
Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, Meclis’te yaptığı basın toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, şunları söyledi:
Ortadoğu’daki yangını söndürmek için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli
İsrail savaş uçakları İran’ı bombalamaya başladı. Ortadoğu’da süren şiddet, gerilim ve çatışma dönemi yeni bir aşamaya geçti. Savaş şiddetleniyor. Bugüne kadar gelen bilgilere göre 400’e yakın insan hayatını kaybetti. Bunların çoğu sivil, kadın ve çocuklardan oluşuyor. Çok sayıda yaralı var. İnsanlar Tahran’dan, yerlerinden yurtlarından uzaklaşıyorlar. Tahran’dan ayrılmaya başlamışlar. Savaş herkese acı ve zulüm getirir, ölüm getirir. Savaşın sonlanması için herkes şu anda yapması gerekeni mutlaka yapmalıdır, atması gereken adımı mutlaka atmalıdır. Türkiye başta olmak üzere bölge ülkeleri mutlaka inisiyatif kullanmalıdır, diplomasinin kapılarını sonuna kadar açmalıdır. Uluslararası bütün güçlere ve kurumlara buradan çağrı yapıyoruz: Bir an önce Ortadoğu’daki bu yangını söndürmek, bu savaşı sonlandırmak için herkes üzerine düşen sorumluluğun gereğini hayat geçirmelidir. Ortadoğu’daki son gerilim 7 Ekim 2023’te Gazze’ye yönelik saldırılarla başladı. Şu ana kadar 55 bine yakın Filistinli hayatını kaybetti. Şu anda Filistin’de insanlar aç susuz, gıda bulamıyorlar. Daha da vahimi ilaç bulamıyorlar. Ciddi bir soykırım ve insanlık dramı yaşanmakta Gazze’de. Bu yetmezmiş gibi şimdi savaşın boyutu genişlemekte. İran-İsrail savaşı adeta üçüncü dünya savaşını tetikler nitelikte bir gelişmeye sahne olmaktadır. Bir an savaş durdurulmalıdır.
Ortadoğu'nun kurtuluşu 27 Şubat’ta Türkiye ve dünya kamuoyuna açıklanan deklarasyondan geçer
Ortadoğu’daki halklar, çok uzun yıllardır emperyalist güçlerin aslında sahası haline gelmiş olan Ortadoğu’da her türlü şiddete, baskıya, zulme ve savaşa katlanmak zorunda kaldı. Yoksulluk ve açlık bir taraftan, göç ve katledilme bir taraftan. Etnik ve dini kimlikler üzerinden toplumları ayrıştıran ve savaştıran bu düzenek artık son bulmalıdır. İsrail de İran da bölgedeki bütün otoriter rejimler de uzun süre boyunca Ortadoğu’yu adeta bir cehenneme döndürmeye devam ettiler. Çözüm; demokratik toplumdadır, topyekün barıştadır. Evet, iddialıyız. Çözüm, 27 Şubat’ta Türkiye ve dünya kamuoyuna açıklanan deklarasyondadır. Türkiye’de sağlanacak olan Kürt barışının, Türkiye'de sağlanacak olan toplumsal barışın bölgeye etkilerinin olacağını uzun zaman dile getirdik. Dedik ki Kürt meselesi demokratik bir çözüme kavuşursa ve bu anlamda kalıcı bir barış inşa edilebilirse, bölge halklarının kurtuluşu da buradan geçer. Filistin halkının da bölgedeki bütün halkların da kurtuluşu buradan geçer. Yoksa, İran ve İsrail gibi rejimlerden geçmiyor; otoriter ve yayılmacı rejimlerden geçmiyor. Türkiye dış politikası uzun süre bu yanlışta ısrar etti ve bunun sonunda geldiğimiz noktada anlaşılıyor ki Türkiye açısından ciddi riskler büyümüş. Bu risklere karşı yegane gücümüz barıştır, demokratik Türkiye ve demokratik toplum arayışıdır. Bir kez daha Türkiye halklarına ve Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz: Gelin, bu demokratik toplum çağrısına, bu kalıcı barış mücadelesine destek verin. Bu sayede Suriye’de, Irak’ta ve bütün bölgede üreteceğimiz çözüm Ortadoğu halklarının geleceğini kurtaracaktır.
Meclis’teki partiler komisyon çalışmasını olumluyorsa, yapılması gereken çözümün adresi olarak bu komisyonu hayata geçirmektir
Bu anlamıyla üzerimize düşen sorumluluklar var, diplomatik alanda yapılacaklar var ama Meclis’in de yapması gerekenler var. Meclis, torba yasalar içerisinde boğulmaya devam ediyor. Perşembe günü Plan Bütçe Komisyonuna yeni bir torba kanun geliyor. Meclis’in işi gücü bu torba yasalarla uğraşmak. Oysa Meclis, demokratik toplum ve barış konusunda inisiyatif alma günlerini yaşıyor. 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’dan çağrı geldi, 12 Mayıs’ta PKK kendi feshedeceğini ve silahları bırakacağını açıkladı ama sonrasında hiçbir şey yok. Sonrasında gereken adımların atılması için artık inisiyatif alma zamanıdır. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş bu konuda inisiyatif alacağını söyledi, bekliyoruz. Bir an önce harekete geçilmeli, Meclis bu meselenin çözümü konusunda bir komisyonu hayata geçirmelidir. Meclis’teki partilerin neredeyse tamamına yakını komisyon çalışmasını olumlamaktadır. O zaman yapılması gereken bir araya gelmek ve bu meselenin çözümüne kendisini adres olarak gösterecek komisyonu hayata geçirmektir. Bu öncelikli görevimiz olmalıdır. Yoksa halkın yararına olmayan, neye hizmet ettiği belli olmayan bu torba yasaları Meclis’ten geçirerek treni sallamaktan öteye geçemiyoruz. Oysa yapmamız gereken bu konuda adım atmaktır. Bu konuda atacağımız adım sadece Türkiye’de barışı inşa etmekle kalmayacak; bugün İsrail’i kınayarak geçiştirdiğimiz gündemi değiştirecek, İsrail’i durduracaktır. Bu kadar iddialı bir şeyden bahsediyoruz. Çünkü Ortadoğu’da Kürtlerin ve Türklerin hayata geçirecekleri demokratik toplum anlayışının inşası bütün meselenin çözümü için kritik öneme sahiptir. Meclis artık adım atma aşamasındadır. Bir kez daha Sayın Numan Kurtulmuş’a çağrı yapıyorum. Bir an önce bu çalışmaları başlatması, bizleri davet etmesi, bu konuda istişareler ve diyaloglar yoluyla herkesin içine sinecek bir komisyonu var etmesi önceliğimiz olmalıdır.
Ayar vererek, konuyu teknik meselelere indirgeyerek yol almamız mümkün değil
Bir de tabii meseleleri birbirine karıştırmamız gerekiyor. Çalışma yapacak olan komisyon kendisini bu konuda yetkinleştirmeli ve etkili bir çalışma ortaya koymalıdır. Yok anayasa çalışmasıymış, yok başka meselelermiş her şeyi birbirine karıştırıp hareketsiz hale gelmememiz lazım. Evet, anayasa çalışmaları da muhakkak yapılabilir, diğer çalışmalar da yapılabilir ama bu meseleye özgü bir çalışma için Meclis komisyonu olması önemlidir. Bu, siyasetin en önemli sorumluluğudur. Siyaset bu konuda inisiyatif aldığında iki meseleyi birlikte harekete geçirmelidir: Bir, işin teknik boyutu, bir de işin hukuki boyutu. Her iki boyutu da harekete geçiren ve her iki boyutun birlikte hareketini sağlayacak yerden konuya yaklaşmalıdır. Dolayısıyla, sadece teknik boyuta indirgenemez ya da teknik boyutu ihmal edilerek de yürütülemez. Üstüne vazife olmadan sürekli siyasete ayar verenlere şunu söylemek istiyorum. Mesele sadece teknik olsaydı, o zaman siyasete ne hacet vardı? Çağırırdık teknokratları, her meseleyi onlar mühendislik hesabıyla çözerlerdi. Ama hayat öyle bir şey değil. Hayat, siyasetle ilerler ve siyasetin alacağı inisiyatifle yol alır. Dolayısıyla Meclis’e ve parlamenterlere saygı göstermek gerekir. Hatta bu meselede rol almış siyasetçilerin dile getirmiş olduğu şekliyle saygı göstermek gerekir. Ayar vererek, meseleyi teknik meselelere indirgeyerek yol almamız tabii ki mümkün değil. Mesele siyasette, burada var olacak olan komisyonun yaratacağı konsensüstedir ve tabii ki bir müzakere zemininde atılacak adımlardadır.
Yargı paketinin sonuçlarına cezaevindekiler katlanmaya devam ediyor
Bayramdan önce bir yargı paketi hayata geçirdik. Keşke siyaset üzerine düşen sorumlulukla hareket etseydi, o yargı paketinden beklenenler karşılansaydı, bugün düne göre çok daha ileride olabilirdik. Fakat o yargı paketinden beklentiler karşılanmadı. Yargı paketi ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Yargı paketinden beklentiler karşılanmadı ve sonuçlarına cezaevinde kalanlar, hasta tutsaklar, keyfi bir şekilde infazı yakılanlar katlanmaya devam ediyor. Yaratmış olduğu bu tahribatın dışında, özellikle bu barış süreci dediğimiz meseleye katkısı açısından da önemliydi bu yargı paketi. O yüzden biz dedik ki bu hayal kırıklığını ortadan kaldıracak bir yargı paketini bir an önce hazırlayabilirsiniz. Daha Meclis’in kapanmasına zaman var. Evet, inisiyatif alınabilir, bu konuda cesaretle adımlar atılabilir. Hani işin teknik meselesine dikkat çekiyorlar ya, keşke hukukçu olarak işin hukuki boyutuna da bu arkadaşlar dikkat çekebilseler ve bu konuda iktidara gerçek anlamda bir danışman gibi yol gösterebilseler. Çünkü beklenen budur. Hukuki düzenlemelerin yapılmasıdır, hukuki güvencenin sağlanmasıdır. Bu konuda atılacak adımlar da büyük öneme sahiptir.
Cezaevi müdürleri ne bakan dinliyor ne cumhurbaşkanı, hepsi kendi başına buyruk
Bakın birkaç tane insandan bahsedeceğim size, cezaevindeki insanlardan. Durumun ne kadar vahim olduğunu anlamanız için. 30 yıldır cezaevinde olan Nihat Genç. Nihat Genç 30 yılını doldurmasına rağmen, cezaevi gözlem idari kurulu kendisine “Pişman mısın?” diyor. Neden pişman olacak, Kürt olduğundan mı? Kürt kimliğini savunduğu için cezaevinde yatıyor ve diyorlar ki pişman mısın? Bu kadar anlamsız, manasız sorularla insanları cezaevinde tutmanın yolunu arıyorlar. Ve sonra diyorlar ki iyi halden yararlanamaz. Niye? Çünkü 30 yıl önce de Nihat Genç Kürt’tü, 30 yıl sonra da Kürt ve yaşadığı sürece de Kürt olmaya devam edecek. Buradan cezaevi idari kurulundaki o aklını yitirmiş insanlara seslenmek istiyorum: Siz insanlara “Pişman mısın?” diye sorarak onların kimliğini değiştiremezsiniz, mücadelesini değiştiremezsiniz. Bu keyfi uygulamalara son verin.
Bir başka örnek Mehmet Tahir Mete. Rahatsız hastalığı var ve hastaneye ring aracında götürülüyor. Ring aracında götürülürken darp ediliyor. Evet, işkenceye maruz kalıyor. Bir kalp hastası ve bunun sonucunda da çok ciddi anlamda rahatsızlığı artıyor. Geliyor, kalp krizi geçiriyor, bir daha götürülüyor ve götürülürken bir daha darp ediliyor. Bu akıl almaz bir işkence yöntemidir. Bu tür vakaların sayısı gün geçtikçe artıyor. Biz burada toplumsal barıştan, bu meselenin çözümü için atılacak adımlardan bahsediyoruz ama cezaevlerindeki uygulamalara bakın. Cezaevi idarelerinin, Bolu ve Karabük cezaevlerinin uygulamalarına bakın. Akıl almaz bir işkence yönteminin ve hak gasplarının başında geliyor bu cezaevleri. Bu cezaevi müdürleri ne bakan dinliyorlar ne cumhurbaşkanı dinliyorlar ne de herhangi bir yetkiliyi dinliyorlar. Kendi başlarına buyruklar ve orada bir cezaevi değil adeta özel bir kamp yönetiyorlar. Her türlü işkence yapmayı kendilerinde hak görüyorlar.
İnsanlar savaşın sonlanacağının umuduyla ekonomide iyileşmelerin olmasını bekliyor
Savaşın ve şiddetin sürdüğü her yerde insanların katlandığı şiddetin bir boyutu da ekonomidir. Türkiye bunu çok iyi biliyor. Geride bıraktığımız 40 yıldaki çatışmalı dönem boyunca Türkiye ekonomisi çok ciddi sarsıntılar yaşadı, dünyadaki en kırılgan ekonomilerden biri. İnsanlar savaşın sonlanacağının umuduyla ekonomide iyileşmelerin olmasını bekliyor. Fakat bu beklentilerin hayata geçmesi sanki epey zaman alacak. Öyle gözüküyor. Çünkü ekonomi yönetimi, içinde bulunduğumuz koşulların ciddiyetinin farkında değil. Dile getirdikleri şeyi duyduğumuzda şaşkınlığımız her geçen gün artıyor. Hazine ve Maliye Bakanı, “En zorunu geride bıraktık” diyor. Kendisi Londralı olduğu için ve Londra’daki 160 metrekarelik konutundan dünyaya baktığı için zorun ne olduğunu, kimin için geri kaldığını herhalde oradan değerlendiriyor. Bu ülkenin emekçileri, çalışanları, esnafı ve çiftçisi için zor geride falan kalmadı; tam tersine her geçen gün yeni zorluklarla karşılaşıyorlar. Açlık, yoksulluk ve işsizlik artıyor. Burada yaşanan zulüm, tam bir ekonomik şiddetin göstergesidir. Rakamlar ortada. Efendim, kur korumalı mevduatın tahribatını ortadan kaldırmışlar, bunu sonlandırmışlar. Sanki bunu biz getirdik, DEM Parti getirdi, muhalefet getirdi. Bunu getiren sizin arkadaşınızdı, siz getirdiniz. Bir şey denediniz olmadı. Sayın Şimşek geldi Carry Trade getirdi, o da olmadı. Dolayısıyla felaket felaketi beslemeye devam ediyor. Merkez Bankasının borcu 1,5 trilyonu geçmiş durumda. Tam bir zarar. Bu zararın içinde olan Merkez Bankasının bankacılık sistemini yönetmesi mümkün değil. Faiz oranlarına ve kredi hesaplarına baktığımızda zaten geleceğe dair umutvar bir beklentiye girmemiz mümkün değil.
Asgari ücret 40 bin liraya çıkarılmalıdır
Durum böyle olunca bedelini halka ödetmeye devam ediyorlar. Ara zam bekliyor herkes. Asgari ücretin durumu ortada, 22.104 lira. Açlık sınırı 25 bin lira, yoksulluk sınırı 80 bin lirayı geçmiş. Biz her zaman şunu savunduk. Bu ülkede asgari ücret, yoksulluk sınırının yarısına eşit olmalıdır ve en düşük emekli maaşı da buna eşit olmalıdır. Yani bugünkü rakamlarla 40 bin liradan bahsediyoruz. Şimdi ara zamdan bahsediyorlar. Ara zam olsa olsa yüzde 10 olacak. Bunun hesabını yapıyorlar. Bunun bile içinden çıkamıyorlar. Çünkü Hazine ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı dezenflasyon programını başından sonuna kadar emekçilerin, emeklilerin ve yoksul halkın üzerinden yürütüyor. Yoksul halkın gelirini zamlar ve vergiler yoluyla, aslında dilim varmıyor ama çalmak yoluyla bu programı yürütmenin peşindeler. Nasıl çalıyorlar? TÜİK eliyle. Ben buradan TÜİK Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunuyorum. Kendisi suç işlemeye devam ediyor. Geride bıraktığımız 4 dönem boyunca kamu işçilerinden, emekçilerinden ve emeklilerinden her 6 ayda 5 puan çaldı. Birikimli etkisi yüzde 25’tir. Yani Temmuz ayında kamu emekçilerine ve emeklilerine minimum yüzde 30 zam yaparsanız, bu ancak TÜİK Başkanının uyguladığı yöntemi telafi edebilir. Üstüne zaten enflasyon farkı var, üstüne bu ekonomik programın tahribatı var. Emeklilerin enflasyon farkı olarak verilecek fark yüzde 15 oranında gözüküyor ki 14 bin emekli maaşına yüzde 15 zam verseniz ne işe yarar? Neyi telafi edebilir? Açlık ve yoksulluk sınırının ne düzeyde olduğunu hepimiz iyi biliyoruz.
Muhalefet partilerinin ortaklaştığı bir yasa teklifini bugün Meclis’e sunacağız
Emekçilerin tabii ki bu soygun ve vurguna karşı yegane gücü örgütlü mücadeledir. Bu örgütlü mücadeleyle emekçiler ve emekliler sömürü düzenine karşı ancak mücadele edebilir. Bu konuda muhalefet partilerinin ortaklaştığı bir yasa teklifini bugün Meclis Başkanlığına sunacağız. Emekçilerin örgütlenme, sendikal çalışma hakları ve ücretlerinin iyileştirilmesi için bir kanun teklifi. Bütün muhalefet partilerinin ortaklaştığı bir kanun teklifi. Buradan Sayın Meclis Başkanına çağrımızdır: Meclis kapanmadan bunu ivedilikle gündeme alın. Çünkü Türkiye’nin en acil sorunlarından biri ekonomik krizdir ve bu krizin en büyük mağduru da emekçilerdir.
Soru: DEM Parti olarak İmralı’ya gitmek için bir başvurunuz var mı? Varsa belirlenen bir takvim var mı?
Bizim bu konudaki tavrımız, temennilerimiz belli. Biz sürekli İmralı ile istişarede bulunmak adına ziyaretler gerçekleştirmek istiyoruz. Hatta bu ziyaretleri dar bir heyetle değil, olabildiğince geniş bir çerçevede sürdürmek istiyoruz. Bizim beklentimiz bu yönde. Fakat ziyaret trafiğini belirleyen iktidardır, devlettir. Kendilerinden ricamız, artık geçmişin kısıtlamalarını kaldırmaları ve bu ziyaretlerin etkin ve mümkün olduğunca geniş kapsamda hayata geçirilmesini sağlamalarıdır. Şu anda bekliyoruz.
Soru: Eş Genel Başkanlar başkanlığındaki DEM Parti heyeti Ekrem İmamoğlu’nu ziyaret etmek için Adalet Bakanlığına başvuru yaptı mı?
Evet, başvuru yaptık. 19 Haziran Perşembe günü bu ziyaretin gerçekleşmesini istiyoruz. Eş Genel Başkanlarımız ve Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız Silivri’de Sayın Ekrem İmamoğlu, Sayın Ahmet Özer, Sayın Bekir Kaya, Sayın Can Atalay ve Sayın Halil Aksoy’u ziyaret edecek. Silivri’de tabii çok daha fazla siyasi mahpus var. Vakit olsa hepsini ziyaret etmek isterlerdi ama maalesef vakit darlığından kaynaklı 5 ya da 6 arkadaşımızı ziyaret edeceklerdir.
Soru: Cevap geldi mi?
Hayır. Biz başvuru yaptık, cevap bekliyoruz. Teşekkür ederiz.
16 Haziran 2025