Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:
Narin’in kaybedilmesinin ardındaki gerçeklerin açığa çıkarılması için sesimizi yükselttik
21 Ağustos’tan beri kendisinden haber alınmayan Narin’in iki gün önce cansız bedenine ulaşıldı. Ne yazık ki içimizde taşıdığımız umut da söndü. Günlerce içimizi kemiren, vicdanlarımızı huzursuz eden, karanlık bir zihniyetin cüret sınırlarını tartıp biçtiğimiz, bütün olasılıklarda canımızın yandığı, acımızın da bilendiği 19 gün geçirdik. Bir çocuğun organize kötülük karşısında kaybedilmesinin ardından öfkemiz de üzüntümüz kadar büyük. 19 gün boyunca Türkiye’deki hemen herkes Narin’in akıbetini sordu, olayın aydınlatılması talebinde bulundu. Bizler de aynı şekilde, bir çocuğun yaşam hakkını savunanlar olarak, 19 gün boyunca Narin’in kaybedilmesinin ardındaki gerçeklerin açığa çıkarılması için sesimizi yükselttik, bir çocuk daha bu ülkede eksilmesin diye gerekli önlemlerin alınması için hatırlatmalarda bulunduk.
DNA örneğinin günler sonra alınması yaşanan eksikliklerdi
O kadar çok spekülasyon yayıldı ki; ne zihinlerimizdeki soru işaretleri yanıt bulabildi ne de kamuoyuna izah sorumluluğu olanlar, yaptıkları yetersiz açıklamalarla toplumun beklediği hakikati duyurabildi. Birbirinden farklı ve çelişkili açıklamalar dinledik. Olay gününe ilişkin zaman içerisinde çıkan bilgilere rağmen tam teşekküllü bir soruşturma yürütülmedi. Şüpheli olabilecek kişilere dair yeterli düzeyde önem alınmadı. DNA örneğinin günler sonra alınması, köye giriş çıkışların engellenmesi, kamuoyunun şeffaf bir biçimde bilgilendirilmemesi yaşanan eksikliklerdi.
Galip Ensarioğlu’nun bilip de kamuoyu ile paylaşmadığı şeyler nedir?
Dosyaya gizlilik kararı getirilmesi derken bütün bu olanlar devlet içerisinde güç sahibi birilerinin bilinçli bir şekilde faillerin açığa çıkarılmaması için gösterdiği bir çabanın örnekleri olarak karşımıza çıktı. Nitekim iktidar vekillerinden biri, Narin’in ailesinden zanlı olabilecek bazı kişiler ile kurduğu dostluk ilişkisini, katıldığı bir programda şöyle dile getirdi ''aile dostumuzdur, iyi insanlardır. Bizlerin bazen bilmediği, bazen bilip söylemememiz gereken şeyler var'' dedi. Galip Ensarioğlu’nun bilip de kamuoyu ile paylaşmadığı şeyler nedir? Böylesine Türkiye’ye konu olmuş bir olayda, iktidar vekili olarak yaptığı açıklamayla kime mesaj vermektedir? Dost meclisinde bulunduğu aile üyelerinin şüpheli olma durumları devam ederken, yaptığı açıklamanın soruşturmaya etkisi nedir? Her geçen gün artan çocuk istismarına, çocuk kaybedilmesi durumlarına ilişkin hiçbir çalışma yürütmeyen, verileri dahi kamuoyundan gizleyen, açığa çıkan durumları bütün kurumlarıyla hasıraltı etme çabası içinde olan, failleri cezasızlık politikalarıyla cesaretlendiren, bu alanda toplumsal politikalar geliştirmeyip çocuk yaşamını değersizleştiren bir iktidarın vekilinden duymak istediğimiz şey karanlığa dost olması değildir. Çocuğun üstün yararını gözetecek şekilde uygulamaya konulması için en azından susmasını beklerdik.
Katledilen çocukların başına gelenler Bakanlığınızın sorumluluk alanı içinde değil mi?
Öte yandan, sormak istiyoruz: Güçlü aile güçlü toplum diye diye kadının ve çocuğun öznelliğini aile kurumuna indirgeyerek ikincilleştiren Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Hanım bu sürecin neresinde? Narin ve nice kaybedilen ve katledilen çocukların başına gelenler Bakanlığınızın sorumluluk alanı içinde değil mi? Yoksa aile meselesi diyerek gözlerinizi ve vicdanınızı mesuliyetinizin ardında bırakıp, bu süreci kapatmayı mı tercih ediyorsunuz? Ya da vekil arkadaşınız Suna Kepolu’nun Narin’in cenazesinde çektirdiği hatıra fotoğrafı sizin için yeterli midir? Herkes gibi bizlerin de aklında çok fazla soru işareti var.
Narin’in ölümüyle sonuçlanan bu olayda saklanmaya çalışılan hakikat nedir?
Zira çocukların güvende olmayışı karşısında toplumda yükselen çığlığa rağmen bir suskunluk yasası var. Küçücük bir köyde, yoğun ve üst düzey aramaların yapıldığı söylenen çalışmalara rağmen, oturmayan taşlar var ve ifade edilmeyen durumlar var. Bizler de buradan soralım: 8 yaşındaki Narin’in ölümüyle sonuçlanan bu olayda saklanmaya çalışılan hakikat nedir? Tutmaz Deresi’nde defalarca detaylı arama yapılmasına rağmen, Narin’in cansız bedeni neden bu aramalar sonucunda değil de tanığın ifadesi sonrası bulunabildi? Kimliği deşifre olduktan sonra basına yansıyan tanığın çektiği fotoğraflarda arkasında Arapça yazılı bayraklar bulunuyor. Bu fotoğraflar nerede, ne zaman çekildi? Gizli tanığa 200 bin TL teklif eden, Narin’in cansız bedeninin ortadan kaldırılması için çaba sarf eden amca, aynı zamanda muhtar, arama kurtarma çalışmalarında yer aldığı süre boyunca neler yaşandı? Ekipleri nasıl yönlendirdi. Bu amca kim? Kimlerle nasıl bir ilişki içinde? Bütün köylü neden konuşmaktan çekiniyor, amcanın nüfuzundan ve bağlantılarından mı korkuyorlar? Narin’in engelli olduğu belirtilen ablasının da yıllar önce daha 9 yaşında bir çocukken ''merdivenden düşerek'' öldüğü söyleniyor. Narin’in ölümüyle bu ablanın ölümü arasında nasıl bir bağ var?
Çocukların kaybedilmediği, katledilmediği, kadınların şiddet görmediği bir toplumda yaşamak istiyoruz
Gerek bizler gerekse de emeğini icra eden gazeteciler özgür basın emekçileri günlerdir sorulara yanıt arayarak canhıraş çalışıyorlar. Olayla ilgili konuşan, yazan neredeyse bütün gazeteciler ilk günden bu yana tehdit edildi. En son cenaze merasiminde Ferit Demir'in aktarım yaparken ''asıl seni öldürmemiz gerekiyor'' denilerek susturulmaya çalışıldığını görüyoruz. Narin’in kaybedilmesinin ve öldürülmesinin münferit bir olay olmadığını biliyor, çocuk cinayetlerinin ardındaki politik nedenlerin açığa çıkarılmasının gerekliliğini vurguluyoruz. Çünkü şiddet ve istismar sarmalına sıkıştırılmadan, çocukların kaybolmadığı-kaybedilmediği, kadınların şiddet görmediği bir toplumda yaşamayı istiyoruz. Mücadelemiz bunun içindir. Mücadelemiz aynı zamanda toplumun hakikate ulaşmasını ''değerler'' yumağı altında engelleyenlere karşıdır.
Karanlık ittifaka karşı kadınların da çocukların da yaşam hakkını savunmaya devam edeceğiz
Mücadelemiz Narin’in kaybedilişinin asıl sorumluları açığa çıkmasın diye, arama çalışmaları sürdürülürken partimizi hedef gösteren, Narin’in bizler tarafından Suriye’ye kaçırıldığını iddia eden sonra da derin bir sessizliğe bürünenlere karşıdır. Aydınlatılmamış birçok şüpheye rağmen, soruşturmayla ilgilenmeden, ''bizim kültürümüz bu değildir'' diyerek, suçu ve suçluyu uzak diyarlarda arayan, Narin’in ölümünü meşrulaştırma çabası içinde olanlara karşıdır. ''Bize nasılsa bir şey olmaz'' cesaretine sığınarak, gerçeğin peşinde emeğiyle koşan gazetecilere tehditler savuranlara karşıdır. Yaşamı elinden alınmış, katledilmiş daha 8 yaşında bir kız çocuğunun hayallerini beyaz gelinliğe sıkıştıran örgütlü kötülüğe karşıdır! Neyse ki, hafızamız da mücadelemiz de söz konusu kültürün, şiddet ve kandan beslenerek büyütüldüğünü bizlere gösterecek kadar köklü ve de günceldir. ''Kol kırılır yen içinde kalır'' zihniyetinin karanlık ittifakına karşı kadınların da çocukların da yaşam hakkını savunmaya her zaman devam edeceğiz.
Bir çocuğun daha kirpiği yere düşmesin, ayağı taşa değmesin diye mücadele edeceğiz
Yetkililere buradan sesleniyoruz; Narin’in ölümünün ardındaki gerçekleri kamuoyuyla şeffaf bir biçimde paylaşın! Kim kiminle dost ayırt etmeksizin failleri açığa çıkarın, dostluk hukukunu değil, kamu hukukunu esas alın. 19 gün boyunca toplumun oyalanmasına sebebiyet veren açıklamaların hesabını derhal verin. Kamu gücünüzü, Narin ve diğer çocukların bu ülkede çocuk olabilme hakları için mücadele eden, reva görülen katliam ve şiddet karşısında seslerini yükseltenlere karşı değil, faillere yöneltin. İstismar ve şiddet karşısında rutinleştirdiğiniz cezasızlık politikalarına son verin. Biz, DEM Parti olarak, başta Amed’de çocuk hakları alanında faaliyet gösteren kurumlar, Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi ve duyarlı yurttaşlarla birlikte, o köyde bir çocuğun daha kirpiği yere düşmesin, ayağı taşa değmesin diye, iktidarın almadığı tüm önlemlerin alınmasını sağlamak ve çocuk haklarının tam anlamıyla yerine getirildiğinden emin olmak için tüm baskılara rağmen sonuna kadar mücadele edeceğiz. Karalama ve linç girişimleriniz bizi çocuk hakları merkezli yaklaşımımızdan vazgeçirmeyecek! Bir adım geriye atmayacağız! Hakikat ortaya çıkacak tüm failler, suç ortakları ve suçu gizleyenlerin de yargılandığını göreceğiz. Biz bunun için sonuna kadar mücadele edeceğiz.
Meclisin olağanüstü toplanma çağrısının reddedilmesi darbe anlayışına teslim olmak anlamına geliyor
10 Eylül’de meclisin olağanüstü toplanması için CHP’nin bir olağanüstü toplantı çağrısı vardı. Ama ne yazık ki Numan Kurtulmuş bu çağrıya olumsuz yanıt verdi. Bu başvuruyu reddetmesi, Anayasa’ya da, meclis iç tüzüğüne de, hukuka da, meclisin bu zamana kadar gelen teamüllerine de aykırıdır. Bu karar AYM’yi fiilen kapatma ve darbe anlayışına teslim olmak anlamına geliyor. Bunun özel olarak altını çizmek istiyorum. Halkın iradesiyle seçilmiş bir milletvekilinin durumunu görüşmek için meclisin sorumluluk alması gerekirken Meclis bu sorumluluktan Meclis Başkanı eliyle kaçmıştır. Bırakın halkın iradesine saygı duymayı, onun sorunlarıyla ilgilenmeyi Meclis artık sadece sarayın ve sermayenin emir ve direktifleri doğrultusunda yasa yapan bir fabrikaya dönüştürülmüştür. Demokrasi adına, insan hakları ve özgürlükleri adına, adalet adına tek bir yasal düzenleme yapmayanların git gide özgürlüklerimizi kısan, demokrasiyi törpüleyen bir meclis aritmetiği vardır.
Meclis başkanı iktidarın tarafını tutmaktan, partisini kayırmaktan geri durmamaktadır
Mecliste temsil edilen muhalefet partilerinin görüşleri dikkate alınmamakta, sokağı daraltan iktidar meclisi de muhalefet için yeniden dizayn etmek istemektedir. Sokakta haklarını arayanlara, sesini yükseltenlere, hatta bir çocuğun hayatı için iktidarı eleştirenlere en sert yanıtı vererek saldıranlar, mecliste de aynı yöntemi muhalefete saldırmaktadır. Meclis başkanına düşen ilk sorumluluk tarafsız olmak iken başkan açıkça iktidarın tarafını tutmaktan, partisini kayırmaktan ve kollamaktan geri durmamaktadır. Bunu bir önceki olağanüstü oturumda net bir şekilde gördük. Saldırıyı normalleştirmeye çalışan, partililerini aklamaya çalışan hatta olan bitenden muhalefeti sorumlu tutan bir Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı'na tüm Türkiye tanıklık etti. Seçilmiş milletvekilinin haklarını korumayacaksa, temsiliyeti, kürsü dokunulmazlığını sağlamayacaksa meclis başkanı ne iş yapar? Nedir görevi? O da iktidar gibi sadece yasak koyuyor, kulaklarını tüm muhalefet vekillerine ve gruplarına kapatıyor.
Can Atalay kararı siyasi bir intikam kararıdır, içerisinde zerre kadar hukuk yoktur
HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak cezaevlerine gönderilmesine, sonrasında her birine Kobanî Kumpas Davası ile yargılanmasına ve onlarca yıl ceza verilmesine karşı çıkmayan meclis başkanı pratiğine şahitlik ettik. Seçilmişler hukuksuzca yargılandığında ''yargı bağımsız'' masalını anlatanların yeniden aynı şeyi söylediklerini görüyoruz. Şimdi yine bizlere hukukla siyaset anlatmaya çalışıyorlar. Tüm dünya biliyor ki Can Atalay kararı yüzde yüz siyasi bir karardır, bu bir intikam kararıdır. Gezi'nin intikam davasıdır, içerisinde zerre kadar hukuk yoktur.
Bu bir darbedir, anayasal devlet düzenine meydan okumadır
Bizler içerideki yoldaşlarımızın her biri için tek tek, gün gün mücadele ediyoruz, etmeye devam edeceğiz. Sokakta da mecliste de herkesi, bütün toplumsal muhalefeti susturmaya çalışanlara şunu söyleyelim; bizi buralara halklarımızın oyları ve onların ödediği büyük bedeller getirdi. Biz onların bedelleri ve halkımız için siyaset yapmaya sonuna kadar devam edeceğiz. Zorbalıkla, hukuksuzlukla bizim muhalefet çizgimizi hizaya sokmaya çalışanlara tavsiyemiz partimizin tarihine baksınlar. Oradan öğrenecekleri çok şey var. Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin hükmünü tanımayarak, ortadan kaldıran anlayışa karşı mücadele ettik bundan sonra da edeceğiz. Meclis kararın gereğini yapmayarak adeta iktidarın küçük ortağı olan MHP’nin ''kapatın şu mahkemeyi'' şeklindeki çağrısını fiilen yerine getirmiştir. Bu bir darbedir, anayasal devlet düzenine meydan okumadır, halk iradesini yok saymadır, fiili olarak AYM kapısına kilit vurmaktır. Buna karşı dün olduğu gibi bugün de direneceğiz. Hiçkimse Genel Kurul açıldığında da bu darbe sürecine sessiz kalmamızı normal ve her şey yolundaymış gibi davranmamızı beklememelidir. Çünkü bu ülkede bir yargısal darbe var, kendisi anayasa ile bağlı olduğunu ifade etmeyen anayasa bağlılığını yitirmiş bir AKP-MHP gerçeği var. Buna karşı direnmek haktır, meşrudur. Buna karşı direnmek demokratik düzeni inşa etmenin yoludur.
Temizlik personeli bile istihdam edemeyen MEB ile karşı karşıyayız
Dün ders zili çaldı. ''Şimdi okullu olduk. Sınıfları doldurduk. Sevinçliyiz hepimiz. Yaşasın okulumuz!'' diye bir dörtlük vardı. Ama ne yazık ki hiçbir çocuk ders zili çaldığı için, okullar açıldığı ne sevinçli ne de mutlu. Çünkü bu ülkede yaşanan ekonomik krizin en fazla etkilediği alanlardan biri de eğitim alanı. TÜİK verilerine göre 2024’ün Temmuz ayında en yüksek fiyat artışı yaklaşık yüzde 105 ile eğitimde yaşanmış. Bu alternatif mecraların ifade ettiği bir tutar değil. Bu TÜİK rakamları. Bugün Türkiye’de devlet okullarının hali ortada. Ne yazık ki bugün herhangi bir sıradan Avrupa ülkesindeki devlet okulunun koşulları Türkiye’de ancak özel okullarda, o da her özel okulda değil, çok daha yüksek fiyatta gidilebilen özel okullarda olabiliyor. Çocuğunu özel okula gönderemeyen yoksul aileler bu defa da kayıt ücreti adı altında çok yüksek rakamlarla okullara bağış yapmak zorunda bırakılıyor. Neden kayıt ücreti veriyorlar çünkü okullarda temizlikten hijyene SMS atmaktan tutalım kağıt havluya sabuna kadar herşeyi okul idareleri almak zorunda kalıyor. Bunlar için MEB bir ödenek tahsis etmiyor. Temizlik personeli bile istihdam edemeyen bir MEB gerçeği ile karşı karşı karşıyayız.
Çocukların okulda açlıktan bayıldığı bir ülke burası
Diyelim ki veliler ücretsiz kayıt yaptırdılar. Bu sefer çocuklarının giderlerini karşılamıyor. Yani çantasını alamıyor, defterini alamıyor, formasını ayakkabısını alamıyor. Bütün bunları alamadığı için çocuklar okulun ilk gününde boynu bükük bir şekilde okula başlıyorlar. Bütün bu eksikler yarım kalmışlıkların sınıfsal ayrımların nasıl bir bölüme ve yaralanma yaşattığını biliyoruz. Diyelim kayıt yaptırdı belki birinin yardımıyla çantasını defterini aldırdı bu sefer de çocuklar aç gidip aç geliyorlar. Bu çok temel bir sorun. Geçmişte burada çok konuştuk, bütçe döneminde Milli Eğitim Bakanı'na bizzat söyledik. Çocukların okulda derste açlıktan bayıldığı bir ülke burası. Açlıktan bayıldığı bir ülke. Çocuğu zaman sadece yaptığı kahvaltı ile okula gidip gün boyu aç bir şekilde kalıp eve aç dönen çocukların ülkesi Türkiye. Ama bu kimsenin umrunda değil. İktidarın umrunda mı?
Okula gidemeyen çocuklar ucuz işgücü olarak sokaklarda, fabrikalarda çalıştırılıyor
Türkiye’de şiddetli yoksulluk içinde 6,5 milyon çocuk bulunuyor ve Türkiye’de her beş çocuktan biri yeterli ve dengeli beslenemiyor. Yani günlük et, süt, meyve yiyemiyor. Protein, kalsiyum alamıyor. Bunun sonucunda çok ciddi fizyolojik sorunlar yaşıyorlar. Örneğin bodurluk bunların başında geliyor, saçlardaki kırıklık bunların başında geliyor. Zekada yaşanan gerilikler bunlarla çok yakından ilintilidir. Her dört çocuktan biri ise okula aç gidiyor. Bu çocuklar çoğu zaman sabahtan akşama kadar bir şey yiyemeden okulda bulunuyor. Bir de yoksul olduğu için okula gidemeyenler, hiç kayıt yaptıramayanlar ve bu nedenle ucuz işgücü olarak sokaklarda, tezgahlarda, fabrikalarda, atölyelerde çalışmak ve aile ekonomisine katkıda bulunmak zorunda kalan çocuk gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ama ne yazık ki bunların da sağlıklı bir verisine ulaşamıyoruz. Hala zorunlu eğitim olması gereken eğitimde çocuğunu okula göndermeyenlere ilişkin bir yaptırım olmadığını görüyoruz. Çocukları tarikat yurtlarına gönderiyorlar ve orada tam bir istismar ve şiddet kıskacında çocukları geleceksiz bırakıyorlar. Çocukları yaşamdan koparıyorlar. Çokça söylediğimiz günde bir öğün ücretsiz yemek verin, bütün devlet okullarında liseye kadar yemekhaneler yapın, sıcak ve temiz yemeğe ulaşsın dediğimizde ne diyorlar? Kaynak yok diyorlar ama çocukların boğazından kısanların boğazlarda, saraylarda utanmadan sıkılmadan çok yediğini de biliyoruz.
Maarif modelini hayata geçirerek yeni bir toplumsal şekillenişte çocukları araçsallaştırıyorlar
Şimdi asgari ücrete yılda bir kez zam yaptılar. İnsan üstü bir çabayla asgari ücretlinin yaşamasını, çocuğunu okula göndermesini, kirasını ödemesini bekliyorlar. Bunu yapanların bu ülkedeki milyonlarca çocuğun rızkını çaldığını, geleceğini çaldığını ifade edelim. Sadece böyle çalmıyorlar çocukların geleceğini. Yoksullukta eşitleyerek, onları var oldukları yoksulluğa hapsederek çocuklara haksızlık yapmıyorlar aynı zamanda ideolojik motivasyonlarıyla hazırladıkları maarif modelini hayata geçirerek yeni bir toplumsal şekillenişte çocukları araçsallaştırıyorlar ve onları kendi ideolojik politik bakışlarına göre yönlendirmek istedikleri açık ve net. Nereden bunu biliyoruz? Bakın yeni eğitim ve öğretim yılı sınıflarında Çanakkale’den Gazze'ye bağımsızlık ruhu ve vatan sevgisi temasıyla açıldı. Tam bir militarizm, tekçi anlayışın ve ideolojik motivasyonun bütün öğrenim hayatına yedirilmeye çalışıldığını görüyoruz.
Sarayın bir günlük elektriğini kapatsalar milyonlarca çocuğun karnı doyacak
Yarın öbür gün bizim direnişimizle engellenen eğitim akademilerini de hayata geçirdiklerinde eğitim kadrosundan öğrenciye kadar yepyeni bir bakış açısını bütün eğitim öğretime yedirmek için ellerinden geleni yapacaklarını hep beraber göreceğiz. Şimdi MEB, kamuda tasarruf bahanesiyle öğretmen açığına rağmen bir buçuk yıldır tek bir atama yapmamış, yardımcı personel almamış, yetmemiş taşımalı eğitimi de ortadan kaldırmış. O da yetmemiş. Bakın bir zamanlar en azından ana okulunda verilen bir öğün ucretsiz yemeği yine tasarruf tedbirleri kapsamında ortadan kaldırdılar, sadece deprem bölgesiyle sınırlı tuttular. Ama tüm bunları yapanların nasıl uçak filolarıyla seyahat ettiklerini de hepimiz biliyoruz. Sarayın bir günlük elektriğini kapatsalar bu ülkede milyonlarca çocuğun karnı doyacak. Sarayın bir günlük masrafını kapatsalar bu ülkede milyonlarca çocuğun forma sorunu olmayacak, çanta, ayakkabı sorunu olmayacak. Sarayın bir günlük o musluklarını kapatmış olsalar bu ülkede MEB bütün okullara hijyen malzemesi ve kırtasiye yardımı yapabilir. Ama bunu yapmak yerine yoksulluğu derinleştirip halkın sırtına binerek yol almaya devam ediyorlar. Dün Narin okula gidemedi, çünkü hunharca bir şekilde katledildi. Burada aslında nasıl bir ülke olduğumuzu, iktidar çocuk politikalarının nereye denk düştüğünü anlamış oluyoruz. Bu ülkede çocuklar ne okulda ne ailede ne de maddi ve manevi olarak güvende değil. Bizim sorumluluğumuz da onların güvende olacağı alanları inşa etmek ve gerçek anlamda bu kısır döngüyü, bu çocukları kasıp kavuran, onların kaybettiren, onları katleden bu anlayışı ortadan kaldırmaya yönelik olacaktır.
SORU: Soru önergenizde Galip Ensarioğlu’na dair soru sormuşsunuz. Cumhurbaşkanı tüm yönleriyle araştırılacağını ve ortaya çıkarılacağını belirtti. Burdan Cumhurbaşkanına bir çağrınız var mı
Sarayın bir günlük elektriğini kapatsak bu ülkedeki bütün çocukların yemek sorunu çözülecek. Hem meclise soru önergesi verdik tüm vekillerimizle beraber. Narin'in katledilmesini bütün detaylarıyla birlikte sorduk. İçişleri Bakanlığı'nın sorumluluğunu tekrar hatırlattık. Orada bazı kesimlerin aslında süreci karartmaya yönelik yaklaşımlarını ifade ettik. Bugün de bir meclis araştırma komisyonu kurulmasını istedik. Narin meselesi değil sadece, daha önce Ağrı'da katledilen Leyla var, Rabia Naz cinayeti meclis araştırma komisyonu kurulmasına rağmen karanlıkta bırakıldı. 1700 günü aşkın bir süredir kaybedilen ve bulunmayan Gülistan Doku var. İsimlerini bir çırpıda sayamayacağımız binlerce çocuğun katledildiği bir ülkeden bahsediyoruz. Bütün bunlar olurken ilgili kurumların envanter tutmadığı istatistik açıklamadığını, gerçekleri kararttığını çok iyi biliyoruz. Bu ülkede binlerce çocuk kaybettiriliyor, kaçırılıyor ama buna dair tek bir veriye bizler ulaşamıyoruz. Bu anlamıyla özellikle devletin ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın sorumluluğunu hatırlatıyoruz. Bakanlıkların sorumlulukları olaylar olduktan sonra üzüntü belirtmek ve başsağlığı dilemek değildir. Önleyici önlemler almakla devlet mükelleftir. Ama bu konuda hiçbir tedbir alınmadığını biliyoruz. Daha önce grubumuz Çocuk Bakanlığı kurulması için kanun teklifi vermişti. Çocukların ve kadınların Aile Bakanlığı'na bağlanmasını doğru bulmuyoruz. Bu ülkede bu kadar çok çocuk kaybettiriliyor, katlediliyorsa bir çocuk bakanlığının kurulması gerekiyor. Kadına yönelik şiddet bu kadar sistematik bir şekilde devam ettiriyorsa bir Kadın Bakanlığı'nın kurulması gerekiyor. Çocuğu da kadını da getirip aileye sıkıştıran aileyi de kutsayıp kol kırılır yen içinde kalır anlayışına karşı dün olduğu gibi bugün de mücadele edeceğiz. Bu anlamıyla araştırma önergemiz tüm bunlar için gerekli önlemlerin alınmasına yöneliktir.
Narin soruşturması aydınlatılmazsa sorumluluk iktidardadır
SORU: Cumhurbaşkanı Erdoğan süreci bizzat takip edeceğini açıkladı…
Sözünün gereğini yapmakla mükelleftir Cumhurbaşkanı. Bakanlıklar emrinde, ama bizim 19 gündür bütün tanıklığımız bu soruşturmada doğru gitmeyen bir şeylerin olduğunu, müdahale edildiği ve karanlık yönleri olduğuna dairdir. Bu anlamıyla bu soruşturmanın etkin yürütülmesi gerektiğini ifade ettik. Ensarioğlu'na da Meclis Başkanı'na da çağrı yaptık, bütün bildiklerini hem kamuoyuna ve hem de kovuşturmayı yürüten savcılığa açıklamalıdır. Bu ülkede hiçbir milletvekili hiçbir yurttaş ''bilip de söyleyemediğimiz şeyler var'' diyemez. Çünkü konuştuğumuz şey bir çocuğun yaşamıdır. Birilerinin dostluğu ile ilgilenmiyoruz özellikle o dostlar fail pozisyonunda ise şüpheli pozisyonlarında ise hiç kimse dostlarını koruyamaz. Söz konusu olan çocuğun üstün yararıdır. Cumhurbaşkanına da en azından kendi vekilinin bildiklerini kamuoyuna ve ilgili kurumlara anlatması yönünde çağrımı yineliyorum. Bu sürecin detayları açığa çıkmazsa siyasi sorumluluk iktidardadır.
10 Eylül 2024