de bu haftaki vali atamalarında gördük. AK Parti’nin kazanamayan Mardin ve Sivas belediye başkan adayları vali olarak atandı. AKP kendi siyasi kadrolarından vali atıyor. Kazanamadığı yerde ya valiyi kayyım olarak atıyor ya da adayını vali olarak atıyor.

'MADEM BÖYLE BİR DÖNGÜ VAR VALİYİ DE SEÇİMLE BELİRLEYELİM'

Bu döngü bir parti devleti haline gelindiğinin göstergesi. Madem valiler bu kadar siyasete meraklı, madem bürokrasi ve siyaset bu kadar iç içe geçti, valileri de seçimle belirleyelim. Onlar da rahatlasın biz de rahatlayalım.

'NARİN GÜRAN CİNAYETİNİN ÜZERİ DEVASA BİR PROFESYONELLİKLE ÖRTÜLÜYOR'

Narin Güran’ın öldürüldüğü köyden yeni döndünüz. Çok farklı boyutlarıyla tartışılan bu cinayet sizce nasıl ele alınmalıydı?

Çocuk cinayetlerinin de, çocuk istismarının da politik olduğunu unutmadan tartışmak gerekiyor. Çünkü Narin cinayeti de, benzerleri de erkek egemen sistemin sonucu. Tacizi de, tecavüzü de, katliamı da erkekler yapıyor. İktidar şiddet dilini en üst perdeden kullanıyor. Cezasızlık da iktidarın yargısının rutini haline geldi. Oysa çocukların toplumun asli unsurları olduğunu unutmamak, onlara saygı duymak ve onları korumak siyasetin ve toplumun görevidir.

Narin Güran cinayetinin ikinci boyutu da cinayetin üzerinin devasa bir profesyonellikle örtülmesi. En profesyonel mafyanın bile işlediği cinayeti istese bir günde aydınlatabilecek bu devlet bu cinayeti çözmüyor. Dolayısıyla burada aklımıza şu geliyor; Tavşantepe'de karanlık bir iş var, karanlık bir organizasyon var. Tavşantepe geçmiş dönemde de derin devletin güçlü bağlantılarının olduğu bir yer. Aklımıza insanların domuz bağlarıyla katledildiği dönem geliyor. Narin'in katilleri, varsa azmettiricileri, bu organizasyonda yer alan, bunu bilip de söylemeyenler, koruyanlar kim varsa hepsinin cezalandırılması gerekiyor. Bir siyasi parti adına konuşan, aileyle dost olduğunu söyleyen siyasilerin de bu dosyanın içinde kendi payı ölçüsünde yargılanması gerekir.

'LATİN AMERİKA’YLA, UZAK DOĞU’YLA BİLE MASAYA KÜRT KARTIYLA OTURULUYOR'

Dış politikadaki gelişmelere dair değerlendirmelerinizi de almak isteriz. Irak ve Türkiye arasında son dönemde bir yakınlaşma var, karşılıklı mutabakatlar imzalanıyor. Bu yakınlaşmayı nasıl yorumluyorsunuz?

Bunun kökeninde Kürt sorunu ve Türkiye’nin neo-Osmanlıcı yaklaşımı, Osmanlıcı hayalleri yatıyor. İktidar bu iki temel yaklaşımından kaynaklı uluslararası siyaseti diyalog ve diplomasiyle yapmak yerine İHA ve SİHA ile yapıyor. Özellikle Federe Kürdistan Bölgesi yönetimiyle geliştirilen ilişkilerin tamamı Kürtler nefes almasın, siyasal özne olmasın diye.

Gerek Irak'la gerek Suriye'yle gerek İran'la diyalog zemininde görüşmelerin gerçekleşmesi gerektiğine inanıyoruz. Ama bu görüşmelerde sağlıklı bir sonuç elde edebilmenin yolu Kürt kartıyla masaya oturmak değildir. Türkiye iktidarının en büyük hatası neredeyse Latin Amerika’yla, Uzak Doğu’yla bile masaya Kürt kartıyla, İHA’yla, SİHA’yla oturması. İHA'yla, SİHA'yla, savaşla, çatışmayla sorunların çözülmeyeceği kabul edilmek zorunda. Çözülse 40 yılda çözülürdü. Çözüm barışçıl bir dış politika için diyalog kapılarının açılmasıdır.

'BÜTÜN DÜNYANIN TEMEL GÜNDEMİ SİBER SAVAŞLAR OLACAK'

Bugün bölgenin içinde bulunduğu atmosfere bakalım. İsrail’in dijital saldırılar üzerinden çağrı cihazları ve telsizlerle yaptığı operasyon kritiktir. Bu gelişme, siber savaşlar konusunda yeni bir çağın açıldığını gösteriyor. Sadece Türkiye değil, sadece Orta Doğu değil, şu an bütün dünyanın en temel gündemi siber savaşlar olacak. Artık yapay zekayı hesaba katmayan her analiz zayıf kalacaktır. Böyle bir ortamda ülke içinde barışı, demokrasiyi inşa etmekten başka bir yol düşünülmemeli.

Röportaj: Ceren Bayar

21 Eylül 2024