Koçyiğit: Öcalan’ın çalışmasını kolaylaştıracak düzenlemelerin hızlıca yapılması, istediği kişilerle görüşmesine imkan tanınması gerekiyor

Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te yaptığı basın toplantısıyla gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:

Sırrı Başkanın ayağa kalkması ve aramıza dönmesi temennisini paylaşıyoruz 

Günaydın, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Geçen haftalarda Meclis Başkanvekilimiz ve İmralı Heyeti Üyemiz Sırrı Süreyya Önder bir rahatsızlık geçirdi. Hastanede uzun süren bir ameliyattan sonra günlerdir yoğun bakımda takibi devam ediyor. Sabah saatlerinde hastanenin yaptığı bir açıklama var bizleri de üzen. Umutlu bekleyişi hem hastanede hem de Türkiye’nin dört bir yanında milyonlar devam ettiriyor. Sırrı Başkanın direnmesi, ayağa kalkması ve aramıza dönmesi temennisini paylaşarak sözlerime başlamak istiyorum. 

İstanbul’da depreme karşı önlem alması gerekenler şu anda cezaevinde

Bütün bu üzücü tablonun içerisinde tabii ki ülke gündemi var ve bizler de bu ülke gündemi içerisinde halkımızın sorunlarını dilimiz döndüğünce dile getirmeye devam edeceğiz. 5 gün önce İstanbul’da 6,2 büyüklüğünde bir deprem, ardından da çok sayıda artçı deprem gerçekleşti. Bizlere bir kez daha Türkiye’nin deprem ülkesi olduğunu ve deprem gerçeğini hatırlatmış oldu. Oysa bizim deprem acılarımız çok taze. 6 Şubat’ta yaşadığımız depremdeki yıkımda on binlerce insanımız göçük altında yaşamını yitirdi. Alınmayan önlemler, kurtarılmayan canlar, ulaştırılmayan yardımlar, yıkılan hastaneler… Bürokrasinin ve koskoca sistemin enkaz altında kaldığı o zamanları hep beraber görmüştük. Fakat bu depremlerden ve büyük yıkımdan da ne yazık ki hiç ders almadığımızı, hiç sonuç çıkarmadığımızı üzülerek görüyoruz. Hep İstanbul depremi konuşuluyor. Marmara fay hattını konuşuyoruz. Ülkenin deprem ülkesi olduğunu konuşuyoruz. Ancak bütün bunlara karşı önlem almak, yaşamı ve insanı korumak gibi bir önceliğin olmadığını da ne yazık ki görüyoruz. Oysa ki İstanbul Türkiye’nin en büyük kenti, dünya metropollerinden biri. İstanbul’da yaşanacak bir depremin bütün ülkeyi mahvedeceğini, bütün dünyayı etkileyeceğini aslında herkes biliyor. Ama buna dair hiçbir adım atılmıyor. İstanbul’da bir deprem yaşandı. Peki, biz bu depremi hangi koşullarda karşıladık? İBB Başkanı ve ekibinin büyük bir kısmı tutuklu. Özellikle yüksek riskli belediyelerin başkanları kent uzlaşısı nedeniyle tutuklu ve oralara kayyım atandı. Esenyurt ve Şişli’ye. Deprem daire başkanları, şehir plancıları tutuklu. Yani aslında kentte depremi yönetmesi gerekenler, bugün depreme karşı önlem alması gerekenler, İstanbul’u depreme hazırlaması gerekenler şu anda cezaevinde. Neden? Gerçekten sormak istiyoruz. Suçları nedir? Onları cezaevinde tutacak bu kadar büyük suç nedir gerçekten? Bu soruyu hep beraber sormamız gerekiyor. 

Herkesin refah ve huzur içinde kaygı duymadan yaşayacağı kentlere ihtiyaç var

Suç ve suçlu kavramlarının muğlaklaştırıldığını görüyoruz. İktidara karşı olan, muhalif olan herkesin bütün bu risklerin içerisinde tutuklanıp cezaevine konulduğunu; böyle durumlarda bile aklıselimin hakim olamadığını görüyoruz. Siyasi çıkar, her şeyin önüne geçmiş durumda. İnsan yaşamı hiçe sayılmaya devam ediyor. İstanbul’da hızlı bir şekilde adım atmak gerekiyor. Özellikle bilimsel, akla dayalı ve toplumun ihtiyaçlarına göre hızlı bir planlamaya ihtiyaç var. Özellikle de İstanbul başta olmak üzere kentleri yeniden kurmalıyız. Çarpık yapılaşmanın olduğu ve kent yapı stokunun depreme dayanıklı olmadığı bütün bu kentlerde yerinde ve halkın ihtiyaçlarını gözetecek şekilde yeni bir kent inşasına hızlı girişmek gerekiyor. Çünkü mesele sadece bina yapma değil; mesele, toplumu ve hayatı koruma meselesi. Kentleri ve insanları betona hapsedip sonra da onları göz göre göre risklerle yüz yüze bırakmayı asla kabul etmiyoruz. Herkesin refah ve huzur içinde kaygı duymadan yaşayacağı kentlere ihtiyaç var. Hepimizin böyle kentlere ihtiyacı var. İçinde nefes alacağımız, sosyal donatısının olduğu; yaşam alanlarının, yeşil alanların ve toplanma alanlarının olduğu; her küçük birim içerisinde afet planlamalarının yapıldığı; kent kent, ilçe ilçe, sokak sokak dayanışma ağlarının kurulduğu kentlere ihtiyacımız var. Bütün kentin deprem ve acil kurtarma planının olduğu ve bunun da kamu tarafından bilindiği bir anlayışla sürece el konulmalıdır. Özellikle yoksul mahalleler. Yoksul mahallelerin birçoğu aynı zamanda kent merkezlerinde kaldı ve artık değerli. Onları tekrardan kentin çeperine sürerek kentsel dönüşüm adı altında oraları rant alanlarına çevirme anlayışını kabul etmiyoruz. 

Meclis deprem konusunda topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmeli

Buradan açıkça söylüyoruz: İstanbul ve tüm ülkeyi depreme dayanıklı kılmak gerekiyor. Bunun için de bilimsel verileri esas alan afet risk haritaları hızla güncellenmelidir. Açık ve güvenli toplanma alanları derhal artırılmalı, kamuya ait alanlar halkın kullanımına açılmalıdır. Toplanan deprem vergileri şeffaf bir şekilde deprem harcamaları için, depreme hazırlık için kullanılmalıdır. Yerinde, adil ve halkı gözeten dönüşüm politikaları acil bir şekilde hayata geçirmelidir. Zorla yerinden etme ve yeniden kent çeperlerine sürme anlayışına son verilmelidir. Tüm riskli kamu binaları hızla güçlendirilmelidir. Okullar ve hastaneler özel ve öncelikli olarak ele alınmalıdır. Yerel örgütler, meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve bilim insanlarıyla hızlı bir şekilde ortaklaşılmalı ve bu konuda en üst düzeyde işbirliği yapacak koordinasyon hızla hayata geçirilmelidir. Karar alma süreçleri demokratikleştirilmeli ve topluma açık hale getirilmelidir. Afet sonrası için afet ve iyileştirme mekanizmaları planlanmalı ve toplum da buraya dahil edilmelidir. Bu anlamıyla TBMM’nin üzerine düşecek çok sorumluluk var. 6 Şubat Depreminden önce bir deprem komisyonu kuruldu. Daha önce de kurulan komisyonlar var. Bu komisyonların tuğla büyüklüğünde raporları var ama idarenin ve bürokrasinin bütün bu raporları gözeten bir yaklaşımı var mı? İktidarın bir yaklaşımı var mı? Bunu sorduğumuzda ne yazık ki elimizde koca bir hayır olduğunu görüyoruz. O yüzden, Meclis gerçek anlamda halka ve topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmeli, olaya el koymalıdır. Toplumu bu felaketlerden koruyabilecek bilimsel ve akılcı yöntemlerle süreç yönetilmelidir.

İnsanlar kredi kartı olmadan karınlarını doyuramıyor, market alışverişlerini yapamıyor

Gündemimizde deprem, yoksulluk, çaresizlik var. Ama aslında gündemimizde büyük bir yönetememe krizi var. Evet, iktidar yönetemiyor. Büyük bir krizle karşı karşıyayız. Gerçek anlamda ekonomi iflas etmiş durumda. Çoklu krizler sarmalı, toplumun her hücresine yayılmış durumda. Bunun verilerini gizleyerek topluma pembe hayaller satan bir iktidar var. Neden pembe hayaller satıyorlar? Birkaç veriyle, hakikat ile AKP iktidarının ve ekonomik kurmaylarının anlattıkları arasındaki farka dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Geçen hafta BDDK, bankacılık sektörüne dair haftalık verilerini açıkladı. Aslında bu verilerin de ortaya koyduğu bir şey var. Yurttaşlar artık yaşamlarını borçla devam ettirmeye çalışıyor. Mart 2025 itibarıyla ülkedeki kredi kartı sayısı 132,3 milyona ulaştı. Kredi kartı borcu ise ilk defa AKP iktidarı döneminde 2 trilyon lirayı aşarak aslında rekor seviyeye geldi. BDDK’nın verilerine baktığımızda, aslında bireysel kredi borçlarının 1 trilyon 322,3 milyar lirasının taksitsiz nakit harcamalarda olduğunu görüyoruz. Peki, bunların sektörel dağılımlarına baktığımız zaman ne var? Market ve alışveriş merkezlerinde en çok kullanım var. Özellikle de 237 milyar 597 milyon lirası yemek harcamalarına. 58 milyar 460 milyon lirası ise gıda harcamalarına kullanılmış durumda. Bu ne demek? Yani insanlar kredi kartı olmadan karınlarını doyuramıyor, kredi kartı olmadan market alışverişlerini yapamıyor Gündelik hayatlarını devam ettiremiyorlar demek. Büyük bir yoksulluğun, büyük bir borç girdabının olduğunu ve toplumun artık bunu taşıyamadığını da açık ve net bir şekilde göstermiş oluyor. Oysa ki TÜİK’in rakamlarına baktığımızda bize pembe tablolar söylüyor. Ekonomi kurmayı Mehmet Şimşek’i dinlediğimizde bize pembe tablolar sunuyor ama gerçek bu değil. Bu ülkede işsizlik artıyor, zamlar durmuyor, çalışanlar ve emekliler yoksulluk altında inim inim inliyor. 

Milyonlar açlık ve yoksullukla boğuşuyor; bu sese kulak verin, gereğini yapın

Açlık sınırı 26 bin liraya dayanmış ama halihazırda asgari ücret 22 bin TL olmaya devam ediyor. Temmuz ayında asgari ücretliye zaman yapılmadı, ara zam olmadığı için de asgari ücretlinin enflasyon karşısındaki durumu gün geçtikçe kötüleşmeye devam etti. Yılın başında yapılan zamdan sonra da reel olarak bugün 2 bin 300 lira asgari ücretlinin kaybı var. Yani alım gücünde ciddi bir düşüş var. Sadece asgari ücretli de değil. Ocak ayından bugüne emeklilerin reel alım gücünde tam 1500 lira kayıp var. AKP yeni bir şey icat etti. Artık gerçek enflasyon üzerinden değil hedef enflasyon üzerinden zam oranlarını açıklıyor. Önce düşük oranda hedef enflasyon koyuyor, sonra da ona göre asgari ücreti ve emekli maaşlarını ayarlıyor. Sonra Merkez Bankası hızlıca dönüyor ve hedef enflasyonu revize ediyor. Peki, hedef enflasyonu revize ederken asgari ücretliye, emeklilere ve işçilere verdiği zammı revize ediyor mu? Hayır, aynı yerde duruyor. Kendi enflasyon oranlarını hiçbir şekilde tutturamadığı açık ve net olan hükümet, bunun üzerinden de işçileri ve emekçileri yoksulluğa mahkum etmeye devam ediyor. AKP iktidarına buradan sesleniyoruz: Zengin için çalışmayı bırakın. Sermaye için çalışmayı bırakın. Bir avuç sermayedarı zengin etmekten vazgeçin. Kendi çıkarınızı gözetmekten vazgeçin. Milyonlar “ey havar” diyor. Milyonlar açlık ve yoksullukla buluşuyor. Bu sese kulak verin, gereğini yerine getirin. 

Taksim’in işçilere kapatılmasını kabul etmiyoruz

1 Mayıs haftasındayız. Emeğin bayramını yine kutlayacağız. 150 yıldır dünyanın birçok yerinde emek, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlanıyor. Ülkemizde de 1 Mayıs'ın çok önemli bir tarihsel karşılığı var. Ne yazık ki acılar ve bedellerle bugüne getirilmiş 1 Mayıs’tan; emekçinin, işçinin bayramından bahsediyoruz. 1 Mayıs 1977’de Taksim'de saldırı sonucunda yaşamını yitiren 34 işçiyi anıyorum. Onların anıları mücadelemizde, işçilerin mücadelesinde yaşıyor. Halihazırda 1 Mayıs resmi bayram ilan edildi. Ama 1 Mayıs’ın üzerindeki tahakküm ve engelleme devam ediyor. İşçi bayramı üzerinde büyük bir tahammülsüzlük olduğunu görüyoruz. Tarihsel ve duygusal olarak önemli bir mekan olan Taksim’in işçilere kapatılmasını kabul etmiyoruz. Taksim’de yılbaşı etkinlikleri yapılıyor, maçlardan sonra kutlamalar yapılıyor. Her türlü eylem ve etkinliklere açık olan Taksim’in işçilere kapatılmasını kabul etmiyoruz. Bu ülkede emek ve demokrasi mücadelesi yürütenlere kapatılmasını, kadınlara kapatılmasını kabul etmiyoruz.

MESEM’lerde çocukları ucuz emek gücü olarak kullanan bir rejim var 

Keşke 1 Mayıs’ı bayram olarak kutlayabilseydik. Ama bayram olmaktan çok uzak 1 Mayıs tablosuyla karşı karşıyayız. İşçinin ve emekçinin yaşamını nasıl sürdürdüğünü BDDK verileriyle ifade etmiştik. Sadece bu mu? Hayır. Örgütlü toplum hızlı bir şekilde ortadan kaldırılmaya çalışılıyor, emek örgütsüzleştiriliyor. Örgütlü yaşam alanlarına dönük çok büyük bir saldırı var. Aslında yeni bir emek rejimi, örgütsüz bir emek rejimi kurularak tam kölelik koşullarında işçi sınıfı 21. yüzyılda çalıştırılmak isteniyor. İşçileri bu yüzyılın yeni serfleri olarak tanımlamak isteyen bir rejim ve iktidarla karşı karşıyız. İşçi sınıfının yaşadığı sorunlar çok katmerli bu anlamıyla. Yandaş ve sarı sendikaların tutumundan tutalım, iktidarın sendikalara ve grevlere yönelik tutumuna kadar ciddi sorunlar var. İşçi sınıfı içerisinde iki kesimin daha öncelikli sorunu var. Birincisi, işçileştirilen çocuk gerçeği. Bu ülkede gerçekten ağır sömürü koşullarında çalıştırılıyorlar ve her gün iş cinayetlerinde yaşamlarını yitiriyorlar. Bu ülkede günde ortalama 5 işçi iş cinayetlerinde yaşamlarını yitiriyor. Son 12 yılda 800 işçileştirilmiş çocuk, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bütün bunlara dönüp bakan yok. MESEM’lerde çocukları ucuz emek gücü olarak kullanmaya ve sömürmeye devam eden bir rejim olduğunu görüyoruz. Burada, göçmen emeğinin ve kadın emeğinin sömürülmesi çok özel bir yerde duruyor. En krizli dönemlerde AKP iktidarının da itiraf ettiği gibi, ekonominin çarklarının dönmesini sağlayanın ucuz göçmen emeği olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu konuda bir düzenleme yapılmamış olmasını, göçmen emeğinin sigortalı bir şekilde çalışma yaşamına katılmamış olmasını kabul etmiyoruz. 

1 Mayıs’ta insan onuruna yaraşır bir çalışma yaşamı için işçilerle beraber sesimizi yükselteceğiz

1 Mayıs alanlarında biz de DEM Parti olarak yer alacağız. İşçi sınıfıyla birlikte insan onuruna yaraşır bir çalışma yaşamı için işçilerle beraber sesimizi ve sözümüzü yükselteceğiz. İnanıyoruz ki bu ülkede emeğin haklarının alındığı bir düzeni inşa edeceğiz. Bütün işçi sınıfının işçi bayramını kutluyoruz. Biji yek gulan.

Kürt Ulusal Konferansı çoğulcu, eşit ve adil bir Suriye’nin inşasına katkı sunacaktır 

Kuzey ve Doğu Suriye’ye, aralarında DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır ve milletvekillerimizin olduğu bir heyet geçti. Qamişlo kentinde, yani Rojava’da Kürt Ulusal Konferansına dahil oldular. Suriye’de 8 Aralık’tan bu yana bir yönetim değişikliği var. Orada geçici bir yönetim var. Suriye’nin geleceğine yönelik çokça tartışma var. İlk günden beri Suriye’de demokratik bir rejim için; Suriye’nin eşit, özgür ve adil bir yönetime kavuşması için sözümüzü söyledik. Bundan sonra da söylemeye devam edeceğiz. Yapılan ulusal konferansın çoğulcu, eşit ve adil bir Suriye’nin inşasına katkı sunacağına dair umudumuzu ve beklentilerimizi ifade ediyoruz. Bu konferansı gerçekleştiren herkesin emeğine ve yüreğine sağlık. Kürtlerin ulusal birliklerinin sağlaması, yaşadıkları bütün ülkelerin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesine ciddi bir katkı sunacak. 

Soru: ANF’de bir açıklama var. Verilen sözlerin yerine getirilmediği ve bu noktada bu sözlerin yerine getirilmesi beklendiği söyleniyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Aslında bizim yorumlayabileceğimiz yeni bir durum yok. Kongreyi toplama iradesinde bir sorun olmadığını, kongreyi toplamak istediklerini, ilk kararlarının arkasında olduklarını ama bu kararlarını yerine getirmek için söyledikleri bazı koşulların gerçekleşmediğini ifade ediyorlar. Bu koşullar olarak da Sayın Öcalan'a özgürlük koşularını, Sayın Öcalan’ın kongreye katılım koşullarını ifade ediyorlar. Bizim onların adına söyleyecek bir sözümüz yok. Kongreyi toplayabilecek, kongrede karar alma yetkisine sahip tek kişi olarak Sayın Öcalan’ı ifade ettiler. Kongrenin toplanması için bu mekanizmanın, bu iletişimin, diyalogun hızla gerçekleşmesi geriyor. Bu meselede herkes kongrenin toplanmasını istiyor. Hükümet kanadından çokça açıklama geldi, hızla toplanması yönünde. Burada büyük bir istek olduğunu görüyoruz. Herkes hemfikir. Yapılan açıklama da bunu teyit ediyor. Bunun gereklerini yerine getirme sorumluluğu hükümettedir. Bu, Sayın Öcalan, PKK ve ilgililer arasındaki diyalogdur. Bizim oraya söyleyeceğimiz bir şey yok. Beklentimiz bu talebin hızla yerine getirilmesi ve kongrenin hızlı bir şekilde toplanmasıdır.

Soru: Sürekli somut adım vurgusu yapıyorsunuz. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi mi? 

Somut adım beklentimizin ne olduğunu ifade ettik. Kamuoyu bunu çok iyi biliyor. İmralı’daki tecridin hızla sonlandırılması sürecin ilerlemesi, gelişmesi ve sonuç alması için biricik önemde. Bu tartışmasız bir gerçek. Ancak siz de takip ediyorsunuz, İmralı Heyetimiz dışında adayla bir temas yok. Halihazırda birçok gazetecinin talebi olmasına rağmen gidişler sağlanabilmiş değil. Sayın Adalet Bakanına da ifade ettik, kamuoyuna da ifade ettik. Aydınların, yazarların, gazetecilerin, siyasi partilerin, bu konuda görüş ve düşüncesi olan herkesin adaya gidişine olanak verecek imkanların hızlı bir şekilde yaratılması gerekiyor. Yine, Sayın Öcalan’ın orada bu çalışmayı yapabilmek için gerekli bilgi ve belgeye ulaşabileceği koşulların yaratılması gerekiyor. Çalışmasını kolaylaştıracak düzenlemelerin hızlıca yapılması gerekiyor. Kendi talep ettiği kişilerle görüşmesine imkan tanınması gerekiyor. Bunlar, Sayın Öcalan nezdindeki temel taleplerimizdir. Sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulları yaratılmadan sürecin ilerlemesi, sonuç alınabilmesi mümkün değil. 

Diğer bir mesele; bu ülkede Kürt sorununun demokratik çözümünü konuşuyorsak, Kürt sorunundan kaynaklı bütün yasal mevzuatın taranıp değiştirilmesi ve gerçek anlamda her bir yurttaşın hayatına değecek somut değişikliklerin olması gerekiyor. Şöyle düşünelim: PKK silah bıraktı ve kendini feshetti ama PKK nedeniyle cezaevinde olan insanlar hala cezaevinde kalmaya devam ederse, biz Kürt sorunu çözülmüş diyebilecek miyiz? Ya da bu ülkede infaz rejimindeki eşitsizlik giderilmeden Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşmiş diyebilecek miyiz? Toplumun ve cezaevindeki mahpusların beklentilerine yanıt verecek, hepimizin yaşamında somut olarak hissedebileceği güven artırıcı adımların hızlı bir şekilde atılması gerekiyor. Gelecek ilk yargı paketinde bu konuda düzenlemeler yapılması gerektiğini ifade ettik. Bu beklentimizi her zaman dillendirdik. Bundan sonra da dillendirmeye devam edeceğiz. Bütün bunları hiç duymayan bir yaklaşım çözüme katkı sunmaz. 

Soru: Kongrenin toplanması için bazı koşullardan bahsettiniz. İktidar da Nisan sonu diye ifade etti. Nisan’ın bitmesine birkaç gün kaldı. Bunun için yakın zamanda adaya tekrar bir ziyaret gerçekleyebilir mi? Bir başvuru var mı?

Biz hiç Nisan sonu diye bir takvim ifade etmedik. Hiçbir takvim dile getirmedik. Çok farklı şeyler her zaman konuşabiliriz ama bir Nisan sonu takvimine işaret olarak ele alınmamalıdır. Çok açık söylüyoruz: Hemen yarın adaya gidişlerin olması lazım. Hemen yarın adaya İmralı Heyetimizin de başka heyetlerin gideceği bir yolun açılması gerekiyor. Bu, süreç açısından çok önemli. Süreçte tıkanma var diyecek durumda değiliz ama sürecin ilerlemesi ve toplumsallaşması için çok hızlı bir şekilde tecridin ortadan kaldırılması gerekiyor. Sayın Öcalan’ın çalışma koşularının hızla değişmesi gerekiyor. 

Soru: Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünden kastınız nedir? Tecridin kaldırılması mı yoksa serbest bırakılması mı?

Fiziki özgürlüğü. Biz de aynı talepte bulunuyoruz. Sürecin başındayız. Sürecin ilerlemesi için de hızla atılması gereken adımlar var. Süreç ilerledikçe Kürt sorunu çatışma ve şiddet zeminden hukuki ve siyası zemine taşındıkça diğer başlıklar da konuşulacaktır. Nihayetinde olması gereken, bizim de temel talebimiz fiziki özgürlüğüdür. Bunu açık ve net söylüyoruz. Bu ilk elden yapılması gereken, hiçbir yasal düzenlemeye ihtiyaç olmayan, mevzuatta tek bir virgülü oynatmadan yapılması gereken bir şey. Bunları yapalım, sonrası için toplumsal bir mutabakatla en geniş zeminde konuşacağımız çok başlık olacaktır. TMK, TCK ve bütün yasal mevzuattan konuşmamız gerekiyor. Bütün ayrımcı uygulamaların ortadan kaldırılması gerekiyor. O zaman umut hakkını da konuşmamız gerekiyor. Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü de umut hakkını da konuşmamız gerekiyor.  Umut hakkı Biliyorsunuz uluslararası bir hukuk terminolojisi. AİHM’in 2014 yılında Sayın Öcalan için verdiği bir ihlal kararı var. Avrupa Konseyinin bu kapsamda Türkiye’ye düzenleme yapın çağrısı var. Sayın Bahçeli’nin, “Silahlar gömülsün, örgüt kendini feshetsin, Öcalan'ın umut hakkı tanınsın” beyanları da var. Bu tartışmayı bugün için dışlamış değiliz ama hızlı bir şekilde sürecin ilerlemesi için ilk elden tecridin hızla kaldırılması gerekiyor. Ondan sonra umut hakkı temel talebimizdir. Sayın Öcalan için de ağırlaştırılmış müebbet hapis alan diğer mahpuslar için de. 

Soru: Temaslarınız devam edecek mi?

Tabii ki bundan sonra hem iktidarla hem muhalefet partileriyle her başlıkta temaslarımız devam edecek. 

Soru: Sırrı Süreyya Önder'in doktorları açıklama yaptı. Size gelen herhangi bir durum var mı?

Yok. Hala hastanede halkımızla ve ailemizle beraber bekleyişimizi devam ediyor. Genel durumunun iyiye gittiğine dair bir veri elimizde yok. Son birkaç haftadır belki devam eden bir şey. Bugün hastanenin yaptığı resmi açıklama da bunu teyit eder noktada. Biz hala umudumuzu koruyoruz. Sırrı Başkanın yeniden iyileşeceğini, aramıza döneceğini görmek istiyoruz. Dualarımız onunla. Bekleyişimiz devam ediyor.

28 Nisan 2025