Hatimoğulları: Türkiye barışı komşu coğrafyada yükselen ateşi söndürmeye öncülük edebilir

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Hatimoğulları, şunları söyledi: 

Hıristiyan camiasına dönük saldırı Suriye’deki etnik ve dini kördüğümlere yenilerini eklemek için yapıldı 

Hepiniz hoş geldiniz. Başlarken değerli Sırrı yoldaşımızı bir kez daha sevgi ve minnetle anıyorum. Ona olan barış sözümüzü burada bir kez daha yineliyorum. Şam’da Mar İlyas Kilisesine bir saldırı gerçekleşti. 20’nin üzerinde Hıristiyan yaşamını kaybetti, çok sayıda yaralı var. Bizler, Suriye’deki farklı halkların ve inançların ortak yaşamına yapılmış olan bu saldırıyı bir kez daha kınıyoruz. Yaşamını yitiren Hıristiyan camiası üyelerinin yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum. Bu saldırıyı normal bir saldırı olarak ele alamayız. Suriye’deki etnik ve dini kördüğümlere yeni düğümler eklemek için bu saldırıların yapıldığını çok iyi biliyoruz. Sadece Suriye’yi değil, bölgenin tamamını etkileme olasılığı olan fay hatlarının üzerinde oynandığının da altını çizmek isterim. Suriye gibi çok etnikli, çok kimlikli, çok inançlı olan merkezlere dönük olan bu saldırılara karşı derhal önlem alınmalıdır. Kilise saldırısı bizlere bir kez daha gösterdi ki Ortadoğu yine barut kokuyor. 

Küresel nabız barış ritmiyle değil savaşın çılgın temposuyla atıyor

İsrail-İran savaşı sadece iki ülke arasında yaşanan bir savaş değildir. Bu aynı zamanda bir bölge savaşıdır; küresel sistemin kendi dengelerini kurmasıyla ilgilidir. Ne yazık ki küresel nabız barış ritmiyle değil savaşın çılgın temposuyla atıyor. Neoliberalizmin sınıfsal uçurumları, ekonomik çöküş, silahlanma ve ekolojik yıkım. İşte bütün bunlar güç dengelerinin, ticaret savaşlarının, etnik ve mezhepsel gerilimlerin yeniden yeniden bir çatışma sebebi olmasının önünü açıyor. Hepsi savaşın zeminini hazırlıyor, savaşı körüklüyor. Bakın, G-7 zirvesinde NATO’nun artan savaş harcamalarına ilişkin talepler bizlere neyi gösteriyor? Sadece Türkiye ve Ortadoğu’yu değil bütün dünya ülkelerini yakından ilgilendiren gelişmeler bunlar. Ahmed’in, Fatima’nın, Rojda’nın, Hans’ın, Robert’ın, yani bütün dünya yurttaşlarının, insanlarının doğrudan emeğini sömürmek üzerine kurgulanmış; emeğin ve yaşam hakkının sömürüsü üzerine kurgulanmış bir savaşlar silsilesiyle karşı karşıyayız. Her şeye güvenlik gözlüğünden bakılıyor. Oysa bunun anlamı daha fazla sosyal ve siyasal felaket, daha fazla açlık ve huzursuzluktur. Güvenlik denilerek savaşın dehşeti bizlerin gözünde sıradanlaştırılmaya çalışıyor. Sahte güvenlikçi politikalarla, yaşanan bütün bu savaşlar ve uçuşan bu füzeler bizlerin kafasında ve ruhunda normalleştirilmek isteniyor. Oysa biz savaşları ve çatışmaları, insan yaşamına kast eden ve her yeri yakıp yıkan anlayışı normal karşılamıyoruz, karşılamayacağız. 

Güvenlik iç barışı ve demokratikleşmeyi sağlamaktan, halk arasında ayrı gayrı gütmemekten geçer 

İsrail- İran savaşı, bölge ve dünyadaki kaosun tezahürlerinden sadece biridir. Bu çatışma iki devlet arasındaki basit bir kavga değildir. Emperyalizmin paylaşım savaşında bölge yeniden dizayn edilmek isteniyor. Soğuk savaş sonrasında bir yeni dünya düzeni kurulmuştu. Ancak üçüncü dünya savaşına gebe olan bu süreç, yeni dünya düzeninin yıkılmaya başladığını ve yeni bir dünya düzeninin inşa edilmeye çalışıldığını bizlere gösteriyor. Emperyalist güçlerin jeopolitik satranç tahtasında oynadıkları acımasız oyunla yapılıyor bütün bunlar. Ve bunun bedelini akrabalarınız, siz, biz, sivil yurttaşlar, halklar ödüyor. Yakılan yıkılan kentler ve yaşamlar, artan sivil ölümleri, göç yollarına düşen insanlar... Savaşın gerçek yüzü tam da bu işte. Onlar savaşı güvenlik maskeleriyle normalleştirmeye çalışıyorlar ya, işte savaşın gerçek yüzü tam da bu tablonun kendisidir. Kibirli liderler çizdikleri rotaları sivillerin kanıyla boyuyor. Çözüm, ulus devlet anlayışının sahte güvenlik politikalarında değildir. İran-İsrail savaşı bunu bize bir kez daha göstermiştir. “Ulusal güvenlik” diyorlar, bu bir tuzak. Ulus devletler kendi halklarına güvenlik sunamazken, dışarıda mutlak bir düşman yaratarak kendi içlerindeki antidemokratik uygulamaları meşrulaştırmaya çalışıyor. Ulus devlet anlayışıyla kendisini inşa etmiş her ülke için bu geçerlidir. Demokratik muhalefet bastırılıyor, sivil toplum susturuluyor. İran’daki antidemokratik uygulamalara, despotik yaklaşıma ve yönetim biçimine ilişkin şunu çok net olarak ifade ediyoruz. İran demokratikleşmelidir. Evet ama bunun panzehri İsrail’in saldırısı değildir. İsrail’in oraya saldırısına da hayır. İran-İsrail savaşına net olarak hayır diyoruz. Ama elbette ki her ülkenin kendi iç demokrasisini inşa etmek gibi bir zorunluluğu vardır. Hiç kimse unutmamalıdır ki en önemli güvenlik, iç barışı ve demokratikleşmeyi sağlamaktan, halk arasında ayrı gayrı gütmemekten, ülkeyi ortak bir hukukla yönetmekten geçer. Bütün ülkeler bunu idrak etmek durumundadır. 

Neden barış dediğimizin anlaşılması ve barışın tesis edilmesi şarttır

Bütün bu yaşanan karanlık tablo karşısında, bizi üçüncü dünya savaşının eşiğine getiren bu gelişmeler karşısında elbette dünya halkları olarak yapacak çok şeyimiz var. Bu karanlık tünelden ışığı görebiliriz. Ama nasıl görebiliriz? Bunun panzehri, emperyalizme karşı güçlü bir direniştir; yaşam hakkımız başta olmak üzere özgürlüklerimize, ekmeğimize, kardeşliğimize ve barışa göz dikenlere karşı ortak mücadele yürütmektir. Halklar, ezilenler ve sömürülenler olarak emperyalizmden alacaklıyız. Bunu aldığımız zaman savaşları durdurur, barış ve huzur içinde birlikte yaşayabiliriz. Neler yaşadık biliyor musunuz iki haftayı geride bırakmak üzere olduğumuz bu süreçte? Bir avuç küresel sermayedar için nükleer silahların kullanılmasıyla karşı karşıya kaldık. Nükleer silah kullanılabilirdi. Hala bu olasılık ortadan kalkmış değil. Bu ne demek biliyor musunuz? Dünyanın tamamının ortadan kalkması, bütün canlıların ölmesi demektir. Bir tane değil onlarca, yüzlerce Çernobil olması demektir. Herkes silkinecek ve kendine gelecek. Bu savaşta sadece İran ve İsrail birbirine zarar vermiyor. Varsayın ki nükleer silah kullanıldı, bütün bölgenin ülkeleri etkilenecek. Bunun daha büyüğü kullanıldığında bütün dünya etkilenecek. O yüzden herkes aklını başına devşirmelidir. Neden barış dediğimizin anlaşılması ve barışın tesis edilmesi şarttır. Bunları eskiden bilim-kurgu filmlerinde, distopyalarda, kitaplarda görüyorduk. Ama okuduğumuz bütün distopyaların gerçek olduğunu İran- İsrail savaşı bize bir kez daha gösterdi.

Demokratik ulus, çözümü silahta ve kanda aramaz; halkların eşit hukukla tesis edilmiş ortak yaşam modelidir

Altını kalın kalın çizmek istiyorum: İçerideki demokrasi eksikliği, dışarıdaki düşmanlıklardan çok daha tehlikelidir. Eşit yurttaşlığı kutsayan, hak eşitliğini, adaleti ve özgürlüğü temele koyan siyaset bütün bu gelişmelerin panzehridir. Bu anlayışı benimsersek hem iç hem de dış barışı birlikte sağlayabiliriz. Demokratik ulus, çözümü silahta ve kanda aramaz. Demokratik ulus çok kimlikli, çok kültürlü ve çok inançlı bir modeldir; halkların kendi kaderlerini özgürce tayin edebileceği, eşit hukukla tesis edilmiş ortak yaşam modelidir. Bizleri, Ortadoğu’yu ve bütün dünyayı kurtaracak olan tam da bu projenin ve anlayışın yaşama geçirilmesidir. Buradan bütün halklara sözümüz olsun ki bedeli ne kadar ağır olursa olsun biz demokratik toplum demekten, demokratik ulus demekten ve onu inşa etmek için mücadele etmekten asla ama asla vazgeçmeyeceğiz. Barışı bu topraklarda mutlaka tesis edeceğiz. 

Savaşı yaşamayanlar klavye başında oturup halklar arası düşmanlığı tetikliyor

Bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum, savaş bir oyun değil. Erasmus 500 yıl önce söylemiş: “Tatlı gelir yaşamayana savaş”. 500 yıl önce söylenmiş bu söz, 500 yıl sonra hala geçerliliğini koruyor. Savaşı yaşamayanlar klavye başında oturuyorlar, oyun konsoluyla oynuyor gibiler, halklar arası düşmanlığı tetikliyorlar. Savaş bir oyun değildir. Ellerdeki silahlar konsol değil gerçektir. Elle tutulan, gözle görülen, isabet edince yakıp yıkan, öldüren. Oyuncak değil bunlar, gerçek füzeler ve bombalar. Lübnanlı bir sanatçı Marcel Khalife kendi şarkısında bunu anlatır. Şöyle der:

“Ken fi marra tıfıl zğir,
Ğam yılğeb bıl hara
Ğam bi fetteş ğa xitan tey tayyır tıyyara
Vı’tallağ bil cew el midri şü ğam yılmeğ
 
Şüfü şüfü’l tiyyara ceyi leğindi tyyara
Hey tiyyara kbiri ma bedde xitan
Vi cvaniha ekber min beytil jiran  
Ferfeh elbi v’tar ğa’ecnah el tiyyara
Vıl sema küllü esrar hekyütlü esrara”

Burada Marcel Khalife, Ortadoğu’da geçen bir hikayeyi anlatır ve muhtemelen bu bölge Filistin. Der ki bir çocuk mahallede uçurtma uçurmak için ip arar. İp ararken, gökyüzünde büyük bir uçak görür. Gökyüzü aydınlanır uçak geldiğinde. Bombaların atıldığı anı anlatıyor ve diyor ki bu uçak o kadar büyük ki onun için ipe gerek yok. Uçağın kanadı benim komşumun evinden daha büyük diyor. Birden çocuğun yüreği uçağın kanadında gökyüzüne çıkıyor. Gökyüzünün gizemi çocuğun ruhuna anlatılıyor. İşte Ortadoğu çocuklarının hikayesi bu. O yüzden bir an önce bu savaş durdurulmalıdır. Avrupa başta olmak üzere birçok ülke savaşı söylemde kınıyor ama gerçekte destekliyor. Bu sorumsuzluktan derhal çıkılmalıdır. Bu karanlık tablonun umut ışığı, halkların demokratik mücadelesindedir. İran’dan İsrail’e, Ukrayna’dan Filistin’e her yerde barış talebini yükseltmeliyiz. Barışın sesi silahlardan çok daha güçlüdür. Savaş mutlaka ve mutlaka durdurulmalıdır. 

Savaşın ateşiyle ısınmaya kalkanlar sonunda kendi evlerini küle çevirirler

Bugün sabah 7’den itibaren İran ve İsrail arasındaki ateşkes ilanı hayata geçecek. Biz buna barış umudu doğdu diye sevindik. Ama daha bu salona gelirken haberlerde gördük, ne yazık ki yine füzeler, uçaklar ve bombardıman devam ediyormuş. Şunu unutmamalıyız ki İran’dan, İsrail’den yükselen duman sadece ve sadece geleceği karartır. Savaşın ateşiyle ısınmaya kalkanlar sonunda kendi evlerini küle çevirirler. Amerika, İsrail ve İran halklarına ve bütün dünya halklarına çağrı yapıyorum: Bu ülkelerin yönetimlerinin savaş oyunu oynamalarına izin vermeyin. Buna ilk önce karşı çıkması gereken Amerika halkıdır, İsrail halkıdır, İran halkıdır, bölge halklarıdır. Buradan çağrımızı yineliyoruz. Gelin, evler küle dönmeden, bu savaş daha çok bölgeye yayılmadan halklar olarak inisiyatif alalım, sesimizi yükseltelim, barışı haykıralım. Barış için dünyanın dört bir yanında alanlarda, meydanlarda olalım. Savaşa hayır, barış hemen şimdi diyelim. 

Türkiye barışı komşu coğrafyada yükselen ateşi söndürmeye öncülük edebilir

Bildiğiniz üzere en sıcak gündemlerden biri Türkiye’deki barış süreci. En başta şu tespiti yapmalıyız. Küresel ve bölgesel olaylar çok hızlı cereyan ediyor. Emperyalizmin Ortadoğu'ya giydirdiği katı ulus-devlet gömleği 100 yıldır her baharı kışa çevirmiştir. Bu dönemde halkların faydasına olan bu gelişmeler sürüncemede bırakılamaz. Hiçbir şeyi oluruna bırakamayız. “Hele bir bakalım İran-İsrail savaşı nasıl sonuçlanacak? Suriye’de neler olacak? Suriye’deki düzen kendini inşa edebilecek mi? Orada Kürtlerin, diğer halkların durumu ne olacak?” gibi anlayışlar olabiliyor. Türkiye’deki diyalog sürecine acaba bunların etkileri ne olacak diye herkes bir bekleme içinde. Tarihin fırsatları bizlere bekleme şansını vermez, vermeyecektir de. 100 yıllık bekleyişin tortusunu omuzlarımızdan atmak istiyoruz. Tarih bize beklemeyin, yol alın diyor. Bekledikçe kaybettik, yaralar derinleşti, fırsatlar uçup gitti. İran-İsrail savaşı bizlere barışın kritik önemde olduğunu gösterdi. Türkiye barışı komşu coğrafyada yükselen ateşi söndürmeye öncülük edebilir.

Türkiye'de yargı artık Kürt halkıyla, Kürt diliyle ve kültürüyle barışmalıdır

Sayın Bahçeli’nin sürecin hızlı ve dikkatli gitmesine dair uyarıları çok önemli. Kendi iç demokrasisini kurumsallaştırmayan bir ülke küresel fırtınalardan çok ağır yara alır. Bu yakın tarihte yaşadığımız deneyimle sabittir. Ancak toplum haklı olarak, “Bizim kaygılarımız kulak ardı ediliyor” diyor. “Siyaset kurumu, iktidar, devlet toplumun kaygısını görmüyor, görmeli” diyor. Manisa Turgutlu’da bir lise öğrencisi “Jin Jiyan Azadî” sloganını attığı için tutuklandı. Bu yeni oldu, barışı konuşurken oldu. “Jin Jiyan Azadî” sloganı Kürt kadınların Türkiye kadın hareketiyle birlikte verdikleri ortak mücadelenin bütün dünya tarafından sahiplenilmesini sağlayan çok önemli bir şiar. Şayet bu suçsa kürsüden bu suçu bir kez daha işleyeceğim. Hep birlikte “Jin Jiyan Azadî” diyoruz! Elazığ’da 30 yıllık infazını tamamlayan Beyar Uğurlu’nun tahliyesi, “Öcalan’ın çağrısını destekliyorum” dediği için ertelendi. Ben şimdi soruyorum tahliyeyi erteleyenlere: Sayın Öcalan’ın çağrısına bütün dünyadan olumlu yanıt gelmedi mi? Türkiye’nin neredeyse yedisinden yetmişine tümü bu çağrıya olumlu yanıt vermedi mi, sahiplenmedi mi? Ne zamandan beri biz barış talebine suç gözüyle bakar olduk? Bunu kabul etmek mümkün değil. Yargı, adalet terazisini barışa hizmet için kullanmalıdır. Türkiye'de yargı artık Kürt halkıyla, Kürt diliyle ve kültürüyle barışmalıdır. Muhalefeti bir cezalandırma aracı olmaktan çıkarmalıdır. Aksi halde bizler nasıl tesis edebiliriz barışı ve demokrasiyi? Mümkün müdür bu? 

Meclis’teki komisyon için Meclis Başkanı siyasi partilerin gruplarıyla bir araya gelecek

Bizim bu kürsüde de yürüttüğümüz bütün mücadele alanlarında da ısrarla ifade ettiğimiz bir nokta vardı. Bu barış sürecinin inşa edilmesinin yolunun Meclis’in görev ve sorumluluk üstlenmesiyle olabileceğini söyledik. Bunun için Sayın Öcalan’ın da bizlerin de her kesimin de ortak bir talebi vardı. O da parlamentoda bir komisyonun oluşturulmasıydı. Bu komisyon hala oluşturulmadı. Bu komisyon ne zaman oluşturulacak, oluşursa nasıl bir nitelikte oluşacak? Yasal anlamda bir komisyon mu kurulacak, yoksa bir araştırma komisyonu mu olacak? Kim nasıl temsil edilecek, nasıl çalışacak? DTK ve STK’leri, kadın hareketi başta olmak üzere bütün siyasal ve toplumsal dinamikleri içerecek mi, onlarla iletişim kuracak mı? Bütün bunlar yanıt bekleyen sorular. Bugün Sayın Numan Kurtulmuş, parlamentoda grubu bulunan bütün siyasi partilerin grup başkanvekilleriyle bu konuyu görüşmek üzere bir toplantı gerçekleştirecek. Bu gerçekten çok olumlu. Ümit ediyoruz ki bu toplantıdan somut sonuçlarla çıkılabilir. Barışın yolu cesaretle, kararlılıkla ve samimiyetle aşılır. 

Adalet ve demokrasiyi tesis ettikçe barıştan daha çok konuşuruz

Adalet ve demokrasiyi tesis ettikçe barıştan daha çok konuşuruz. O zaman çatışmalar biter, silahlar susar. Herkes gücü yettiğince çok ciddi emek veriyor bu sürece. Türkiye’nin dört bir yanında ve yurt dışında çok sayıda toplantılar gerçekleştirdik. Herkes bu süreci sahipleniyor. Bu çok değerlidir. Buradan hareket etmek, ilerlemek gerekiyor. Mesela Diyarbakır’da İHD’nin düzenlemiş olduğu Barışa Giden Yol Hafıza ve Adalet Buluşmaları çok önemli. Bu buluşmada hem Uğur Kaymaz’ın hem de Eren Bülbül’ün annesi barıştan yana olduklarının mesajını verdi. Bu mesaj çok kıymetli. Hem siyaset kurumuna hem bütün toplumsal dinamiklere bu mesaj çok büyük görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Bu görevin bilinciyle de sendikalarla, demokratik kitle örgütleriyle, inanç topluluklarıyla, kadın hareketiyle, doğa ve insan hakları savunucularıyla, yani bu ülkenin bütün renkleriyle bir araya geldik, geliyoruz ve gelmeye devam ediyoruz. Geçen hafta Silivri’de yoğun görüşmeler gerçekleştirdik. Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan ve heyetimizle beraber Silivri’deki mahpusları ziyaret ettik. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Van eski Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Bekir Kaya, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, Şişli Belediye Başkanı Emrah Şahan, TİP Milletvekili Can Atalay ve Halkların Demokratik Kongresi davasından yargılanan çok sayıda arkadaşımızla görüşmeler gerçekleştirdik. Hepsinin selam ve sevgileri var sizlere. Barıştan dolayı çok umutlu olduklarını söylediler. Bunu da bütün Türkiye kamuoyuyla bir kez daha paylaşmak istiyorum. 

İmamoğlu, “Barış demokrasisiz, demokrasi barışsız olmaz” dedi

Sayın İmamoğlu ile çok fazla başlıkta konuştuk. Ülke ve bölgedeki gelişmeleri, İran-İsrail savaşını ve Türkiye’ye olası etkilerini, Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ve sonrasındaki gelişmeleri, bundan sonra neler yapılabileceğini kendileriyle istişare ettik. Sayın İmamoğlu, “Bütün bu olumsuz gidişatta en büyük umudumuz şu an barışı konuşuyor olmamız. Barış demokrasisiz, demokrasi barışsız olmaz” dedi. Şundan emin olun ki cezaevindeki bütün arkadaşlarımızın, siyasi tutsakların isteği bu barışın bir an önce gerçekleşmesi, bölgenin ve ülkenin huzura kavuşmasıdır. Yargının siyasallaşması bitmelidir. Yargı şu anda bu kadar seçilmişi hapishanede tutuyorsa, siyasi görüşlerinden dolayı bu kadar insanı hapiste tutuyorsa burada normal gitmeyen şeyler vardır. Bir an önce yargı siyasal davranmaktan vazgeçmeli ve hukuk gerçekten işletilmelidir. Muhalefetin her kesimine baskılar, seçilmişlere yönelik tutuklamalar bir an önce bitmelidir. Kayyım atanmış belediyelerin belediye eşbaşkanları ve başkanları kendi görevlerine acilen dönmelidir. 

Bu görüşmeler ve diyaloglarımız devam ediyor. Yakın zamanda 16 baro bizi ziyaret etti. Çok önemli bir çalışma yapmış barolar. 17 maddelik bir çözüm taslağı sundular. Bu taslağın ana fikrinde şunu ifade ediyorlar. “Kalıcı barış için TBMM öncülüğünde temel haklar ve eşit yurttaşlık güvenceye alınmalı; kayyım ve keyfi yasaklar kaldırılmalıdır” diyorlar. Bu kıymetli çalışmaları ve açıklamaları için kendilerine teşekkür ediyoruz. Elbette bunların hepsini mücadeleyle kazanacağız. Yine önemli bir çalışmayı daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Çok sayıda aydın, yazar ve sanatçının oluşturmuş olduğu Barış İçin Toplumsal Girişim tarafından Pazar günü “Barışın Yolunu Açmak” isimli bir konferans gerçekleştirildi. Bu çok önemliydi. Türkiye’de pek çok parti ve çevrenin katıldığı bu çalışmaya, birçok siyasi parti başkanının mesajları da gitti. Bizler istiyoruz ki bu çalışmalar her yerde artsın. Ülkenin doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyiyle bütün bölgelerinde daha çok aydın, yazar ve yurttaşımız bu süreci sahiplensin ve bu çalışmalar artsın.

Sayın Öcalan ile kesintisiz bir diyalogun sağlanmasının süreci hızlandıracağına inanıyoruz

Geçtiğimiz birkaç gün içinde TİHV, TTB, KESK, TÜSİAD ve MÜSİAD'ı ziyaret ettik. Her kesimden, farklı ideolojik ve siyasal görüşlerden insanların hepsinin bir ortak paydası var, o da barış. Bir an önce barış bu topraklarda inşa edilsin istiyorlar. Şunu içtenlikle ifade etmek istiyorum. Bu temaslar DEM Parti’nin mesaisi değildir; bir halkın, bir ülkenin, hatta bir bölgenin barış umudunu ören kolektif bir iradeyi temsil etmektedir. Sayın Öcalan ile kesintisiz bir diyalogun sağlanmasının bu süreci hızlandıracağına inancımızı perçinlemiştir. Herkes Sayın Öcalan’la görüşmek istiyor. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanında bunun için yürütülen kampanyalar ve çalışmalar olduğunu da biliyoruz. Kendisiyle görüşmek isteyen Avrupa’dan kalabalık bir heyetin önümüzdeki günlerde geleceğini biliyoruz. Bu görüşmelerin kapısının açılmasının önemini biz ısrarla vurguladık. Sayın Öcalan da istiyor. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının toplumda daha güçlü karşılık bulması ve bu sürecin inşa edilebilmesi için Sayın Öcalan hem Türkiye’den hem Avrupa ve Ortadoğu’dan, yani dünyanın dört bir yanından aydınlarla, yazarlarla, hukukçularla, akademisyenlerle, siyasetçilerle görüşmeyi talep ediyor. Bizler diyoruz ki İmralı kapıları barışa açılırsa gerçek barışın imkanı doğar. O kapılar kilit değil köprü olmalı. Oradan özgürlüğe, demokrasiye, adalete ve kardeşliğe dair çözüm fikirleri ülkeye akmalıdır. Buradan bir kez daha İmralı’ya selamlarımızı gönderiyorum. 

Savaşın zararları ekonomiyi çökertiyor, toplumsal çürümeyi derinleştiriyor

Barışı ve demokrasiyi, sorunların çözülmemesinin yarattığı krizleri ve zararları konuşuyoruz. Bir de ülkenin içinde geçtiği ekonomik kriz bu zararları katlamaktadır. Türkiye’de sofralar, keseler, cepler boş; kredi kartları patlamış durumda. İktidar Türkiye’yi faiz-enflasyon sarmalına soktukça sadece ekonomi değil toplumsal çürüme de derinleşiyor. İktidar milyonlarca insanı, faiz mi enflasyon mu, büyüme mi işsizlik mi ikilemine sıkıştırıyor. Yanlış ekonomi yönetimi ve yurttaşa değil yandaşa bütçe anlayışı bizleri bugüne getirdi. Yozgat Sarıkaya’da 6 katlı inşaattan düşen 71 yaşındaki Selami Şimşek hayatını kaybetti. Birçok ülkede emekli maaşı alan emeklilerin gidip tatil yapabildiğini biliyoruz. Oysa bizde, 71 yaşındaki emekli abimiz çalışmak zorunda ve çalıştığı inşaattan düşerek yaşamını kaybediyor. Bu sadece yoksullukla izah edilmez. Ayrıca ülkede yaşanan toplumsal ve sosyal çürümenin, ahlaki çürüme ve çöküşün de göstergesidir bu. “Vatanımı seviyorum” diyemez bunlara izin verenler! Bu tabloların yaşandığı bir yerde hiçbir siyasetçi çıkıp “Ben vatanseverim” diyemez, dememelidir. Biz bu sorunun köklü çözümüne hep birlikte katkı vermeli ve hep birlikte bunun için çalışmalıyız.

Meclis bu yaz tatile girmesin, gerçek anlamda sorunlarımızın çözümüne odaklanan bir çalışma yürütelim

DEM Parti olarak parlamentoya bir teklifimiz var. Diyoruz ki hiç kimse tatil yapmasın, Meclis kapanmasın. Meclis gerekirse 7/24 çalışsın ama bu sorunların üstesinden gelmek için acilen şu 10 adım için çalışsın. Meclis bu yaz tatile girmesin, gece gündüz çalışsın ve gerçek anlamda sorunlarımızın çözümüne odaklanan bir çalışma yürütelim. 

1. Emekçilere, asgari ücretlilere, emeklilere ara zam yapalım; yoksulluğu azaltalım. 
2. Vergi mevzuatını değiştirelim, yoksula yönelik vergi soygununa son verelim. Azdan az, çoktan çok vergi sistemini hayata geçirelim. Vergide adaleti sağlayalım. 
3. Belli gelirin altındaki hanelerin kredilerini kamu bütçesinden ödeyelim.
4. Küçük çiftçilerin borç faizlerini silelim, çiftçilere sübvansiyon ödemelerini bari kanunda belirlenen oranda yapalım. 
5. Açlıkla mücadele eden milyonlarca çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılayalım.
6. Faiz lobisini sevindiren faizleri düşürelim, vatandaşı sevindirelim. Türkiye’yi faiz- enflasyon kıskacından kurtaralım. 
7. KOBİ’lerin üzerindeki faiz yükünü azaltalım, hatta ortadan kaldıralım.   
8. Kamu İhale Kanunu başta olmak üzere bu anlamdaki birçok yasaya düzenleme getirelim. Bu kanunu sermayenin değil halkın çıkarlarını gözeten bir hale çevirelim. 
9. Siyaseti ekonomik kazanç kapısı olmaktan çıkaralım. Siyasi etik kanununu çıkararak akçeli ve karanlık işleri bitirelim.

10) Adil bir ekonomi için hukukun üstünlüğü ve demokrasiyi güçlendirelim. Bertolt Brecht’in dediği gibi, adalet halkın ekmeğidir; adaleti güçlendirelim, ekmeği büyütelim. 

DEM Parti bütün bu görev ve sorumlulukları yerine getirmek için tatil yapmayarak, Meclis’in tatile girmesine hayır diyerek 7/24 çalışmaya hazır. Diğer siyasi partilere de buradan duyurmak istiyoruz. 

Bu yasa haktan, doğadan ve insandan yana bir yasa değildir

Biliyorum çok önemsenen bir başka konu. Aslında “Zeytinlik Yasası” gibi yanlış ve eksik de ifade edilen bir yasa gündeme geldi. DEM Parti olarak, yaşanan iklim krizine ve ekolojik yıkıma karşı, insan hakkını savunduğumuz gibi doğanın hakkını da sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz. Ekonomide yönünü kaybeden iktidar, faiz-enflasyon kıskacından çıkışı doğaya ve topluma sistematik saldırılarda arıyor. 19 Haziran’da Sanayi ve Enerji Komisyonuna getirilen değişiklik paketi yalnızca teknik bir düzenleme değildir; çevre hukukunu felç edip enerji maden sermayesine denetimsiz koridor açma hamlesidir. Yatırımcı hızı ve enerji arz güvenliği söylemlerinin ardında kamu yararı, yaşam hakkı, sağlıklı çevre ve demokratik katılım yok sayılıyor. Yurttaşlar seslerini duyurmak için Meclis’e geldi. Geçen hafta yaşananları hepimiz gördük. Komisyona alınmadılar, aksine kolluk tarafından yerlerde sürüklendiler. Hem bu süreçte mücadele eden değerli arkadaşlarımız ve aktivistler hem de bu mücadeleyi yürüten baro yönetimi kolluk tarafından yerlerde sürüklendi. Bunu asla kabul etmiyoruz. Binlerce yıllık zeytinliklerin taşınması kıyımı meşrulaştırıyor. Ayrıca Muğla’daki 40 köyü kapsayan koordinat maddesi ile anlaştıkları şirketlere adrese teslim bir şekilde yasa yapıyorlar. Bu yasa, yasa değildir. Bu yasa haktan, doğadan, insandan yana bir yasa değildir. Bu yasa doğanın, havanın, suyun, toprağın, her şeyin sermayeye peşkeş çekilmesinin kılıfıdır. Bu yasa kelimenin tam anlamıyla talan ve çökme yasasıdır. Bunu asla kabul etmiyoruz. Bu yasa komisyondan geçti, Genel Kurula gelecekti ama ertelendi. Daha önce ertelenmiş olan iklim krizi yasası geliyor bu hafta. Al birini vur ötekine! Tepki olduğu için geri çekiyorlar bu yasaları ama yine bir fırsat bulup bir kelime değiştirmeden aynı yasayı getiriyorlar. O yüzden toprağınıza, havanıza, ağacınıza, zeytininize sahip çıkmanın önemini birlikte görelim. Sonuç aldığımızı da görelim. Direndikçe sonuç alıyoruz. Direndikçe birçok yasanın geçmesini engellediğimiz pratikle sabit. O yüzden bu inanç ve mücadele azminden asla vazgeçmeyelim. Vazgeçmeyeceğiz. 

DEM Parti olarak bu ekolojik yıkım teklifine tümden karşıyız

Hem iklim yasasını hem de sözüm ona zeytinlikleri kapsayan ama çok daha geniş olan yasayı Genel Kurula getirmeyin diyoruz. Genel Kurula gelirse de DEM Parti olarak çok etkin bir biçimde muhalefet yürüteceğimizin buradan bilinmesini isteriz. DEM Parti olarak bu ekolojik yıkım teklifine tümden karşıyız. Cudi, Akbelen ve Dikmece’deki direnişler başta olmak üzere, ülkenin doğasını, yaşam alanlarını ve halkın yaşam hakkını savunan tüm meşru mücadele alanlarında sizlerle beraber direneceğiz. Sizlerin direnişi çok kıymetli. Ben buradan ekolojik mücadele yürüten bütün direnişçilere selamlarımızı iletiyorum. Biriz, beraberiz; mücadele ve dayanışmayla aşacağız.  


Özgürlük ve adalet mücadelesiyle barışı mutlaka bu topraklarda inşa edeceğiz

Konuşmanın sonlarına gelirken Stefan Zweig’in bir sözünü paylaşmak isterim sizinle. Der ki, tarihte yıldızın parladığı anlar. İşte barış, yıldızın parladığı en güçlü anlardan birisidir. Barış ve demokrasi gerçeğine herkes kulak vermelidir. Bizler böylece yolumuzu aydınlatabiliriz. Gündelik polemiklere sıkışmış, ideolojik rövanşlara odaklanmış, burnunun ucunu görmeyecek kadar kibirli hale gelmiş anlayışlar ülkeyi aydınlığa götürmez; karanlığa mahkum eder. Oysa önümüzde halkların yıldızının parlayacağı gerçek baharı müjdeleyecek imkanlar var. DEM Parti olarak bizler tarihin doğru tarafındayız. Emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların yanındayız. Barışın, demokratik toplumun ve demokratik cumhuriyetin inşasında kararlıyız. Kürt ve Türk analarının acılarını dindireceğiz. Çocukların umuduyla, inanç ve dil eşitliğiyle, işçi ve emekçinin nasırlı elleriyle, engellilerin engelsiz yaşam hakkıyla, kadınların, gençlerin, doğa ve insan hakları savunucularının özgürlük ve adalet mücadelesiyle barışı mutlaka bu topraklarda inşa edeceğiz.

Muharrem orucu barışa, kardeşliğe ve huzura vesile olsun

Sözlerime son verirken, Alevi canlarımızın matem oruçları 26 Haziran’da başlayacak. Muharrem orucu, Kerbela’da susuz bırakılan Hz. Hüseyin ve yoldaşlarının direnişini, hakikat uğrunda feda edilen canları anmanın en kutsal yoludur. Oruç tutacak canlarımızın oruçlarının Hak katında kabul olmasını diliyorum. Coğrafyamızda savaş ve çatışmaların arttığı bu dönemde, bu matem orucunun barışa, kardeşliğe, eşitliğe ve huzura vesile olmasını diliyorum. Hızır yar ve yardımcımız olsun. Yolumuz açık olsun.

24 Haziran 2025