Sezai Temelli: İstinaf Mahkemesi AİHM kararını uygulamayarak suç işliyor

Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, Mecliste düzenlediği basın toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, şunları söyledi: 

Değerli basın emekçileri, İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) 22. Genel Kurulunda sevgili arkadaşlarımız Oya Ersoy ve Cihan Aydın eşbaşkanlığa seçildiler. Hem onları hem de seçilen yeni yönetim kurulunu kutluyorum, başarılar diliyorum.

Vakıflar Kanunundaki 11. Maddenin derdi belediyelerin elindeki vakıfları almaktır 

Meclisin gündeminde Vakıflar Kanunu var. Bu kanun üçüncü haftasına girdi. Rekora koşuyor. 19 maddeden oluşuyor. Fakat dönüp baktığınızda bu kanun neden mecliste ve neden meclis bu kanun ile bu kadar oyalanıyor diye, bir tek 11. Madde var. Bu maddenin derdi de; belediyelerin elindeki vakıfları almak. Oysa yerel yönetimler başarılı bir şekilde bu vakıfları koruyup ve bu konuda üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirenlerdir. Buradaki niyetin ne olduğunu anlamakta inanın güçlük çekiyoruz. Ama iktidarın yerel yönetimlere yaklaşımını, belediyelere yaklaşımını, vesayetçi merkeziyetçi anlayışların bir sonucunu bu yasada da görmek mümkün. Türkiye’nin  bu yasaya ihtiyacı yok. Türkiye’de kimse vakıflara ne oldu, ne bitti derdinde değil. Türkiye'de insanların derdi bambaşka ama Meclis tam 3 haftadır Vakıflar Kanunu ile boğuşmaya devam ediyor. Sonuç, halkın ve toplumun derdine derman olan değil, bu zihniyetin kendisini yeniden ürettiği bir Meclis ile karşı karşıyayız.

Meclis her geçen gün topluma yabancılaşıyor, sadece iktidarın gündemiyle kendisini sınırlıyor

Oysa öğretmenlerin sorunları var. Sağlık emekçilerinin sorunları var. Emeklilerin sorunları var. İşçiler asgari ücret ne olacak, onu bekliyor. Dolayısıyla bu kadar acil sorunlar kapıya dayanmışken biz Vakıflar Kanunu'nda o mu olacak, bu mu olacak, 11. Maddede vakıflar belediyelerin ellerinden nasıl alınacak, bunun derdiyle boğuşuyoruz. Dolayısıyla meclis her geçen gün topluma yabancılaşıyor. Meclis her geçen gün sadece ve sadece çoğunluğun yani iktidarın gündemiyle kendisini sınırlıyor. Bu gündem de biliyorsunuz ya sermayenin gündemidir ya da bürokrasinin gündemidir. Yani toplumun, halkın gündemi bir türlü meclise yansımıyor. 

Vergi Kanunu Yasa Teklifi halkın, emekçinin, yoksulun üzerine yeni yükler getiriyor

Değerli basın emekçileri Vakıflar Kanunu'ndan hemen sonra bir torba yasası yine geliyor. 40 maddeden oluşan, vergi düzenlemelerini içeren bir yasa meclisin gündeminde. Şimdi bildiğiniz gibi şu anda bütçe görüşülmekte Plan ve Bütçe Komisyonunda. Orada da hep dile getirdiğimiz gibi, tıpkı diğer yasalarda olduğu gibi Bütçe Kanunu da yine toplumdan, halktan uzak. Tam tersine bir de halkın bütçe hakkını gasp eden bir bütçe anlayışı var. Dolayısıyla dönüp baktığımızda tam da Plan ve Bütçe Komisyonunda bütçe görüşülürken bir vergi kanunu genel kurula geliyor. Bu vergi kanununa baktığınızda neyi görüyorsunuz? Mevcut vergi adaletsizliğini, toplumdaki vergi adaletsizliğini, vergi mevzuatındaki vergi adaletsizliğini derinleştiren bir anlayış burada da söz konusu. Yani vergideki adaletsizliği ortadan kaldırmaya yönelik düzenlemeler bu kanun teklifinin içinde yok. Tam tersine yine tırnak içinde söylüyorum vergiyi tabana yayıyor. Yani halkın üzerine, emekçinin üzerine, yoksulun üzerine yeni yükler getiriyor. Bu düzenleme ile özellikle kira geliri elde edenlere yönelik bazı uygulamalar var.  Yani durum o kadar vahim ki şu anda bu kanuna baktığınızda, bu teklife baktığınızda denizin bittiğini, artık ne bulursak ondan vergi alalım aklıyla hareket edildiğini görüyoruz. Vergiyi tabana yayıyorlar. Yani verginin yükünü halkın sırtına yüklemeye devam ediyorlar. 

Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın makro ihtiyati tedbirlere dayalı dezenflasyon programı çökmüştür

Diğer maddelerde de aynı uygulamaları görüyorsunuz. Taşıt alımından harçlar kanununa kadar bütün düzenlemelerinde aynı mantık var. Bu bize neyi gösteriyor? Bu bize denizin bittiğini gösteriyor. Çünkü program tutmadı. Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın ısrarla sürdürdüğü sözde makro ihtiyati tedbirlere dayalı dezenflasyon programı çökmüştür. Çöktüğü için de zaten şimdi yeni finansman kaynakları arıyorlar. Bu finansman kaynakları olarak da adres halktır, emekçidir, işçilerdir, yoksullardır. Onların üzerine yeni yükler getirerek programı kurtarmaya çalışıyorlar. Bu program kurtulamaz. Bu program çökmüştür. Çöktüğünü nereden anlıyoruz? Bunun en makro boyuttaki göstergesi işte bütçedir. Bütçeye baktığınızda bunu bütün ayrıntılarıyla görmeniz mümkün. Zaten vergi mevzuatı olabildiğince karmaşıklaşmış. Vergi mevzuatının içinden çıkmak mümkün değil. Ama hani meşhur bir söz vardır ya aynı deneyi yapıp farklı sonuçlar elde etme çabası. Şimdi tabii ki dilim varmıyor ama aynı deneyi yapıp farklı sonuçlar elde etmeye çalışanlara ne dendiğini siz çok iyi biliyorsunuz. Dolayısıyla ekonomiyi yönetenlerin böyle bir akıl tutulmasına sahip olmaları aslında halkın sırtındaki yükü de krizi de arttırmaya devam ediyor. 

Bütçede bütün kaynakları batıya yığan, Kürt illerini görmeyen bir anlayış hakim

Bütçe demişken geçen hafta belli bakanlıkların Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmeleri vardı. Birkaç tane örnek vereceğim. Bu birkaç tane örnekle şunu anlamak çok mümkün. Bu bütçe kimin bütçesi? DEM Parti buna karşı ne diyor? Aslında bütçe her zaman söylediğimiz gibi sermayenin bütçesi. Adalet ve Kalkınma Partisi yıllardır kararlı bir şekilde sürekli olarak sermayenin bütçelerini karşımıza getirdi. Biz de yine aynı kararlılıkla emeğin, halkın, toplumun bütçesini savunmaya devam ettik. Plan ve Bütçe Komisyonu'ndan vereceğim örnekler aslında bunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Bakın Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı geldi, görüşüldü. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın toplumla, halkla hiçbir ilgisi yok. En azından Plan ve Bütçe Komisyonunda neleri değiştirebiliriz, ne yapabiliriz diye yine bütün kararlılığımızla orada belli önergeler verdik. Mesela dedik ki bölgesel eşitsizliklerin azaltılması için yatırımları teşvik edin. Gerçekten Türkiye coğrafyasına baktığınızda bölgesel eşitsizlik dediğinizde Kürt illeri belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Bunu komisyonda söylüyoruz. Diyoruz ki Kürt illerinde böyle bir adaletsizlik var. Komisyonun tek ilgilendiği konu nedir biliyor musunuz? Bu adaletsizlik değil. Kürt illeri sözcüğü Kürt illeri sözcüğünü düzeltme çabasında. Anayasaya aykırıymış. Anayasaya aykırı filan değil. O iller Kürt illeri. Neden Kürt illeri diyoruz? Çünkü nüfusun büyük bir çoğunluğu Kürtler ve yerel seçimlerde de görüldüğü gibi Kürt halkının iradesinin yansıdığı kentler. Fakat bir başka özelliği daha var bu illerin. Gerçekten bölgesel eşitsizliğe ve gelir dağılımındaki eşitsizliğe hem kişisel anlamda hem bölgesel anlamda baktığınızda dramatik bir fark ortaya çıkıyor. Yani bugün Devlet Planlama Teşkilatının zamanında yapmış olduğu sınıflandırmaya göre bakarsanız 1. bölge ile 6. bölge, Kürt illeri 6. bölgedir. 1. bölge Marmara'dır. Aradaki fark devasa bir farktır. Dolayısıyla aynı ülkede mi yaşıyoruz sorusunu bize sorduran bir fark var karşımızda. Şimdi bu farkı ortadan kaldıracak adımlar atmak yerine tam tersine bütün kaynakları yine batıya yığan, Kürt illerini görmeyen bir anlayışın hâkim olduğunu görüyoruz. 

Kadınların iş kurması için hibe vermek yerine kaynakları sermayeye aktarıyorlar

Bir başka bakanlık Ticaret Bakanlığı. Orada da aynı şeyleri görmek mümkün. Orada da belli önergeler verdik. Çünkü DEM Parti kadınların partisidir, kadın partisidir, emekçilerin partisidir, emek partisidir ve tabii ki doğayı savunan bir partidir. Ticaret Bakanlığı'nda dedik ki kadınların iş kurmaları için hibe verin, reddettiler. Çünkü neden? Kadınların iş kurması için hibe vermek yerine kaynakları sermayeye aktarıyorlar. İşte vergi harcaması dediğimiz rakam zaten ortada. Bütün çıplaklığıyla ortada. 3.6 trilyon vergi harcaması yapıyorsunuz. Oysa buradaki taleplerin hiçbiri bu rakam kadar bile değil. Esnaflar için talepte bulunduk. Dedik ki pos cihazı kesimleri için üst sınır muafiyeti getirin, reddettiler. Sınır kapılarında ticareti canlandırın, reddettiler. Yani halkın yararına ne varsa reddediliyor. 

Çiftçilerin 600 bin liraya kadar olan borçlarını silin dedik, reddettiler

Sonra tabii Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesi de görüşüldü biliyorsunuz. Orada da önergeler verdik. Hem de tırnak içinde masum önergeler verdik. Yani öyle sermaye yaptığınız kıyaklar gibi kıyak istemedik. Dedik ki çiftçilerin 600 bin liraya kadar olan borçlarını silin. Yani küçük çiftçinin böyle bir desteğe ihtiyacı var. Çünkü çiftçi perişan. Anadolu'yu dolaşsanız, Kürt illerine gitseniz bütün çıplaklığıyla bunu görmeniz mümkün. Yine Hazine ve Maliye Bakanlığı'na dedik ki en düşük emekli maaşını en az yoksulluk sınırının yarısına kadar çıkarın, reddettiler. Yıllık cirosu 2 milyon liranın altında olan esnafların 400 bin liraya kadar olan borçlarını silin. Küçük esnaf için yine bir önemli destek ama reddettiler. Ev emekçisi kadınların sigorta kapsamına alınmasını talep ettik. Reddettiler. Kabul ettikleri hiçbir önerge yok. Yani muhalefetten gelen, özellikle DEM Parti'den gelen toplum yararına hiçbir önergenin kabul edilmesi söz konusu değil. 

DEDAŞ mağduriyetlerinin ortadan kaldırılması için cezaların ve faizlerin kaldırılmasını talep ettik, reddettiler

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı geldi. Biliyorsunuz bir DEDAŞ felaketi var. DEDAŞ'ın uygulamalarından kaynaklanan mağduriyetlerin ortadan giderilmesi için cezaların ve faizlerin kaldırılmasını talep ettik, reddettiler. Çünkü neden? DEDAŞ, bir kurum, bir sermaye, desteklenmesi gereken bir şey. DEDAŞ'ın mağdur ettiği halk kimin umurunda? Deprem bölgesinde belirli gelirin altındaki hanelere ücretsiz elektrik verin dedik. Biliyorsunuz Hazine ve Maliye Bakanı 3 yıldır bütçelere depremin giderlerini bahane ediyor. Bu hanelere ücretsiz elektrik verilsin dedik, reddettiler. 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na asgari ücret 46 bin TL olsun dedik, reddettiler

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı geldi. En önemli Bakanlıklardan biri halk için, toplum için. Asgari ücreti yoksulluk sınırının yarısı düzeyine çıkarın dedik. Biliyorsunuz bu konuda Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan 46 bin lira olsun diye bir açıklama yapmıştı. Reddettiler. Kademeli emeklilik sistemini getirin dedik, reddettiler. Onlar tamamlayıcı emeklilik sistemi getiriyorlar. Onun peşindeler. Nedir bu tamamlayıcı emeklilik sistemi? Yani "benim sosyal güvenlik sistemim çöktü. Sana aynı bireysel emeklilik sisteminde olduğu gibi bir de tamamlayıcı emeklilik sistemi olanağı yaratacağım. Yani sen öde, kendi geleceğini kendin kurtar." Bu şu anlama geliyor. Sosyal devletin çöküşü. Tamamen her şeyin piyasaya bırakılmasından başka bir şey değil.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın derdi kadınlar değil, çocuk sayısının artırılması

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı geldi komisyona. Dedi ki, boşanmış kadınlara yapılan yardım miktarlarını arttırın. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımız reddetti. Kadınlara karşı bir duyarlılığı yok bakanın. İlginç bir şey. Cinsel Şiddetle Mücadele Kriz Merkezleri kurun dedik, reddetti. Engelli bakım aylığının arttırılmasını talep ettik, reddedildi. Kadın sığınma evleri arttırılmalı dedik, reddedildi. Bakanın derdi, çocuk sayısının arttırılması. Kendilerine gayet makul bir şekilde Türkiye'nin yoksulluğu anlatılıyor. Bu yoksulluk koşullarında insanlar bir çocuğu bile yetiştiremiyor. O çocuklar yatağa aç giriyorlar. O çocuklar okula gittiklerinde beslenemiyorlar. Böyle bir tabloda daha çok çocuk yapın diye ailelere talimat veriyor. Bunları söylediğinizde diyor ki: "Her şey ekonomik değil." Vallahi sizin tuzunuz kuru. Dolayısıyla siz kendinizi hala Belçika’da sanıyorsunuz. Burası Belçika değil. Burada ciddi bir yoksulluk var ve aileler gerçekten bu yoksulluk pençesinin altında kıvranıyor. 

Bahis ve şike alelade bir olay değil, futbolu bu kirlilikten temizlemek lazım

Başka bir bakanlık, Gençlik ve Spor Bakanlığı. Gençlik ve Spor Bakanlığı geldi. Tabii ki orada da taleplerimiz oldu. Özellikle amatör sporlara ve kredi borçlarının silinmesine dair. Kredi ve Yurtlar Kurumu'nun yurt sayısının arttırılmasına dair önergelerimizin hepsi tabii ki reddedildi. Tabii bu arada Gençlik ve Spor Bakanlığı deyince futboldaki bahis ve şike olayları da devam ediyor. Bu konuyla ilgilendiklerini söylediler. Bu ilgilenilecek bir konu değil. Herhangi bir 3. sayfa vakası değil bu. Bu bir skandal. Uluslararası bir skandal. İlgileniyoruz ne demek? Müdahale etmeniz gerekiyor. Kimleri görevden alacaksınız, kimlere yeni atamalar yapacaksınız? Bakanlık olarak ortaya bir tasarruf koyacaksınız. Bu alelade bir olay değil. 2-3 tane futbolcunun üzerine yıkılacak bir olay değil. Bakın futbol bahis skandalıyla kirlendiği kadar aslında denetimsizlikle buralara kadar sürüklendi. Türkiye'deki futbol konusunda şike iddiaları hep olur. Oldu da. Ve hiçbir gün üzerine gitmediniz. Artık öyle bir hale geldi ki inanılmaz bir kirlilikle futbol karşı karşıya. Futbolu bu kirlilikten temizlemek lazım. Ama bakanın yaklaşımında biz bu ciddiyeti görmedik. 

Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan yarın kamuoyuna önemli açıklamalarda bulunacak

Diğer taraftan savcılık da yine soruşturma açtığını, bu konuda dosyaların hazırlandığını söylüyor. Ama işi o kadar ağırdan alıyorlar ki tabii Futbol Federasyonu Başkanı da çıkıp diyor ki "Ben evimi temizledim. Herkes evinin önünü temizlesin." Sokak ne olacak? Herkes pisliğini sokağa atıyor. Yani halkın önüne atıyor. Esas o sokağın temizlenmesi lazım. Sadece futbolda değil tabii. Bütün bu tür olaylarda gerçekten ciddiyetle yaklaşılması gerekiyor. Ama biliyorsunuz Türkiye'deki savcıların en temel meselesi siyaset. Siyasallaşmış bir yargı karşımızda olduğu için savcılar toplumun güvenliği, toplumun bu kirliliğe karşı korunması anlamında inisiyatif almak yerine seçilmiş siyasetçileri hedef haline getiriyorlar. İşte en son açıklanan iddianamede de gördünüz. Aslında ne kadar politikleşmiş, siyasallaşmış bir yargıyla karşı karşıyayız. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilgili son iddianame ve Sayın Ekrem İmamoğlu ile ilgili iddianame ortada. Tartışmaları sürüyor. Yarın grup toplantımızda Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan bu konuda kamuoyuna önemli açıklamalarda bulunacak. Ekonomide adalet yok. Çünkü toplumda adalet yok. Toplumda adalet yoksa ekonomide de olmuyor. Ekonomide olmayınca toplumda da olmuyor.

Karşımızda beklentileri karşılayacak yargı paketi yok

Değerli basın emekçileri gerçekten Türkiye'nin en önemli sıkıntılarından biri hiç kuşkusuz adalet konusu. Yargı paketlerini hala bekliyoruz. Dolayısıyla infaz kanununda ne olacak, Covid ile ilgili düzenlemeler ne olacak, cezaevlerinin durumu ne olacak? Halk bunu bekliyor. Fakat yargı paketleri bir türlü meclise hala gelmiş değil. Gelse de nasıl geleceği üzerine tartışmalara baktığımızda karşımızda beklentileri karşılayacak yargı paketi yok. Bir an önce halkın, toplumun beklentilerini karşılayacak yargı düzenlemelerine ihtiyacımız var. Türkiye'deki yargı sistemi siyasallaştığı kadar, Türkiye hukuk devleti ve evrensel hukuk normlarından giderek uzaklaşıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Demirtaş kararı sonrasında sevgili Selahattin Demirtaş'ın tahliyesi beklendi ve hala bekliyoruz. Neden tahliye edilmediğine dair hiçbir açıklama yok. Siyasallaşmış yargı hala kulağının üstüne yatmaya devam ediyor. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı kesindir, nettir. Selahattin Demirtaş ve bu davadan yargılanan bütün arkadaşlarımızın hemen bırakılması gerekiyor. 

İstinaf Mahkemesi AİHM kararını uygulamayarak suç işliyor

Şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararını uygulamayarak İstinaf Mahkemesi açık söyleyelim suç işliyor. Ama yargı öyle bir hale gelmiş ki Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı kararlarda gayet rahat bir şekilde suç işleyebiliyor. Aynı şeyi nerede görüyoruz? Tayfun Karaman hakkındaki kararda da görüyoruz. Anayasa Mahkemesi'nin kararı nettir. Anayasada da yazıyor. Fakat uygulamamakta ısrar eden bir mahkeme var. Daha önce Can Atalay'da da bunu gördük. Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan, keyfi davranan, Anayasa Mahkemesi efendim bir üst mahkeme değilmiş! Anayasa Mahkemesi anayasayı gözeten, kollayan, yaşatan bir mahkeme. Dolayısıyla sizin anayasaya aykırı yapacağınız bir işte tabii ki karşınıza çıkacak bir karar alacak. Bir karar almış. Siz bu karara uymadığınız zaman bir üst mahkeme kararını değil, anayasayı ihlal ediyorsunuz. Ona uymuyorsunuz. Mahkeme size bunu söylüyor. Dolayısıyla siz anayasaya aykırı işlem yapamazsınız. 

Anayasa Mahkemesi öyle bir karar aldı ki tuzu kokuttu

Yine geçtiğimiz hafta yaşadığımız adaletsizlik vakalarının biri de sevgili Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanımız Adnan Selçuk Mızraklı'nın denetimli serbestlik hakkının yok sayılması, gasp edilmesi. Türkiye cezaevlerinde siyasi mahpuslara yönelik ve olağanlaşmış bir uygulamayla sevgili Selçuk Mızraklı da karşı karşıya kaldı. Yine bir hak ihlali söz konusu oldu. Şimdi baktığınızda diyeceksiniz ki tuz nerede kokuyor. İlginç bir şekilde tuzun koktuğu yer Anayasa. Anayasa Mahkemesi öyle bir karar aldı ki tuzu kokuttu. Dedi ki "Parlamentoda alınmış kararlara ben müdahale etmem." Yani şu demek, "parlamentoda çoğunluğu bulduğunuz anda anayasayı ihlal edebilirsiniz." Yani "karışmam." Gönlünüzden nasıl geçiyorsa ülkeyi öyle yönetebilirsiniz. Bu ne demek, biliyor musunuz? İç tüzükte çoğunluğu bularak her türlü anayasaya aykırı karar alabilirsiniz. İç tüzüğü buna göre düzenleyebilirsiniz. Böyle bir kararı Anayasa Mahkemesi alıyorsa düşünün siz gerisini. Bu tuzun koktuğu yer. Çünkü bu, önümüzdeki süreçte çoğunluğun demokrasiden, hukuk devletinden ne denli kaçabileceğinin de yollarını açıyor.

Liyakatın yok sayıldığı bir anlayışa son vermenin yolu hukukun üstünlüğünden geçiyor 

Son bir şey daha söyleyip basın toplantısını tamamlayacağım. Bu da işin kara mizahı olsun. Değerli basın emekçileri, Hakimler ve Savcılar Kurulu üyeliğine aday oldunuz diyelim. Seçilemezseniz alternatif işiniz ne? Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ilçe başkanlığı. Yani işin muadilliği bu. Varın siz yargı bürokrasisinin düştüğü hali düşünün. Dolayısıyla da birbirine muadil olarak görünen pozisyonlar bu. Ya HSK üyeliği ya ilçe başkanlığı. Dolayısıyla iş başvurusu yapar gibi o olmazsa bu iş olur anlayışı liyakatın artık yok sayıldığı bir tablo. Bunlara son vermenin yolu hukukun üstünlüğünden, hukuk devletinden, evrensel hukuk normlarından geçiyor. Umarım bir an önce Türkiye özlemini duyduğu hukuk devletine kavuşur. 

Et ve Süt Kurumuna müfettiş görevlendirilmelidir

SORU: Mehmet Uçum Şeyh Said İsyanı sonrası çıkarılan özel bir yasadan bahsediyor. Yani örgüt ilişkili olarak o zamanki koşullarda bir imtiyaz düzenlemesi gibi işte kaçakların affedilmesi noktasında düzenleme yapılmış. 1928'de çıkarılmış bir yasa. Bu öneriyi siz nasıl değerlendirirsiniz? 

Bir de Et ve Süt Kurumu Genel Müdürü ile ilgili bir tartışma var. Macaristan'da canlı hayvan ve et ticareti üzerine bir şirket kurulduğu ortaya çıktı. Ve o şirket üzerinden Türkiye'ye Et ve Süt Kurumu'na ithalat yaptığı iddia edildi ama bu yalanlandı. Fakat şirket konusunu yalanlamadı. Buna ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? 

CEVAP: İkinci sorunuzdan başlarsam hemen bir kere konuyla ilgili bakanlık müfettişleri görevlendirilmelidir. İnceleme başlatılmalıdır. Ama maalesef bugüne kadar hangi kurumda bu tür suistimaller ortaya çıkarsa çıksın biz müfettiş görevlendirilmesine tanık olmadık. Acilen müfettişler görevlendirilmeli ve inceleme başlatmalıdır. Yani beyan tamam ben de dinledim müdürün beyanını. O beyan öyle olabilir ama yine de muhakkak incelenmelidir. Eğer ortada yasa dışı bir durum varsa da savcılar tabii ki gereken işlemi başlatacaktır. Umudum yok tabii. Liyakat, etik bu kavramlardan o kadar yoksun bir yere sürüklenmişiz ki doğal geliyor, yapılabilir geliyor. Dolayısıyla devletin toplumun, kamunun haklarını korumakla ilgili yaklaşımı olabildiğince yıprandı, gitti. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin her şeyi A.Ş. şeklinde yönetme, ticarileştirme anlayışının getirmiş olduğu şeyler. Normal geliyor. "Şirket de kurarım, öbür taraftan kurumu da yönetirim. Şirketim buradan yarar da sağlayabilir." Sanki bunlar normalmiş gibi geliyor. O yüzden kamunun yararını korumak adına müfettişler hemen görev almalıdır. 

Adımlar tek yanlı kaldı mevzu gelip bu özel yasa meselesine odaklanıyor

Diğer konuya gelince evet bu konuda çeşitli yaklaşımlar açıklamalar oluyor. Sayın Uçum da bir açıklama yapmış. Onun dışında da açıklamalar yaklaşımlar var. Şimdi şunu çok iyi biliyoruz ki özellikle 27 Şubat'ta Sayın Öcalan’ın açıklamalarıyla başlayan 26 Ekim'de geri çekilmeye kadar gelen süreçte önemli adımlar atıldı ama tek yanlı atıldı. Şimdi diğer tarafın adım atacağı en önemli mevzu gelip bu özel yasa meselesine odaklanıyor. Bununla başlanacak öyle gözüküyor. Bu özel yasanın nasıl olması gerektiğine dair de meclis komisyonu bu görüşmeleri tamamladıktan sonra raporunu yazacak. Bu rapor çerçevesinde de çeşitli görüşler alınacak. Tabii ki bu da bir görüştür. Bu da alınacaktır. Buna benzer görüşlerle beraber bir kanun teklifine doğru yol alacağız. Umarım çok gecikmeyiz. Daha önce 31 Aralık bir hedef olarak gösteriliyordu, kanun teklifinin yasalaşması konusunda. Umarım çok gecikmeden bir an önce bu kanun teklifi genel kurula gelir, yasalaşır. Özel yasa dediğimiz şeyle başlarız ve bu da toplumun beklentilerinin önemli bir kısmını karşılarsa sağlıklı bir şekilde yol katedebiliriz. Meselenin özel yasaların önünü açma anlamında kararlara yönelik bir yaklaşımdı. Dolayısıyla tabii ki bu meselenin çözümünde birçok dinamiğin eş güdümlü olarak harekete geçmesi lazım. Koordine olması gerekir. Bunun yönetimi önemlidir. O yüzden birbirini etkileyecektir.

Komisyonun adaya gitme konusunu da gündeme almasını istiyoruz

SORU: Yarınki komisyon toplantısında İmralı ziyareti gündeme gelir mi, oylama yapılır mı? Örgütün Zap’tan çekilme haberleri yansıdı, bu konuda bir değerlendirmeniz var mı?

CEVAP: Komisyonun yarınki toplantısında bunu gündemine alma olasılığı var. Dolayısıyla bunun kararlaşması yarın mı gerçekleşir, ne olur, onu komisyon gündemi sırasında öğreneceğiz, bileceğiz. Yani yarın komisyon dinlemelerinin ötesinde adaya gitme konusunun da gündeme alınmasını istiyoruz. Biz bunu çok daha önce de istedik. Öncelikle meselenin bu olması gerektiğinin altını ısrarla çizdik. Yarın komisyon toplandığında umarım bunu gündemine alır. Hatta umarım kararını da alır ve gecikmeksizin de adaya gidilir. Diğer taraftan örgütün evet açıklaması var. Örgütün açıklaması kadar biz de biliyoruz. Dolayısıyla daha fazla ayrıntıya vakıf değiliz.

17 Kasım 2025