Koçyiğit: Zamanında darbe mekaniğine maruz kalanlar bugün darbenin bizzat failidir

Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:

Dün Meclis yeni bir utanca tanıklık etti. Can Atalay’ın vekilliği bir hukuksuz yöntemle Meclis’te düşürüldü. Buna gerekçe olarak da Anayasayı gösterdiler çok ironik bir şekilde. Yine Meclis’te vekilliğin düşme gerekçesini “Anayasanın gereği” olarak yazmışlar. Hayretlerle izledik. Anayasal suç işleyenler, yargı darbesini yapanlar bir de utanmadan sıkılmadan Meclis’te vekilliğin düşürülmesi gerekçesini böyle yazmışlar. Söyleyecek söz bulamıyoruz. AKP iktidarı her fırsatta 28 Şubat’ı ve 15 Temmuz’u lanetliyor, darbelerden ne kadar çektiğini ifade ediyor ki zaten 28 Şubat’ın üzerine gelen bir iktidar olduğunu hepimiz biliyoruz. AKP geldiği günden bugüne bu topluma, Türkiye halklarına aslında darbe yapan bir iktidar pratiğinin içerisindedir. Sürekli darbe mekaniğini canlı tutarak, bu darbeleri hayata geçirerek bunu yapıyor. Geçmişin darbe mağduru olan iktidarın, bugün darbenin bizzat faili olduğunu, bizzat kendisinin darbe yaptığını ifade ediyoruz.

Geçmişte darbeler postallarla oluyordu, bugün cübbelerle oluyor

Geçmişte darbeler postallarla oluyordu, bugün cübbelerle oluyor. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesinin kararı bir cübbeli darbeydi. Bu darbeyi ilerletenleler, sonuçlandıranlar Meclis’teki AKP kravatlılarıydı. Yani postallardan cübbeye, cübbelerden kravatlılara kadar bu ülke sürekli bir darbe mekaniği içerisinde. Darbe hukukunu elden ele geçiren bir sistem olduğunu ifade etmek gerekiyor. Can Atalay’ın vekilliğinin Meclis’te düşürülmesi meselesini sanki yeni bir olaymış gibi bazı kesimler ele alıyor. Ancak bunun bir tarihsel sürecin sonucu olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. 2014’te Çöktürme Planı ile başlayanlar, 2015’te 7 Haziran seçimlerini reddedenler, 20 Mayıs 2016’da Meclis’te milletvekillerimizin dokunulmazlığını Anayasaya aykırı olduğu halde kaldıranlar, 4 Kasım 2016’da eş zamanlı olarak milletvekillerimizi ve Eş Genel Başkanlarımızı gözaltına alıp tutuklayanlar, belediyelerimize kayyım atayanlar bu sürecin taşlarını döşemişlerdir. Ama burada sadece iktidara, sadece AKP ve MHP’ye söz söylemek yetmez. Kürtlere karşı bütün bu gayri nizami harp ve istismar hukuku, bütün bu hukuki olmayan süreç işletildiğinde sessiz kalanlar, bugünkü Can Atalay kararının da müsebbibidir. 

Kürtlere hukuksuzluk yapılabilir diyenler tüm sürecin müsebbibidir

Şark Islahat Planından umumi müfettişliklere, olağanüstü hal rejiminden kayyım rejimine geçildiğinde “Kürtlere yapılabilir” diyenler, buna rıza gösterenler, ülke içinde ve dışında savaş politikalarına geçit verenler, tezkerelere el kaldıranlar bütün bu süreci müsebbibidir. Çünkü ülkede barış olmadığı zaman hukuk da olmaz. Ülkede Kürt sorunu çözülmediği zaman, demokrasi gelişmez; demokrasi olmadığında da işte böyle iktidarlar keyfe keder anayasayı da askıya alırlar, hukuksuzluk da yaparlar, yargı darbesi de yaparlar. Bütün bunların müsebbibi aslında Kürt sorununun görmezden gelinmesidir. Bugünkü temel sorun, Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasıdır. Bu ülkede yaşanan her sorunun bununla ilgili olduğunu ifade ettik. Meclis ilk defa milletvekilliği düşürmüyor. Milletvekillerimiz Leyla Güven, Musa Farisoğulları, Semra Güzel, Ömer Faruk Gergerlioğlu ve CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun vekillikleri düşürüldü. Ömer Faruk Gergerlioğlu AYM kararı ile Meclis’e geri dönebildi. Diğer milletvekillerimizden ikisi halen cezaevinde. Bütün bu süreçler olurken ne yazık ki bu parlamentoda bulunan muhalefet partileri el kaldırdı. Muhalefet partileri de sessiz kaldı. Muhalefet partileri de Kürtlere uygulanan olağanüstü hal rejimine ve hukuksuzluklara çanak tuttu, rıza gösterdi. O nedenle bugünkü Can Atalay’a yönelik hukuksuzluğun, bugünkü yargı darbesinin izlerini orada aramamız gerekiyor. Sorunu doğru tespit etmezsek çözümü de doğru yapamayız. Önce teşhisi doğru koyacağız ki tedavisini doğru yapalım. Bir yerde bir hukuksuzluk varsa, o genel hukuksuzluğun kaynağını oluşturur.

En temel hak olan seçme ve seçilme hakkı, siyaset yapma hakkı yok sayıldı

Dün bize yapılan, bugün Can Atalay’a yapıldı. Can Atalay özgünlüğünde Meclis’e, bu halkın iradesine darbe yapıldı. Hatay halkının iradesine, Türkiye’de yaşayan bütün halkların iradesine darbe yapıldı. En temel hak olan seçme ve seçilme hakkı, siyaset yapma hakkı da yok sayıldı. Anayasal bir darbe olduğunu ifade ettik, anayasayı tanımayan bir hükümet ve ittifak olduğunu ifade ettik. Ancak sadece anayasa tanımamazlık değil, aynı zamanda AİHM’i de tanımayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bütün ulusal mevzuatı reddettiği gibi uluslararası mevzuatı da reddediyor. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararları hali hazırda uygulanmayı bekliyor ama onları da uygulamıyor. Şunu açık ve net söylüyor bu iktidar: Anayasaya işime gelirse uyarım, işime gelmezse uymam. Anayasaya muhalifler uysun, DEM Parti uysun, Kürtler uysun, Aleviler uysun, solcular uysun -ki bu bir darbe anayasasıdır- ama Cumhur İttifakı anayasadan muaftır.

Tecrit ve açlık grevlerine duyarsız kalan bir iktidar gerçekliğiyle karşı karşıyayız

Bu anayasasız kalma meselesinin sonuçlarını çoklu bir şekilde yaşıyoruz. Ülkede hukukun üstünlüğü olmadığı için, üstünlerin ve Saray’ın hukuku geçerli olduğu için bugün aslında her alanda ciddi bir hukuksuzluk yaşanıyor. Bakın tam 66 gündür 74 cezaevinde açlık grevleri sürüyor. Bu açlık grevlerinin nedeni ne? Sayın Öcalan’a yönelik tecridin ortadan kaldırılması. Çok söyledik bu kürsülerde; 25 Mart 2021’den beri İmralı ile kimse görüşemiyor, avukatlar gidemiyor, aileler gidemiyor, heyetler gidemiyor. Biz milletvekilleri talep ettiğimiz halde gidemiyoruz. Tam bir izolasyon ve tecrit hali yaşanıyor. Bu tecrit haline karşı siyasi tutsaklar açlık grevine başladılar, bizlere seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Meclis’e seslerini duyurmaya çalışıyorlar, bu halkın vekillerine seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Şunu söylüyorlar: Bu ülkede tecrit var, bu ülkede Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit üzerinden çözümsüzlük var. Bu ülkenin yoksul çocukları fuhuşa sürükleniyor. Bu ülkenin yoksullarının evlerine her gün cenazeler geliyor. Gelin, bunu durdurun, bu cenazeleri durdurun. Gelin, Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünü hayata geçirin. Bu çağrıyı yapıyorlar. Ama ne yazık ki bu sesi de duyan yok, kulak veren yok. Bütün bunlara duyarsız kalan bir iktidar ve hükümet gerçekliği ile karşı karşıyayız.

Tüm bu yürüyüşlerin ve açlık grevlerinin bir nedeni var: Kürt sorununun çözümü

Barış Anneleri çocuklarıyla dayanışmak için Diyarbakır, İzmir, Adana, Van başta olmak üzere birçok kentte adalet nöbetleri başlattılar. Onlar da seslerini duyurmaya çalışıyorlar, “Bizim yüreğimiz yandı, başka annelerin yüreği yanmasın, bu ülkede barış olsun” diyorlar. Dün grup toplantımızdaydılar, grup toplantısında konuşan annemiz şunu söyledi: “Biz çocuklarımızı yitirdik ama bu ülkenin yeni çocukları ölmesin. Bunun için çağrı yapıyoruz. Gelin, el ele verelim ve Kürt sorunun barışçıl çözümü için mücadele edelim”. Bu çağrıyı Meclis çatısı altında yaptılar. Meclis bahçesinde de taleplerini ifade ettiler. Adalet Bakanlığı ile görüşme talepleri vardı ama bakan burada olmadığı için görüşemediler, hazırladıkları dosyayı bakanlığa ilettiler. Taleplerini bir kez daha hükümet nezdinde de en üst düzeyde ortaya koymuş oldular. Tüm bu yürüyüşlerin, açlık grevlerinin ve mücadelenin bir nedeni var o da Kürt sorunu çözümü. Biraz önce de ifade ettiğim gibi Kürt sorunu bu ülkedeki bir çok sorunun ana kaynağını oluşturuyor.

Barışa şans verilmesi için elimizden gelen çabayı sarf edeceğiz

Biz de milletvekilleri, Barış Anneleri ve bu ülkede bulunan demokratik örgütlerin öncülüğünde 1-15 Şubat arasında bir özgürlük yürüyüşü gerçekleştireceğiz. İki koldan olacak bu yürüyüş. Biri Van kolu, biri Kars kolu. Bu yürüyüşlerde bir kez daha Sayın Öcalan’ın özgürlüğü, Sayın Öcalan’a yönelik tecridin ortadan kaldırılması talebimizi ve en önemlisi de Kürt sorunun demokratik barışçıl yollarla çözülmesi, akan kanın durması, bir kez daha Meclis’in, hükümetin inisiyatif alması çağrısını da yenilemiş olacağız. Bu yürüyüşümüz Kars’tan başlayacak. Kars Valiliği, yürüyüş haberimizi duyar duymaz kentte beş günlük eylem ve etkinlik yasağı kararı almış. Kararı kınıyoruz. Barış, demokrasi, özgürlük, eşitlik için inisiyatif alan, bu karda kışta yollara düşen, bu ülkenin geleceği için elini taşın altına koyan bir yürüyüşü böyle kriminalize etmeye, durdurmaya çalışmanın kendisi olsa olsa acizlik olur. Bir kez daha ifade ediyoruz; bu yürüyüşü her ne olursa olsun yapacağız ve 15 Şubat’ta tamamlayacağız. Bu yürüyüşün sonucunda bu ülkede yeniden bir kapının aralanması ve barışa şans verilmesi için elimizden gelen bütün çabayı sarf etmeye devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum. Bir kez daha Türkiye’deki bütün demokratik kamuoyunu, kadınları, ezilenleri, sanatçıları, her kesimi bu barış sesine ses olmaya davet ediyorum. Barış her zamankinden elzem. Bugün ekmek kadar, su kadar barışa ihtiyacımız var. Yaşadığımız her hukuksuzluğun nedeni savaş ve çatışma iklimi.

Halkın tercihini değiştirmeye çalışıyorlar

Hukuksuzluk diyoruz, her yönüyle bir hukuksuz rejiminde yaşıyoruz. Tek adam rejimi, faşizmi gittikçe kurumsallaştırmaya çalışıyor. Bu kurumsallaşmanın en temel ayaklardan birini de yerel yönetimler oluşturuyor. 2016’dan beri bölge illerinde HDP’nin elinde olan belediyelerimize kayyımlar atadılar. Kayyım atamanın, en temel hakların askıya alınması olduğunu, sömürge rejimini fiili olarak uygulamanın adı olduğunu çokça ifade ettik. Şimdi yeni dönemde de seçmenin iradesini ipotek altına alacak yol ve yöntemlere AKP tenezzül ediyor. Ne yapıyor? Her yere kaçak seçmen taşıyor. Yaptığı kaçak binaların, vergi kaçırmaların, yolsuzluğun, talan ve hırsızlığın bini bin para olan bu iktidar, bir kez daha bunun başka bir versiyonunu hayata geçiyor. Örneğin, Iğdır. Iğdır çok önemli bir kent. Biliyorsunuz bütün milliyetçi kampın da DEM Parti kazanmasın diye ittifak yaptığı bir yer. O yüzden Iğdır ve Kars özel önemde. Ne yapmış Iğdır’da? AKP’nin 1514 oyla kaybettiği yerde, 7 binaya 4449 seçmen kaydedilmiş. Bu kayıtlar arasında Iğdırlı olmayan, farklı illerde oy kullanmış olan taşımalı seçmen sayısı tam 4449 seçmen. Yani kaçak 4449 seçmeni Iğdır'a getirmişler. Iğdır seçiminin sonucunu belirlemeye, Iğdır halkının tercihini değiştirmeye çalışıyorlar. Siirt’te HDP 2019 seçimlerinde 1161 farkla kazanmıştı. Şimdi 6819 seçmen kaydı şüpheli. Yani Siirt’i de bizden almak istiyorlar. Şırnak'a bakalım. 2019 seçimlerinde en çok tartışılan yerlerden biriydi. AKP İstanbul’u kaybettiğinde Tayyip Erdoğan “İstanbul’u kaybettik ama Şırnak'ı aldık” demişti. Bakın Şırnak'ta AKP ne yapmış? Şırnak merkezinde, askeri alan olarak görülen Yeşilyurt Mahallesinde 752 olan seçmen sayısını 5956’ya ulaşmış. Bununla birlikte 4368 yeni kayıtlı seçmenin hiçbiri Şırnaklı değil. Şırnaklı olmayan seçmenin yerel seçimlerde Şırnak’ta ne işi var? Bu soruyu hepimizin sorması gerekiyor. 

Yurt dışında yıllardır yaşayanları getirip seçmen yapıyorlar

İlim olan Kars’a bakalım. 2019 seçimlerinde Kars’ı 1238 oyla önde kapattık ve kazandık. Kars Cumhuriyet Mahallesinde bulunan orduevinde seçmen sayısı Mayıs seçimlerinde sadece 13’tü, şu anda 3005’e çıkmış durumda. Çevik kuvvet misafirhanesine 498 yeni kişi kaydedildi. Bunların 185’inin de Trabzon doğumlu olduğu görülüyor. Bu da yetmezmiş gibi 2023 seçimlerinde yurt dışı seçmen kütüğünde kayıtlı 920 seçmen, yerel seçimlerde oy kullanabilecek şekilde Kars’a kaydedilmiş. Yıllardır yurt dışında yaşayan seçmenleri de aslında Kars’a getirdiklerini, seçmen yaptıklarını görüyoruz. Yine Ağrı merkezde iki mahallede 4 ayrı adreste toplam 4425 şüpheli seçmen kaydı olduğu tespit edilmiş. Aynı şekilde Karaçoban’da da bu usulsüzlük var. Karaçoban’da 320 sahte seçmen kaydı tespit edilmiş. İtirazda bulunulmuş ama bu itirazlar kabul edilmemiş. Bu neyi gösteriyor? AKP iki dönemdir hem siyasi saiklerle hem de ekonomik saiklerle hem de ideolojik saiklerle bizim yerel yönetimlerimize kayyım atıyordu. Yeni dönemde de bir şekilde yani bir kayyım rejiminin başka bir versiyonunu görüyoruz.

Kent halkının iradesine ipotek koymak hukuksuzluktur, vicdansızlıktır

Seçmen iradesini yok edecek şekilde, o kentte oturmayan, o kent sakini olmayan güvenlik güçlerinin kayıtlarını oraya taşıyarak seçim sonuçlarına etki etmeye çalışıyorlar. Kars’ta da itiraz ettik, diğer bütün illerde de. Aldığımız cevap güvenlik gerekçesi ve tatbikatlar. Biz buradan söylüyoruz. Kısa bir süreliğine getirdiğiniz ve diyelim ki seçim güvenliği için konumlandırdığınız kişilerin kent halkının iradesine ipotek koyması ahlaksızlıktır, vicdansızlıktır, yasaya aykırıdır. Bütün bunları yapan AKP-MHP ittifakı da suç işliyor. Her birine yönelik suç duyurusu yapacağız. Bu sürecin takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz. Bu seçmen taşıma meselesinin bize ve halkımıza asla geri adım attırmayacağını, ne olursa olsun halkımızın iradesinin sandıkta tecelli etmesi için elimizden gelen her şeyi yapacağımızı da ifade etmek istiyorum.  

Bütün idari görevlilerinizi seçim için seferber ettiğinizi çok iyi biliyoruz

Seçim meselesi sadece bununla sonuçlanmıyor. Dün Şırnak’ta aday tanıtımı vardı. Adaylarımız Cizre kent merkezinden Şırnak merkeze gitmek istediler. Peki, ne oldu? İş makinesi çektiler, yol çalışması var dediler. Üç ana girişi var Şırnak kent merkezinin. Bir tarafa bomba ihbarı var dediler yolu kapattılar. Çevre yolundan gitmek istediğinde de konvoyumuzu saatlerce orada beklettiler. Milletvekillerimiz Şırnak Valiliğine ve diğer bütün yetkililere ulaşmaya çalıştığında özel kalemlerinin sorduğu ilk soru şuydu. Hangi partinin milletvekilisiniz, AKP’li misiniz? AKP’li olmadıklarını öğrendiklerinde, DEM Parti’li olduklarını öğrendiklerinde telefonlara çıkmıyorlar. Burada saatlerce konvoyumuzu bekletiyorlar. Çünkü Cizre kent merkezinde çok coşkulu bir kalabalık bekliyordu. Karşılayıp Şırnak’a gideceklerdi. Ama buna bile tahammül edemeyen bir AKP iktidarı var. Buradan şunu söylüyoruz: Bütün seçimleri sadece sahada partililerinizle yapmadığınızı çok iyi biliyoruz. Valileriniz, emniyet müdürleriniz, kaymakamlarınız… Bütün idari görevlilerin her birisini; daire başkanlıklarından tutalım ildeki nüfus müdürüne kadar seçimde seferber ettiğinizi çok iyi biliyoruz.

Bunlar AKP, bunlar Cumhur İttifakı valisi

Gelin, bunu gizli yapmayın. Valilere gündüzleri Cumhur İttifakının pankartlarını açtırın yazılamalarını yaptırın, seçim mitinglerini de yaptırın. Ve başına da yazın; bunlar devletin valisi değil AKP’nin valisi, MHP’nin valisi, bunlar Cumhur İttifakının valisi. Kimse bize orada oturanın devletin valisi olduğunu ve seçimlerde tarafsızca görev yaptığını iddia edemez. Biz buradan tekrar söylüyoruz. Bu valilikler ve kaymakamlar, taraflı davranan bütün oradaki yerel güvenlik güçleri suç işliyor. Seçimde tarafsız olmakla, seçim güvenliğini sağlamakla bizzat sorumlu olanlar bugün seçim güvenliği önündeki en büyük engeller ve bizim özel olarak çalışmalarımızı da engellemeye çalışıyorlar. Ama biz mitingine bomba konulmuş, aracı yakılmış, seçmeni katledilmiş, partilisi katledilmiş, eş genel başkanları cezaevinde 36 defa ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanan bir partinin mensuplarıyız. Böyle ucuz oyunlara pabuç bırakmayız. Bunlar bizi asla ve asla yolumuzdan döndüremez. Bunun bir kez daha ifade etmek sanırım gerekiyor. Çünkü hala anlamadıklarını, hala bu yöntemlerde ısrar ettiklerini görüyoruz. 

Bu iş seyyanen zamlarla çözülmez

Valiler ve kaymakamlar harekete geçirilmiş, yerel seçim öncesinde Meclis’te darbe yapılmış ve Can Atalay’ın milletvekilliği düşürülmüşken; bir taraftan da Kobani Kumpas Davası devam ettiriliyor, hızlı bir şekilde karar çıkarmaya çalışılıyor. Seçim öncesinde bir kampanya argümanı olması için yapıyorlar bunu. Ancak ülkeye baktığımızda ülke yangın yeri, yoksul inim inim inliyor. Bunu gören yok. Emeklilere 10 bin lira zam yaptılar. Oysa bu ülkedeki açlık sınırı 15 bin liraya, yoksulluk sınırı 50 bin liraya dayanmış durumda. AKP emekliye 10 bin lira zam yaptı diye bunu bir lütuf olarak görüyor. AKP’nin yeni dönemde seyyanen emeklilere yeni bir zam yapacağına dair duyumlar da alıyoruz. Buradan söyleyelim, bu iş seyyanen zamlarla çözülmez. Kesinlikle seyyanen zammı kabul etmiyoruz. Emeklilerimizin yaşam koşullarını düzeltmek istiyorsanız kök maaşlarında bir düzenleme yapmalısınız. Bugün itibariyle de hem asgari ücreti hem de en düşük gelir ücretini en az 25 bin TL’ye çıkarmanız gerekiyor ki bu da yoksulluk sınırının yüzde 50’si yani yarısı demek. Bu en azından ilk etapta insan onuruna yaraşır bir ücret ki bu bile yetmiyor. Birçok araştırma var ama sadece bu ülkede yaşanan gelir adaletsizliğinin çarpıklığını göstermesi açısından bunu ifade etmek de fayda var. Örneğin OECD içinde işsizlik oranlarında Türkiye sondan 4’üncü ülke. DİSK-AR tarafından yapılan araştırmaya göre de gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisiyiz. Yani en zenginle en yoksul arasında muazzam bir uçurum var ve her gün bu açılıyor. Türkiye’de en zengin yüzde 5 ile en yoksul yüzde 5 arasındaki gelir farkı 31 kat artmış. Bu ne demek? Zenginin gittikçe zenginleştiği, fakirin gittikçe fakirleştiği bir dönemi hep beraber yaşıyoruz. Son 10 yılda ekonominin nasıl büyüdüğüne bakalım; 2014 yılında en zengin yüzde 5’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay 19.56 iken, 2023 yılında bu pay 24.74’e çıkmış. Bütün bu verileri alt alta koyduğumuz zaman, aslında nasıl büyük bir gelir eşitsizliği olduğunu, nasıl büyük bir yoksulluk olduğunu, AKP’nin sermayeden, bankadan, faizciden nasıl yana olduğunu görüyoruz. 

Türkiye’nin büyük bir zam yüzyılı yaşadığını hepimiz biliyoruz

Yoksulun açlığını bol milliyetçilik ve bol hamasetle kapatan iktidar, zengini ihya etmekte, zengine her gün ülke kaynaklarını peşkeş çekmekte hiçbir beis görmüyor. Bütün bunları görüyoruz ve tüm bunlara karşı da mücadelemizi yürüteceğiz. Bütün bu gelir eşitsizliği ve yoksulluğun içinde hep söylediğimizde itiraz edilen bir mesele var. Kürt bölgelerine bakın, gelir eşitsizliğinde nasıl çarpıcı bir tablo olduğunu görürsünüz. İşsizlik verilerini, gelir eşitsizliğini, hane halkı verilerini üst üste koyun ya da hepsinin haritasını çıkarın tek bir tablo çıkıyor. Kürt bölgelerinin nasıl özel olarak dışında bırakıldığını, nasıl gelirden pay almadığını, istihdamdan pay almadığını, oraya nasıl yatırım yapılmadığını görüyoruz. Siyasi olarak baskı, zor, gözaltı, darbe, kayyımla terbiye edilen Kürdistan’ın aynı zamanda yoksullukla ve işsizlikle baş başa bırakıldığını görüyoruz. Bu anlamıyla bunun da çok temel bir hak ihlali olduğunun altını çizelim. Türkiye’de büyük bir zam yüzyılı, yağma yüzyılı, talan yüzyılı yaşadığımızı hepimiz biliyoruz. Bu talan yüzyılına karşı da elbette ki mücadelemiz devam edecek. TÜİK'in yoksulluk sınırı 49 bin lira, açlık sınırı 15. 448 lira. Bunların her birisi bu ülke gerçeğini açık ve net bir şekilde ifade ediyor.

Dün Meclis zaten Can Atalay kararı okunduktan sonra kapandı. Bugün çalışmaya devam edecek ve ardından grup önergelerinden sonra muhtemelen HSK seçimlerine geçecek. Biz partilere kontenjan veren bu HSK seçimini meşru görmüyoruz. HSK’nın yapısının zaten çok sorunlu olduğunu daha önce de buradan ifade etmiştim. Bu seçimleri de protesto edeceğiz, katılmayacağız. Gittikçe araçsallaştırılmış bu yargının hiçbir kurumunun gerçek anlamda işlevsel olmadığı, AKP’nin birer sopasına döndükleri, toplumu terbiye etme aracına döndükleri de açıktır.

SORU: Yerel seçimde adaylık çalışmaları devam ediyor. Başak Demirtaş resmi adaylık başvurusunda bulundu mu? Bir de partinin aday çıkarıp çıkarmayacağı ne zaman ve hangi toplantıda netleşecek?

Sanırım bir yanlış anlaşılma var. Başak arkadaşımızın yaptığı açıklama bizim açımızdan resmi başvuru niteliğindedir. Ekstra bir başvuruya gerek duymuyoruz. Evrak anlamında bir başvurusu yok ama zaten yaptığı açıklama bizim için başvurudur. Bunu kabul ettik, bizim için bir sıkıntı yok.

Yerel seçimlerde aday çıkaracağımız iller konusunda şu anda komisyonumuz çalışıyor. En yakın süreçte buralardaki adaylarımızı kamuoyuna açıklayacağız. İlgili komisyon ve kurullarımız karar verecek. Ayın 3’ünde (3 Şubat) yeniden MYK toplantımız var. Büyük kentlerde çıkaracağımız adayları orada konuşup netleştireceğiz.

SORU: Başak Demirtaş’ın başvurusunu aldık kabul ettik diyorsunuz. Aday mı Başak Demirtaş?


Aday adayıdır, direkt aday desem kurulları ihlal ederim. Aday adaylığı için bir evrak verdi mi anlamında soruluyor. Zaten kamuoyuna yaptığı açıklama bizim için başvuru niteliğindedir. Bunun için ekstra bir başvuruya gerek yok. Başak Hanım muhtemel olabilecek en güçlü aday adaylarımızdan biri. Mayıs kampanyamızı birlikte yürüttüğümüz, mitinglerimizde konuşan bir yoldaşımız. O anlamda adaylığının önünde hiçbir engel yok. Biz de bundan mutluluk duyuyoruz. Medyadaki bazı tartışmaları da hayretle izliyoruz.

SORU: Ayın 3’ünde açıklar mısınız?

Olgunlaşmasına bağlı. Seçim Komisyonumuz çalışıyor, tartışmalar olgunlaşıyor. Havuz genişledi. Zaten o havuzdaki son tartışmalar ve elemelerle beraber nihai kararı MYK verecektir. Muhtemelen 3’ünde netleşirse hafta başı olabilir, en geç 5’inde yeni adaylarımızı büyük kentler açısından duyuracağız.

31 Ocak 2024