Koçyiğit: İç barışın sağlanması istenilen bir zamanda ana muhalefet partisinin operasyonlara maruz bırakılması kabul edilemez

Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis'te basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmeleri değerlendirdi. Koçyiğit, şunları söyledi: 

Değerli basın emekçileri, bugün toplanacak komisyonla ilgili görüşlerimizi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Komisyon geçen hafta çalışmadı, bu hafta çalışmalarına kaldığı yerden devam ediyor. Dinlemeler yapılacak. Komisyon bugün sendika konfederasyonlarını dinleyecek, yarın da iş insanları ve iş çevrelerini dinleyecek. Her iki kesimin de kendi bakış açılarıyla sözünü söylemesinin, sürece dair görüş ve önerilerinin dinlenmesinin çok kıymetli olduğunu ifade etmemiz gerekiyor.

Savaş politikalarının derin bir yoksulluk yarattığını görüyoruz

Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünün ertelenmesinin yarattığı çok büyük maliyetler var. Bu maliyetlerin en büyüğü yaşam maliyeti, toplumsal maliyet ama bunun dışında aynı zamanda büyük ekonomik maliyetlerin de olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Ekonomik yıkımın her bir yurttaşımıza zarar verdiğini, bu ülkede yaşayan her bir insanın ekmeğini küçülttüğünü, her bir insanın yaşamını derinden etkilediğini de çok iyi biliyoruz. Bugünkü savaş politikalarının en büyük yıkımı nedir diye baktığımız zaman, aslında bütün maliyetlerin yanında derin bir yoksulluk yarattığını da görüyoruz. Bu yoksulluğun giderilmesi açısından da bugün iş çevrelerinin ve sendikaların görüş ve düşüncelerini bizlerle paylaşması bizim açımızdan çok önemlidir.

Yeni dönemin bütçesi savaş değil barış bütçesi olmalı

Savaş sadece cana değil sofradaki ekmeğe de mal oldu; halkın alın terinin topa, tüfeğe, silaha, mermiye, İHA’ya, SİHA’ya gitmesine mal oldu. Biz her bütçe döneminde, burada bütçeyi konuştuğumuz zaman Milli Savunma Bakanlığının savaş bütçesi olduğunu, büyük bir savaş maliyetine neden olduğunu söyledik. Sağlığa ve eğitime gerçek anlamda bir pay ayrılmadığını, bunun yerine savaşa çok büyük bir pay ayrıldığını söyledik ve bütün bu bütçeleri eleştirdik. Bugün buradan yeni bir başlangıç yapacağımızı ve yeni dönemin bütçesinin artık bir savaş bütçesi değil barış bütçesi olmasını umduğumuzu da ifade etmemiz gerekiyor. Barış yolunda ilerledikçe tabii ki bütün bunların gerçekleşmesi ihtimalinin de arttığını ifade etmemiz gerekiyor. O anlamıyla bu meseleyi komisyonun sadece siyasal çıktılar olarak değil; aynı zamanda ekonomik, toplumsal ve sosyal çıktılar olarak da gözetmesi gerekiyor. Komisyonun ilgili her çevrenin görüş ve düşüncesine başvurması, barışın kalıcılaşmasının ve yeni cesur adımların atılmasının da önünü açıyor. Biz bunu önemsiyoruz. 

Herkesin sözünü bu sürecin parçası kılmaya özen göstereceğiz

Geçen hafta Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcılarımız ile İmralı Heyeti Üyemiz Mithat Sancar'ın başkanlığında bir toplantı gerçekleştirdik ve bu toplantıda ilgili hukukçu akademisyenleri dinleyerek onların görüş ve düşüncelerini aldık. Onların önerilerinin, kendi öneri taslaklarımızı hazırladığımızda bize yol göstereceğini ifade etmemiz gerekiyor. Biz bütün bu önerilerin, bütün toplumsal çevrelerin sözünün çok kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Fakat şu kısıtlılığın da farkındayız. Bu komisyon her çevreyi dinleyemez, herkesi dinleyemez. Belki herkesin görüşüne başvuramaz. Bu konuda aslında önerilerimiz de vardı. Bir alt komisyon kurulma önerimiz vardı. Meclis Başkanına yapmıştık. Yazılı olarak insanların görüş ve düşüncelerini komisyona iletmeleri yönünde de bir öneri yaptık. Hâlihazırda bununla ilgili bir gelişme yok. Ama biz buradan şunu kamuoyuna ifade etmek istiyoruz. DEM Parti olarak; komisyona çağrılamayan, zaman kısıtlılığı nedeniyle komisyonda dinlenemeyen her kesimi dinlemeye, herkesin düşüncesini ve önerisini almaya ve herkesi sürecin bir parçası, bir paydaşı, bir öznesi kılmaya sonuna kadar çalışacağız. Bu konuda elimizden gelen her şeyi yapacağız. Sadece odalarla, meslek örgütleriyle, sendikalarla değil; kadın örgütlerinden tutalım ekoloji örgütlerine, inanç örgütlerinden tutalım toplumsal kesimlere kadar herkesi dinlemeye özen göstereceğiz. Herkesin sözünü bu sürecin bir parçası kılmaya özen göstereceğimizi bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki bu süreç sadece siyasetçilerle, sadece bu komisyon eliyle yürümez. Yürütülmemeli de. Asıl özne toplumdur, halkın kendisidir, sivil toplumdur, demokratik kitle örgütleridir ve onlar sürece katıldıkça sürecin demokratikleşmesi, sürecin derinleşmesi ve sürecin kalıcı bir barışla taçlanması çok daha kolay olacaktır. Bunun için biz de elimizden geleni yapacağız. 

Komisyonun acilen İmralı’ya gitmesi ve sürecin baş aktörü olan Sayın Öcalan'la görüşmesi gerekiyor

Tabii farklı kesimleri dinlemek komisyonda ciddi bir fikri zemin oluşturuyor. Sürecin toplumsallaşması açısından da bize ciddi bir imkan tanıyor. Bu dinlemelerin gerçekten önemli olduğunun bir kez daha altını çizmemiz gerekiyor. Fakat bu dinlemelerin bir önemi daha var. Komisyonumuzun gerçek anlamda sorunun çözümü için ciddi ve cesur adımlar da atması gerekiyor. Ne demek istiyorum? Evet, bu komisyon iş çevrelerinden mağdur kesimlere, eski meclis başkanlarından barolar birliğine ve bölge barolarına kadar herkesi dinliyor. Ama bir kişiyi daha dinlemesi gerekiyor. Evet, bu komisyonun acilen İmralı’ya gitmesi ve süreci yürüten baş aktör olan Sayın Öcalan'la görüşmesi, onun görüş düşünce ve önerilerini dinlemesi de gerekiyor. Bu sadece bir beklenti değil; halklarımızın barış talebinin somut bir ifadesi ve sürecin de bir gerekliliği. Evet, bu sürecin bir gerekliliği. Sonuçta Kürt sorunu gibi tarihsel bir sorunu çözüyorsak, 100 yılı aşkın bir sorundan bahsediyorsak, 40 yılı çatışmalı geçmiş bir sorunu geride bırakmayı konuşuyorsak, yeni bir iklim yaratmayı konuşuyorsak; o zaman var olan sınırları aşmaya, ezberleri bozmaya ve gerçek anlamda cesur adımlar atmaya ihtiyacımızın olduğunu da görmemiz gerekiyor. Bu görüşme sürece ivme kazandıracaktır. En önemlisi toplumsal güveni ve çözüme dair olan inancı geliştirecektir, pekiştirecektir. Bu anlamıyla da sürecin önünü açan önemli bir eşik olduğunu ifade etmek istiyoruz. Bu diyalogu da sadece Kürt halkı açısından önemli bir diyalog olarak görmemek gerekiyor. 

Komisyon içerisinden bir heyetin adaya gidişi hızlı bir şekilde planlamalıdır

Aslında İmralı'ya gidişin, İmralı'da Sayın Öcalan'ın görüş ve düşüncelerini dinlemenin kendisinin Türkiye'de yaşayan her bir yurttaşın ve halkların geleceği açısından, toplumsal barışımız açısından, sürecin ilerlemesi açısından da kritik önemde olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Çağrımız çok net ve açık: Komisyon gerçekten cesur olmalıdır. Meseleye siyaset üstü bakmalıdır. Güncel siyasete, güncel toplumsal meselelere hapsolmadan bu meseleye yaklaşmalıdır. Ezberleri bozmalıdır. Sayın Bahçeli'nin Meclis'te bir yıl önce 22 Ekim'de yaptığı konuşma nasıl tarihi bir önemdeyse, “Gelsin, Meclis’te konuşsun” çağrısı nasıl önemli ve anlamlıysa; çözüm komisyonunun İmralı'ya gitmesi, Sayın Öcalan'ın görüş ve düşüncelerini bizzat dinlemesi, onunla karşılıklı konuşması ve sorularını sorması yeni döneme dair önemli bir eşiğin aşılmasına katkı sunacaktır. Bu anlamıyla beklentimiz, çok kısa bir süre içerisinde ve hızlı bir şekilde çözüm komisyonu içerisinden bir heyetin adaya gidişinin planlanması yönündedir. Bunu bir kez daha kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.  

İç barışın sağlanması istenilen bir zamanda ana muhalefet partisinin operasyonlara maruz bırakılması kabul edilemez

19 Mart’tan beri CHP’ye yönelik gün geçtikçe hızı artan bir operasyon süreciyle, yargısal operasyonlarla karşı karşıyayız. Bütün bu operasyonların aslında siyasal zemine zarar verdiğinin, aynı zamanda yürüyen sürece de zarar verdiğinin altını çizmemiz gerekiyor. Bugün yeni bir iklimi konuşuyoruz. İktidar bunu iç cephenin tahkimatı olarak ifade etti. İç barışın sağlanması olarak ifadelendiriliyor. İç barışın sağlanması istenilen bir zamanda, bu ülkenin ana muhalefet partisinin yargı eliyle operasyonlara maruz bırakılmasının kabul edilemez olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Bu aslında halkın iradesini tanımamanın bir sonucudur. Hukuk tanımayan yöntemlerde ısrar etmenin bu ülkeyi getirdiği durum açık ve nettir. Geçmişte bunlar çok yaşandı. Bizzat DEM Parti olarak, ondan önceki partimiz olan HDP olarak bunları bizzat yaşadık. Hala HDP'nin kapatma davası devam ediyor. Eş zamanlı operasyonlarla Sayın Demirtaş, Sayın Yüksekdağ ve milletvekili arkadaşlarımız gözaltına alındı. Yıllardır tutuklular. Haksız, hukuksuz bir şekilde cezaevindeler. 2016'dan beri tam üç dönemdir hukuksuz bir şekilde belediyelerimize kayyım atanıyor. Belediye başkanlarımız cezaevinde tutulmaya devam ediyor. Sayın Selçuk Mızraklı, Sayın Bekir Kaya... Bütün bunlar bize yapıldığı zaman da söylemiştik. Bunlar DEM Parti’ye, HDP’ye yapılıyor ama aslında operasyonun odağı bütün Türkiye halklarıdır demiştik. Operasyon aslında Türkiye demokrasisine yapılıyor, Türkiye'nin seçim sistemine yapılıyor, Türkiye'nin hukuk sistemine yapılıyor demiştik ve herkesi de bu konuda tutum almaya davet etmiştik.

Demokratik muhalefeti sınırlamaya çalışan bir süreçle karşı karşıyayız

Bugün Cumhuriyet Halk Partisi'ne yapılanların da sadece Cumhuriyet Halk Partisi'ne yapılan bir operasyon olmadığını çok iyi biliyoruz. Siyasal muhalefeti sınırlandırmaya, demokratik muhalefeti sınırlandırmaya ve gerçek anlamda yargı eliyle siyaseti dizayn etmeye çalışan bir süreçle karşı karşıyayız. Haksız ve hukuksuz olduğunun da altını çizmek istiyoruz. Bugün olması gereken yargı eliyle kayyım atamak değildir. Bugün artık belediyelerden çıkıp il örgütlerine kayyım atanıyorsa, kongreler iptal edilip kurultaylara, bir ana muhalefet partisine kayyım atanması konuşuluyorsa bu, Türkiye'nin demokrasisinin büyük kan kaybettiğinin, geriletildiğinin açık ve net göstergesidir. Hiç kimse bizi kayyım siyasetine alıştırmaya çalışmasın. Hiç kimse kurduğu yeni rejimi, kayyım sacayağı üzerine oturtmaya çalışmasın. Hiç kimse, Türkiye halklarının ve demokratik siyasetin kayyıma rıza göstereceği bir zeminin açığa çıkacağını hayal etmesin. Kayyım darbedir, kayyım gasptır; kayyım, iradenin çalınmasıdır, halkın yok sayılmasıdır. Biz dün olduğu gibi bugün de yarın da kayyım siyasetine ve kayyımcı anlayışa karşı itirazımızı, mücadelemizi ve sözümüzü söylemeye devam edeceğiz. 

Bugün CHP’ye yapılıyor karşı çıkıyoruz, yarın bir başka partiye yapıldığında da karşı çıkacağız

13 sol, sosyalist, yurtsever, devrimci parti ve çevre 6 Eylül'de bir açıklama gerçekleştirdi. Bu açıklamanın çok önemli olduğunun altını çizmek istiyorum. O açıklamadan alıntılar olarak bir şeyi ifade etmek istiyorum. “Dün HDP ve DEM'e yapılanların, bugün CHP'ye yönelmesi aslında iktidarın toplumsal muhalefeti, bütün Türkiye halklarını ve Türkiye'deki demokrasiyi hedef aldığının açık ve net göstergesidir”. Bunu hiç perdelemeye çalışmasınlar. Bunu hiç örtmeye çalışmasınlar. O anlamıyla dün söylediğimiz sözü bugün de söylüyoruz, yarın da söyleyeceğiz. Dün bize yapıldığında karşı çıkıyorduk, bugün Cumhuriyet Halk Partisi'ne yapılıyor, karşı çıkıyoruz. Yarın bir başka partiye, bir başka kesime yapıldığında da karşısında duracağız. Çünkü bu bizim ilkesel tutumumuzdur, yaklaşımımızdır.  

Eş Genel Başkanlarımız bugün CHP’yi ziyaret edecek

Eş Genel Başkanlarımız Tülay Hatımoğulları ve Tuncer Bakırhan başkanlığında bir heyetimiz bugün İstanbul’da CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’e bir dayanışma ziyareti gerçekleştirecek. Orada da bir kez daha bütün bu hukuksuzlukların karşısında olduğumuzu en üst düzeyde ifade edeceğiz. Şimdi buradan iktidara seslenmek istiyoruz: Muhalefet karşısında durduğunuz yer sorunludur. Durduğunuz yer hukuksuzdur. Ana muhalefet partisi dahil bu ülkedeki bütün partiler sizin rakibinizdir, asla yargı eliyle tasfiye edeceğiniz düşmanlar değildir. Bu düşman siyasetini artık bırakın. Yargıyı siyaseti dizayn etme aracı olmaktan bir an önce çıkarın. Ana muhalefeti siyaset dışına itmeye, bir sonraki seçim için kendisi açısından dikensiz gül bahçesi oluşturmaya çalışan bu anlayış günün sonunda bütün ülkeye kaybettiriyor. Bütün ülke halklarına kaybettiriyor. Bütün ülkenin hukuk sistemine ve demokrasisine kaybettiriyor. Bunun altını çizmemiz gerekiyor. Hukuka dönün, demokrasiye dönün ve evrensel ilkeleri rehber edinin diye çağrı yapmak istiyoruz. CHP’ye de bir kez daha buradan geçmiş olsun dileklerimizi, dayanışma duygularımızı iletmek istiyoruz. Bu haksızlığın karşısında yan yanayız. Omuz omuza mücadele etmeye de devam edeceğiz.

Önce ağaçlarımızla barışın

Bugün çözümü, barışı konuşuyoruz ama savaşın yarattığı yıkımları da görmezden gelemeyiz. Bu ülkede ne yazık ki savaşın ve güvenlikçi politikaların yarattığı çok büyük yıkımlar var. Az önce yarattığı ekonomik yıkımdan ve aslında ekmeğimizi nasıl küçülttüğünden bahsetmiştim. Ama çoğu zaman görmezden gelinen, göz ardı edilen bir gerçek daha var. O da ekokırım politikaları. Evet, güvenlikçi politikalar nedeniyle doğamızın, yaşam alanlarımızın tarumar edilmesi. Bu ülkede her yer neredeyse bir ekokırım mahali haline geldi. Türkiye'nin batısını rant amacıyla şirketlere ve sermayeye peşkeş çekmek için, maden şirketlerinin elini güçlendirmek için Meclis’ten patır patır yasalar geçirenlerin, Kürdistan'da da şiddet ve güvenlikçi politikalar nedeniyle yaşamı, doğayı ve ormanları tarumar ettiğini görüyoruz. Ya güvenlik barajları kurup ekosistemi tahrip ediyorlar ya da Şırnak, Besta'da olduğu gibi sistematik olarak ormanları katlediyorlar. Bütün bu orman katliamlarına karşı yapılan yürütmeyi durdurma kararları da güvenlik gerekçeleriyle ne yazık ki hiçbir zaman kabul görmedi ve oradaki ekokırım politikaları neredeyse jandarma zoruyla devam etti. Halk buna karşı itirazını ortaya koydu. Hiçbir zaman buna razı olmadı ve en sonunda da Botan halkının öncülüğünde Besta’ya büyük bir ekoloji yürüyüşü gerçekleştirildi. Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, DBP Eş Genel Başkanları Keskin Bayındır ve Çiğdem Kılıçgün yürüyüşçüler arasındaydı. Milletvekili arkadaşlarımız, gençler, kadınlar bizzat o ekolojik kırımın olduğu yere gittiler ve orada o güzelim ağaçların nasıl odun kütüklerine çevrildiğini, nasıl doğanın ve yaşamın yok edildiğini gördüler. Evet, oraya giden annelerin feryadı büyüktü. Annelerimiz oradaki her bir ağaç için ağaç yaktılar ama aynı zamanda itirazlarını şu sözlerle dile getirdiler. Oradaki annelerden biri şöyle sesleniyordu: “Önce doğayla barışın. Önce Besta ile barışın. Önce ağaçlarımızla barışın”. Bir başka anne ise “Baraj değil barış istiyoruz” diye seslendi. Evet, bugün eğer barışı konuşuyorsak, bugün Kürt sorununun demokratik çözümünü konuşuyorsak; bunun yarattığı ekolojik tahribatın ortadan kaldırılacağı ve daha fazla devam ettirilmeyeceği bir yaklaşımın da derhal ortaya konulması gerekiyor.

Ekokırım politikalarına geçit vermeyeceğiz

Biz ekoloji mücadelesini de sonuna kadar devam ettireceğiz. Kasım ayında da Şırnak Ekoloji Platformu öncülüğünde yine büyük bir ağaç ekim kampanyası başlatacağız. Kesilen her bir ağacın yerine yeni ağaçlar dikeceğiz, ormanlarımızı yeşerteceğiz. Ağaçlarımızı yeşerteceğiz ve ne olursa olsun bu ekokırım politikalarına geçit vermeyeceğiz. Ne Kazdağları'nda ne Cerattepe'de ne Munzur'da ne Şırnak'ta ne de Muğla İkizköy'de bu ekokırım politikalarına geçit vermeyeceğimizin bir kez daha altını çizmek istiyorum. 

Gazze'nin insansızlaştırılması savaş suçudur

Değerli basın emekçileri, gündem yoğun olduğu için son iki başlığı da sizinle paylaşarak bitirmek istiyorum. 7 Ekim 2023'ten beri Gazze'de büyük bir insanlık dramına bütün dünya tanıklık ediyor. O günden beri Gazze'de büyük bir soykırım suçu işleniyor. Gazze Sağlık Bakanlığının açıkladığı rakamlara göre, 7 Ekim 2023'ten beri Gazze'de ölenlerin resmi sayısı 64 bin 368'e, yaralıların sayısı ise 162 bin 776'ya ulaşmış durumda. Bunlar resmi rakamlar. Oysa gerçeğin bunun çok çok üzerinde olduğunu biliyoruz. Bu bir soykırım. Bu Gazze'nin insansızlaştırılması. Bu bir savaş suçu, insanlık suçu ama ne yazık ki bütün dünya örgütleri, bütün uluslararası kurumlar bu soykırıma sessiz kalıyor. Bu soykırıma neredeyse göz yumuyorlar. Gazze'de tam bir insanlık dramı yaşanıyor. Hastaneler vuruluyor, okullar vuruluyor. Hastanelerde ilaç yok. Su yok, gıda yok. Resmi olarak Birleşmiş Milletler gıda kıtlığı ilanı yaptı. Gıda almak için gidenler gıda kuyruklarında taranıyor, yaşamlarını yitiriyorlar. Ama buna karşı da hiç kimseden ses çıkmıyor. İsrail hükümetini bu insanlık dışı politikalarından caydıracak tek bir adım atılmıyor. Atılabilmiş değil hala. Buna karşı tabii ki vicdanı ve insanlığın onurunu kurtarmaya çalışan insanlar da olduğunu biliyoruz.


BM ve uluslararası kurumlar Gazze filosuna sahip çıkmalı


Evet, dünyanın dört bir yanından insanlar toplandılar ve yine yeni bir sivil inisiyatifin sonucu olan Küresel Sumud Filosu geçen hafta Barselona'dan yola çıktı. 44 ülkeden seçilmişlerin ve sanatçıların da bulunduğu 500'e yakın aktivist var bu filonun içerisinde. Gıda ve medikal yardımlarla dolu 50 gemiden oluşan bir filo ve bunlar Gazze'ye ulaşmayı ve Gazze'deki ablukayı kırmayı planlıyorlar. Barselona'dan çıktıktan sonra da ciddi bir drone takibiyle karşılaştı bu filo. En son Cenova’dan yola çıktı ve Tunus'a demirledi. Tunus'ta da drone saldırılarına maruz kaldı. Bu anlamıyla insani felaketi önlemek ve gerçek anlamda Gazze'deki ablukayı kırmak için yola çıkan bu filoya yapılan saldırıyı, yapılan tacizleri kabul edilemez bulduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Başta Tunus hükümeti olmak üzere BM’nin ve uluslararası bütün kurumların bu filoya sahip çıkması, kendi yapamadıklarını yapan insanlara sahip çıkması gerektiğinin de altını çiziyoruz. Bugün insanlık gözlerimizin önünde yerle bir ediliyor. İnsanlığın onurunu kurtarmak için yola çıkan bu gönüllülerin herkesin desteğine ve yardımına ihtiyacı olduğunun ve o filonun oraya ulaşıp ablukayı kırmasının hepimiz açısından da çok önemli olduğunun altını çizmek istiyorum. Bu anlamda filoda bulunan ve bu saldırıya maruz kalan herkese geçmiş olsun dileklerimizi iletmek istiyoruz. Onlar gerçek anlamda hepimiz adına oradalar. Onların mücadelesini ve bu onurlu yolculuğunu da saygıyla selamladığımızı bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

AKP şirketlerin ve sermayenin yanında

Son başlığımız Türkiye'nin değişmez başlığı; kaderimiz, yoksulluğumuz, işsizliğimiz. Bütün bu yoksulluğumuzun, işsizliğimizin üzerinde kendini yaşatan iktidarı konuşmak durumundayız. AKP iktidarı aslında ilk günden bugüne her zaman halkın karşısında, sermayenin yanında oldu. Şirketlerin yanında oldu. Tek bir derdi oldu: Aman yandaş şirketlerim zarar etmesin. Aman yandaş şirketlerime vergi afları yapayım daha çok kazansın. Aman yandaş şirketlerime Meclis’ten hangi yasayı geçireyim de avantaj elde etsin. Rahat rahat halkın malına el koysun, ağacına el koysun. Böyle düşünüp duran bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Her politikası işçi düşmanı, her politikası halk düşmanı, her politikası kadın düşmanı, her politikası aslında toplum karşıtı.

İktidar parayı kamu kazansın istemiyor

1986'dan bu yana tam 72 milyar dolarlık bir özelleştirme yapılmış ve bu özelleştirmenin tam tamına 64 milyar doları AKP döneminde yapılmış. Yani AKP aslında özelleştirme şampiyonu. Maşallah ülkede ne var ne yok hepsini satmışlar. Satmayı çok seviyorlar, mahirler. 273 kurum satılmış 2002'den bu yana. 268'inde artık kamunun hiçbir payı kalmamış. Yani aslında kamuyu tasfiye eden, her şeyi özelleştiren, her şeyi sermayenin rantına açan bir anlayışla karşı karşıyayız. Şimdi elimizde birkaç şey kalmış. Onlar da vallahi iyi para getiriyor. İstanbul'daki iki köprü, 9 da otoyol. Köprüyü yapmışsınız. Zaten yıllardır kiralıyorlar, faiz ve yap-işlet-devret üzerinden yandaşa para akıtıyorlardı. Ama bunun da bir tarihsel zaman sorunu var. Şimdi diyorlar ki sonsuza kadar bu rantı sermayeye peşkeş çekelim, ne yapalım? Bu iki köprüyle 9 otoyolunu da özelleştirelim diyorlar. Bir gideri var mı? Yok. Aksine gelir var. Araba geçiyor, para kazanıyorsunuz. Ama onlar o parayı kamu kazansın istemiyor; o parayı sermaye kazansın, yandaş kazansın istiyor ve bunun için de özelleştirmek istiyorlar. Oysa ki o köprüler ve otoyollar kimsenin babasının parasıyla yapılmadı, halkın parasıyla yapıldı. Halkın vergileriyle yapıldı. Ama ne yazık ki bunu gören yok, duyan yok. 

Tasarruf mu yapmak istiyorsunuz, önce kendi lüksünüzden tasarruf yapın

Şimdi diğer bir mucizevi şey yaptılar. Biliyorsunuz orta vadeli bir program var. Her gün anlatıyorlar bu orta vadeli programları. Bütün hedefler ıskalanıyor ama sorun yok. Orta vadeli program iyiydi. Allayıp pulluyorlar. Şimdi orta vadeli programda yeni bir şeye gidiyorlar. Tamamlayıcı emeklilik sigortası. 2026 yılında bunu hayata geçirecekler. Neymiş? Emeklilerin işte emekli olduktan sonraki ücretlerini yükseltmeyi planlıyorlar. Ben yıllarca devlet memurluğu yapmış ve sonrasında KHK ile ihraç edilen biriyim. O zorunlu tasarrufların ne olduğunu da biliyorum. Üç kuruş vermemek için TÜİK'e baskı yapıp bütün rakamlarla oynayanların, şimdi de kalkmış sanki gerçekten emekliyi ve işçiyi düşünüyormuş gibi tamamlayıcı emeklilik sistemini hayata geçirerek gözünü yeniden çalışanın cebine diktiğini görüyoruz. Şimdi ne yapmak istiyorlar? Bir fon oluşturacaklar. Sonra bu fonun işletmesini yandaşa verecekler. Faiz gelirlerini yandaşlara aktaracaklar. İşletiyorlar ya parayı emekli için, çalışan için. Ondan sonra da günün sonunda diyecekler ki: "Bu fon zarar etti. Ne yapalım?" Tasfiye edelim. Para kimin? İşçinin. Para kimin? Çalışanın. Zarar kimin? Yine çalışanın. Eğer o kadar çok para veriyorsanız zam yapın. Bırakın, insanlar tasarruf yapmayı biliyor. Herkes 3 kuruş parayı zor günü için bir kenara koyar. Ama siz insanlara yaşayacak parayı vermiyorsunuz ki tasarruf etsinler. Şimdi de sen tasarruf edemiyorsun, ben senin adına tasarruf edeyim deyip yandaşa para akıtmaya çalışıyorlar. Bunu asla kabul etmiyoruz. Bu ülkede 4 milyon emekli 16.881 TL'ye hala geçiniyor. Açlık sınırı 26.000 lira, ortalama kira 25.000 lira olmuş durumda. Hangi tasarruftan bahsediyoruz? İnsanlar evine ekmek alamaz hale gelmiş, çöpten sebze topluyor ama onlar getirmişler tamamlayıcı emeklilik sistemini hayata geçirmeye çalışıyorlar. Tasarruf mu yapmak istiyorsunuz? Önce kendi lüksünüzden tasarruf yapın. Mehmet Şimşek bile açıklıyor. Geçen gün bir röportaj verdi. "Kamuda üst üste genelge yayınlıyoruz ama tasarruf edemiyoruz" dedi. Niye tasarruf edemiyorlar. Lüks otellerde yaptıkları toplantılar, bürokratların harcamaları, herkesin altına çekilen makam arabaları, kiralanan araç filoları kimin parasıyla yapılıyor? Bizim paramızla yapılıyor, çalışanların parasıyla yapıyor. Bu halkın ücretleriyle yapılıyor. Kendileri tasarruf yapmayanlar, şimdi yeniden halkın, çalışanın parasını kesip oradan bir tasarruf yapmaya çalışıyor. 

İnsan onuruna yaraşır bir emeklilik sistemi için öncelikle güvenlik sisteminin halk yararına düzenlenmesi gerekiyor

Bizim çağrımız ne? Yozlaştırdığınız, içini boşalttığınız güvenlik sisteminin güçlendirilmesi gerekiyor. İnsan onuruna yaraşır bir emeklilik sistemi için öncelikle güvenlik sisteminin hızlı bir şekilde gözden geçirilmesi, halk yararına, çalışanlar yararına düzenlenmesi gerekiyor. Ayrıca derhal kademeli emeklilik sisteminin Meclis’e getirilmesi gerekiyor. Halkın beklentisi, çalışanın beklentisi bu yöndedir. Halkın kaynaklarını da artık sermayeye peşkeş çekmekten vazgeçmeleri gerekiyor. Son bir örnek vererek bitirmek istiyorum. İşsizlik Sigortası Fonu da patronlara yardım fonuna döndü. Sürekli biz Meclis’te o fondan nasıl işverenlere pay aktarılacağını konuştuk ve buna itiraz ettik. Bugün çalışanlar işsiz kaldıklarında o fondan faydalanamıyorlar ama patronlar fonu yağmalamaya devam ediyor. İşte yeni gelen tamamlayıcı emeklilik sisteminin de benzer bir şekilde olacağını çok iyi biliyoruz. Aynası işidir kişinin, lafa bakılmaz diyoruz ve hükümeti artık halkın cebine göz dikmekten, halkın parasını çalmaktan vazgeçmeye davet ediyoruz.

100 yıllık Kürt sorununun çözümünü konuşuyorsak Sayın Öcalan'ın özgürlüğünü ve umut hakkını da konuşmalıyız


Soru: Umut hakkı, işte Öcalan’ın koşullarının rahatlatılması ve entegrasyon, infaz gibi. Bunlara ilişkin bir çalışma var mı komisyonda perde arkasında? Yani görüşmelerin dışında?

Şöyle biz bu komisyonun hızlı bir şekilde İmralı'ya gitmesi ve Sayın Öcalan’la görüşmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda biliyorsunuz kamuoyuna yapılan açıklamalar da var. Bizim ilk günden beri talebimiz budur. Sayın Babacan'ın da yine açıklaması oldu, “Hızlı bir şekilde komisyon gitmelidir, bu sürecin gerekliliğidir” diye. MHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Fethi Yıldız'ın kamuoyuna açıklaması oldu komisyonun gitmesi gerektiğine dair. Biz de aynı fikirdeyiz. Komisyon bir an önce adaya gitmeli ve sürecin ilerlemesi, önemli bir eşiğin aşılması açısından da Sayın Öcalan’ın görüş, düşünce ve önerilerini dinlemeli. Tabii biliyorsunuz birçok şeyi konuşuyoruz. Şu anda halihazırda biz hükümetin nasıl bir hazırlığı olduğunu bilmiyoruz. Ama en nihayetinde komisyonda şu ana kadar dinlediğimiz birçok çevrenin önerileri oldu. Eski meclis başkanlarını dinledik. Çok önemli önerileri oldu. Bugün sürecin ihtiyacı olan bir kanunun yapılması, ilk elden acilen yapılması gerekliliği ortada. Şu gerçeği unutarak bazen tartışıyoruz. Ortada bir hakikat var. Sayın Öcalan 27 Şubat'ta bir çağrı yaptı. 52 yıllık örgüt, PKK 5-7 Mayıs tarihlerinde kendisini feshetme ve silah bırakma kararı aldı ve 11 Temmuz'da da silahlar yakıldı. Şimdi buna karşılık Meclis’in gerçek anlamda silah bırakanların eve dönüşünü, ülkeye dönüşünü, siyasal ve sosyal yaşama katılımını sağlayacak hukuksal düzenlemeler yapması gerekiyor. Onların nasıl bir hukuksal yaklaşımla karşılanacağını da belirlemesi gerekiyor.

Biz parti olarak, infaz hukukundan tutalım TMK’ya, TCK'dan tutalım diğer bütün başlıklara her türlü hazırlığımızı yapıyoruz. Hukuk Komisyonumuz bu konuda hazırlıklarını devam ettiriyor. Şu anda infaz hukuku ile ilgili hazırlığımız bitti. Diğer hazırlıklar da önemli bir şekilde ilerledi, bitiyor. Umut hakkı evrensel bir hak. Avrupa Konseyinin 2014'ten beri söylediği bir hak. Türkiye ne yazık ki bu hakkı tanımaktan ve bu konuda yasal düzenleme yapmaktan imtina ediyor. Ama yeni bir dönemdeyiz, yeni bir eşikteyiz. Umut hakkını kriminal hale getirmenin, umut hakkını konuşmamanın, umut hakkı konusunda bir düzenleme yapmamanın kabul edilemez olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Eylül ayında yeniden toplanacak ve bu konuda bir gözden geçirme kararı da yapacak. Çünkü Türkiye'ye süre vermişti ve Türkiye bu süre içerisinde halihazırda hiçbir hazırlık yapmadı. Bizim bu konuda da hazırlığımız net, çok açık ve net söylüyoruz. Artık sürecin ve süreçteki bütün engellerin, bütün bariyerlerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Toplumsal barışımızı konuşuyorsak, 100 yıllık Kürt sorununun çözümünü konuşuyorsak, Sayın Öcalan'ın özgürlüğünü ve umut hakkını da konuşmalıyız ve umut hakkının da mutlaka tanınması gerekiyor. Bu konuda zaten Sayın Bahçeli de Meclis’te bir çağrı yapmıştı. Bu çağrının da sürecin de gereği olan umut hakkının gerçekleşmesi, yasalaşması gerekiyor. Teşekkür ederim arkadaşlar. Kolay gelsin.

11 Eylül 2025