Hatimoğulları: Türkiyedeki sürece Şam gözlüğünden bakılırsa sağlıklı bir inşa süreci gelişmez

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları kapsamında İzmir’de partili ailelerle bir araya geldi. Burada konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi: 

Değerli Barış Anneleri ve son 50 yıllık mücadelede en ağır bedeli ödeyen değerli canlar, sizlerle bugün bu toplantıyı gerçekleştirmek bizim çok büyük bir onur. Çünkü biz bugün eğer gerçekten barışı ve demokratik toplumu konuşabiliyorsak, Kürt halkının kendini kabul ettirmesinden sonra yasal ve hukuki statüsünü konuşabiliyorsak bilelim ki başta toprağa düşen yoldaşlarımızdan, yoldaşlarımızın ektiği tohumlardan ve siz değerli ailelerinin onların mücadelesini sahiplenip bugüne kadar taşımasındandır. Bizlerin bir bütün olarak sizlere borcu çok büyüktür. Çünkü bu sürecin en ağır bedelini sizler ödediniz. En ağır bedeli ödemenize rağmen bu savaşın sürmesini istemeyenler yine sizler oldunuz. Her konuşmamda ifade ederim. Çocuğunun cenazesi kargo kutusunda teslim edilen bir ana, o esnada kalkıp “Ben barış istiyorum” diyorsa, bilelim ki Kürt halkı barışa bu kadar susamıştır. Bütün bu bedellerin en nihayetinde bir demokratik çözüm ve onurlu barış için olduğunu görüyoruz. 

Denizlerin, Rahşanların bıraktığı mum ışığı mücadeleye dönüştü 

Değerli ailelerimiz, değerli büyüklerimiz; Deniz Poyrazların, Rahşan Demirellerin arkalarında bıraktığı bizleri aydınlatan mum ışığının mücadeleye nasıl dönüştüğünü bir kez daha hatırlatmak isterim. Kürt halkının özgürlük mücadelesi için, Türkiye'de eşitlik, adalet, hak ve özgürlükler için yaşamını kaybetmiş olan bütün Kürt siyasetçileri, bütün sol sosyalist devrimci yoldaşlarımızı burada onların şahsında saygıyla ve minnetle anıyorum. Onlara olan borcumuzu ödeyeceğimize, bu ülkede gerçek ve onurlu bir barışı tesis edeceğimize dair bu sözü bir kez daha burada veriyoruz.

PKK’nin silahları yakması çatışmanın bitmesi için tarihi önemde bir adımdı

Değerli halklarımız, içinden geçtiğimiz süreç neredeyse bir seneyi doldurmak üzere. Hepiniz hatırlayacaksınız 1 Ekim'de Meclis’in açılmasıyla beraber Devlet Bahçeli DEM sıralarına geldi ve selamlaştı. O günden bugüne kadar çok önemli bir süreç aktı. 27 Şubat'ta Sayın Öcalan tarihi bir çağrı gerçekleştirdi. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı. PKK daha sonra kongresini toplayarak bir fesih kararı aldı, Türkiye'deki yasal ve hukuki sürecin işlemesine bağlı olarak bir silahsızlanma sürecini başlattığını ifade etti. Yine çok önemli bir tarihi gelişmeyle Süleymaniye'de 30 barış mücadelecisinin silahları yakma töreni gerçekleşti. Silahları yakmanın ne anlama geldiğini sanırım bu salondakiler hepimizden daha iyi bilir. Kürt halkı için silah yakmanın, daha doğrusu ateşin hangi anlamı taşıdığını çok iyi biliyoruz. Orada gerçekten o silahlar yakılırken şu mesaj verildi: Silahın tek başına bir çözüm olmadığının farkındayız. Bizler barış için, Kürt halkının özgürlüğü ve demokratik haklarını kazanması için bugüne kadar bu süreci sürdürdük. Şimdiden sonra bu sürecin yasal ve hukuki bir statüye taşınmasıyla birlikte bizler silahlarımızı bir daha kullanmamak üzere yakıyoruz. Bu mesajı vermiş oldular. Tarihi öneme sahip bir mesajdı. 50 yıldır devam eden savaş ve çatışmanın bitmesi için atılmış tarihi önemde bir adımdı. 

Türkiye'deki her kesimle bir araya geldik ve barışı konuştuk

Peki, bütün bu gelişmelerin ardından biz demokratik siyasette neler yaptık? 1 Ekim'den bu yana Türkiye'de gitmediğimiz demokratik kitle örgütü, emek-meslek örgütü, siyasi parti, yöre derneği kalmadı. Kapı kapı gezdik. Barışı, Sayın Öcalan'ın yapmış olduğu çağrının ne anlama geldiğini sadece Kürt halkıyla müzakere etmedik; Türk halkıyla, Araplarla, bütün farklı halklarla ve inançlarla, Alevilerle, Hıristiyanlarla, işçilerle, emekçilerle, kadınlarla, doğa ve insan hakları savunucularıyla konuştuk. Ezcümle Türkiye'deki her kesimle bir araya geldik ve barışı konuştuk. Barışı nasıl toplumsallaştırabileceğimizi konuştuk. Dedik ki barış bize bir altın tepside sunulmayacak, Türkiye'deki bütün demokrasi güçleri olarak demokratikleşmenin önünün açılması için Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesine azami katkıyı hep birlikte nasıl sunabiliriz? Barışı nasıl toplumsallaştırabiliriz? İşçiler, kadınlar, gençler, doğa ve insan hakları savunucuları kendi mücadele alanlarından barışa nasıl destek verebilir? Barış mücadelesini nasıl iç içe harmanlayabileceğimizi çok ciddi ve derin bir şekilde müzakere ettik. Yeterli mi, tabii ki değil. Daha fazlasını yapmamız gerekiyor. 

Örgütlülüğümüzü büyütmemiz gereken bir dönemdeyiz 

Örgütlülüğümüzü büyütmemiz, eylem ve etkinliklerimizde en güçlü şekilde alana çıkmamız gereken bir dönemdeyiz. Çünkü biliyoruz ki müzakere mücadeleyle güçlenir. Biz mücadele ettikçe müzakerede el daha fazla güçlenir, onurlu bir barışın yolunu daha güçlü tesis edebiliriz. Bu bakımdan hiçbir şekilde durma ve izleme haline girmemeliyiz. “Nasılsa İmralı ile devlet, devlet ile PKK görüşüyor, demokratik siyaset otursun izlesin” ruh haline hiçbir zaman girmedik, girmemeliyiz. Tam tersine, bu dönem bizlerin daha çok örgütlenme ve daha çok mücadele etme zamanıdır. Bugün bir basın açıklamasına yüz kişi gidiyorsa binler olarak gitmenin yolunu bulmalıyız. Kitlesel bir biçimde alanlara, meydanlara demokratik haklarımızı talep etmek için çıkmamız gereken bir dönemden geçiyoruz. 

Devlet ve iktidar istedikten sonra çözümün önünde bir engel yok

Biz bu dönemde atılması gereken somut adımları yaptığımız her konuşmada en güçlü şekilde ifade ettik, etmeye de devam edeceğiz. Bakın, bir komisyon oluştu. Bu komisyonun oluşması çok önemli. Bu dönemin daha önceki barış deneyimlerinden daha pozitif ve olumlu yanı ne? Bu komisyonun kurulmasıdır. Bu komisyonda, bir siyasi parti hariç, Türkiye'nin yüzde 95'ini temsil eden partiler yer aldı. Parlamentoda grubu olan ve olmayan bütün siyasi partiler komisyonda yer aldı. Bu çok kıymetli, çok önemli. Geçmiş dönemdeki barış süreçlerine kimi siyasi partilerin taş koyduğunu, karşı çalışma yürüttüğünü biliyoruz. Ama bu dönemde karşı mücadele yürütenlerin toplam olarak sayılarına ve niteliklerine baktığımızda, gerçekten aslında devlet ve iktidar istedikten sonra bir engel olmadığını görüyoruz.

Komisyon acil bir biçimde baş aktör olan Öcalan’ı dinlemelidir

Komisyon 12 toplantı yaptı ve bu toplantılarda çok sayıda dinleme yaptı. Bu dinlemelerin hepsi şu an parlamentonun kayıtlarında. 100 yıl sonra biri Kürt sorunu çalışmak istediğinde, bir akademisyen dönüp o arşivleri açıp baktığında, bugünkü konuşmaları bir belge halinde görecek. Bu çok önemli, bu çok kıymetli bir kazanım. Ama yeterli mi? Hayır değil. Biz bu komisyonun bazı şeyleri sürüncemede bıraktığını düşünüyoruz. Dinlemeler elbette çok kıymetli, çok anlamlı ve bu konuşmaların Meclis kayıtlarına girmesi inanılmaz derecede önemli. Aynı zamanda biz bu komisyonun bir alt komisyon oluşturarak dinlemelere devam etmesini önerdik. Fakat bu önerimiz ne yazık ki kabul görmedi ve mevcut komisyon dinlemeleri sürdürüyor. 1 Ekim'de Meclis açılacak biliyorsunuz. Beklentimiz şudur. Bu komisyon bir an önce bu dinlemelerin yanı sıra -ki belki bir alt komisyon oluşturarak dinlemelere devam edebilir- acil bir biçimde beklenen yasaların çıkarılması için somut adım atmalıdır. Komisyonun kendisi yasa çıkaramaz ama komisyona düşen görev yasa çıkaracak olan ihtisas komisyonuna taslak hazırlamaktır. Peki, somut olarak biz hangi taslakların hazırlanmasını istiyoruz? Bu konuda bizler Meclis Başkanıyla da kamuoyuyla da bunları çok yoğun paylaştık. Burada sizinle de paylaşmak istiyorum. Birincisi ve en çok önem verdiğimiz konulardan biri komisyonun acil bir biçimde Sayın Öcalan’la görüşme yapmasıdır. Komisyondan oluşacak bir heyet gidebileceği gibi, Sayın Öcalan'ın İmralı'dan Meclis’e geleceği bir yöntem de olabilir. Bunun kararını komisyon kendisi verir. Sayın Öcalan bu sürecin sadece başmüzakerecisi değil, baş aktörüdür de. Ve bir baş aktör olarak kendisiyle bu komisyonun acil bir biçimde görüşmesinin altını burada bir kez daha çiziyoruz. 

PKK’lileri kapsayacak özel bir yasa çıkarılmalıdır

Ayrıca PKK’lileri kapsayacak özel bir yasa çıkarılmalıdır. Yani silah bırakan insanların Türkiye'ye gelip Türkiye'de demokratik siyasete katılımlarının önünü açacak bir özel yasanın çıkması. Diğer bir konu İnfaz Yasası. Siyasi tutukluların ve mahkumların çoğu “terör” yaftasıyla ceza aldıkları için infazları çok uzun sürüyor. Dolayısıyla İnfaz Yasasının acil bir biçimde gündeme gelmesini, cezaevinde haksız ve hukuksuz yere yatan binlerce siyasi tutsağın özgürlüğünü talep ediyoruz. Yine bizim çok önemsediğimiz yasalardan bir diğeri Yerel Yönetimler Yasası. Sayın Öcalan'ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısında genişçe açtığı demokratikleşme sürecinin yolunun demokratik bir yerel yönetimler yasasından geçtiğini hepimiz biliyoruz. 

Kayyım yasası acilen lağvedilmelidir

Yerelde demokrasi yoksa merkezde demokrasi zaten olmaz. Bütün yetkileri elinde tutan dar, merkezci ve tekçi anlayışın bu ülkeyi ne kadar antidemokratik bir noktaya sürüklediğine zaten hep birlikte tanıklık ediyoruz. Dolayısıyla demokratik bir yerel yönetimler yasasının gelmesi şarttır. Bunun da en önemli adımı öncelikle kayyım yasasının lağvedilmesidir. Yani OHAL döneminde ihdas edilmiş olan, yerel yönetimlerde hem seçenin hem seçilenin iradesini yok sayan, Kürt halkının iradesini yok sayan; özellikle de bu dönemde CHP belediyelerine de kayyım atanmasıyla sadece Kürt'ün değil Türk'ün, Arap'ın, Laz'ın, Çerkes’in ezcümle bu ülkede yaşayan ve farklı bir siyasi partiye oy vermiş herkesin iradesini yok sayan kayyım yasası acilen lağvedilmelidir. Bu komisyonun getirmesi gereken en temel yasalardan biri budur. 

AYM ve AİHM kararları uygulanmalıdır

Tabii ki bütün bunlardan önce bir yasal düzenleme gerektirmeyen çok somut adım da var. Bu adımların atılmasının gerekliliğini sıklıkla dile getirdik. Neydi bunlar? AYM kararları pekala hayata geçirilebilir. Bunun için bir yasa ihdas etmeye gerek yok. AYM kararları hayata geçerse örneğin Hatay Milletvekili serbest bırakılmalıdır. Çünkü o onunla ilgili bir AYM kararı var. Sevgili Can Atalay serbest kalmalı. AYM kararlarını uygulamayarak Türkiye, taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı davrandığı için aslında yasaları ihlal ediyor. Özellikle Sayın Figen Yüksekdağ ve Sayın Selahattin Demirtaş'ın da aralarında olduğu Kobanî Kumpas Davasında tutuklu bulunan arkadaşlarımızın AİHM kararına göre serbest kalması lazım. Bunun için bu komisyonun bir çalışma yürütmesine gerek yok. Sadece gereklilik yerine getirilmeli. Bu karara rağmen arkadaşlarımızın hala içeride tutulması kabul edilemez. Yasa dışı bir şekilde şu anda tutuklu olarak bulunmaktalar. Bunu kabul etmek mümkün değil.

Entegrasyondan kastımız tam anlamıyla bir demokratik entegrasyondur

Kürt sorununun çözümü için bütün bu konular bir geçiş sürecidir aslında, bir adımdır. Bu adımlar gerçekleştikçe aslında Türkiye gerçek sorunlarıyla daha çok yüzleşebilecek ve gerçek sorunlarının çözümüne daha fazla odaklanabilecektir. Biliyoruz ki Kürt sorunu bir toplumsal sorundur, bir siyasi sorundur, bir ekonomik sorundur, bir kültürel sorundur. Bahsettiğimiz bütün bu yasalar çıksa bile Kürt sorununun gerçek anlamda çözümü için sadece bir adım atmış oluyoruz. Ama henüz yapacak çok işimiz olduğunun farkındayız. Evet, entegrasyon diyorlar. Demokratik entegrasyon diyorlar. Entegrasyon meselesiyle ilgili de izniniz olursa birkaç bir şey söyleyeceğim. Türkiye'de bir demokratik entegrasyonun olmasının Sayın Abdullah Öcalan özellikle altını çiziyor. Bu dönemde üç kavramın öne çıkarılması konusunda çok önemli mesajlar verdi. Biri barış, biri demokratik toplum, biri demokratik entegrasyon. Ancak ne yazık ki bu sistem, bu devlet ve iktidar entegrasyonu mevcut olan geri zemine, mevcut olan antidemokratik koşullara entegre olmak gibi bir şekilde lanse etmeye çalışıyor. Bizim ise bahsettiğimiz tam anlamıyla bir demokratik entegrasyondur. 

Türkiye'deki sürece Şam gözlüğünden bakılırsa sağlıklı bir inşa süreci gelişmez 

İktidara da devlete de buradan, İzmir'de siz değerli halkımızla yürüttüğümüz bu kıymetli toplantıdan seslenmek istiyoruz: Bu süreçte artık oyalanma, bu süreçte artık yorganı kendine çekmeye çalışma, bu süreçte artık Ortadoğu'daki ve bölgedeki siyasi okumaları kendi dar penceresinden yapma dönemi kapanmıştır. Bunu yapmamak lazım. Bunu yapmak Türkiye halklarına zarar verdiği gibi, Suriye halklarına da bölge halklarına da zarar veriyor. Şam gözlüğünden bakarak Türkiye'deki süreci inşa etmeye kalkarsanız sağlıklı bir inşa süreci gelişmez. Sağlıklı bir barışı tesis edemeyiz biz. 

Herkes diyor ki: "Bugün Rojava'ya saldırının konuşulduğu bir yerde biz Türkiye'de hangi barıştan bahsedebiliriz ki?" Kürt halkının gerçek duygusu bu. Türkiye halklarının gerçek duygusu, hissi ve siyasi yaklaşımı da bu. Dolayısıyla bugün Rojava'ya bazı silahlı seferler düzenlemeyi hala aklından geçiren varsa bundan bir an önce vazgeçmelidir. 

Demokratik entegrasyonun Türkiye'de başlaması Suriye'ye de olumlu yansıyacaktır 

Suriye'de de bir entegrasyondan bahsedilecekse, bu entegrasyon demokratik bir entegrasyon olmalıdır. Farklı halklar ve inançlardan insanları, Alevileri, Dürzileri, seküler Sünni Arapları kapsayacak, Kürt halkını kapsayacak seküler demokratik bir Suriye inşa edilirse biz biliyoruz ki bu demokratik entegrasyon çok daha sağlıklı olur ve ilerler. Ancak şu anda Şara hükümetinin ortaya atmış olduğu geçici anayasaya; Kürt'ü tanımayan, Alevi'yi, Arap'ı, hiçbir Allah'ın kulunu tanımayan bu anayasaya bir entegrasyonun beklenmesi yanlıştır, kabul edilemez. Dolayısıyla, demokratik entegrasyonun Türkiye'de başlaması halinde Suriye'ye de olumlu yansıyacağının hepimiz farkındayız ve bilincindeyiz. O yüzden diyoruz ki Türkiye'de gerçekten onurlu bir barış ve demokratik toplumu inşa edebiliriz. Türkiye bunu başardıktan sonra bölgede doğru bir barış öncülüğü yapabilir.

Bizler barışa yürekten inanıyoruz. Bizler barış mücadelesinde ağır bedeller ödedik, ödüyoruz. Ödemeye de devam ederiz. Yeter ki bu ülkeye onurlu bir barış gelsin. Yeter ki Kürt sorunu barışçıl ve demokratik olarak çözülsün. Yeter ki kadınlar bu ülkede katledilmesin, özgürce yaşayabilsin. Kazanılmış haklarımızı hiç kimseye kadınlar olarak yedirmedik, yedirmeyeceğiz. “Jin, jiyan, azadi” ile sözlerimi tamamlarken, sadece Türkiye'nin değil dünyanın en uzun ve en kararlı eylemini yapan Cumartesi Annelerine, beyaz tülbentlerini barışın bayrağı haline getiren ve hiçbir zaman yılmayarak mücadele eden Barış Annelerine; Suruç'ta, Gezi Direnişinde, Ankara Gar Katliamında yaşamını yitiren canlar için adalet yürüyüşünü devam ettiren bütün ailelere bir kez daha saygılarımızı sunuyoruz. Onların direnişini buradan bir kez daha selamlıyoruz. Yitirdiğimiz bütün canların anısına bir kez daha onurlu bir barışın sözünü burada hep beraber veriyoruz.

29 Eylül 2025