
Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, şunları söyledi:
Öncelikle Hakan Tosun’a geçmiş olsun diyerek sözlerime başlamak istiyorum. Umarım vermiş olduğu yaşam mücadelesinden galip çıkar ve aramıza döner. Doğayı ve yaşam alanlarını sermayenin talanına karşı savunan bu çok kıymetli gazeteci arkadaşımızın bir an önce sağlığına kavuşmasını diliyorum.
Rojin Kabaiş cinayetinde neyi örtbas etmeye çalışıyorsunuz?
Diğer taraftan Rojin Kabaiş’i anmak istiyorum. Biliyorsunuz, 27 Eylül 2024’te kendisinden bir daha haber alınamamıştı. Aradan geçen bunca zaman sonra maalesef cansız bedenine ulaşıldı. Fakat neden öldüğü, nasıl öldüğü konusunda hiçbir zaman kamuoyu sağlıklı bir bilgiye kavuşamadı. Bir araştırma gerçekleşmedi. Fakat ailesi, halkımız, toplum, hepimiz bu olayın aydınlatılması için önemli bir çabayı ortaya koyduk. Başta babası olmak üzere bütün aile ve yakınları. Nihayet 10 ay sonra ATK, Rojin’in vücudunda iki farklı kişiye ait DNA bulgusuna ulaştığını söyledi. 10 ay bunu kamuoyundan sakladı. ATK’nin vakalarını zaten biliyoruz. Hele hele cezaevindeki hasta tutsaklar konusundaki uygulamalarından çok iyi biliyoruz. Ama bu olay özelinde de anlıyoruz ki ATK, bir tıp kurumu olmanın ötesinde olayları örtbas etme kurumu haline dönüşmüş durumda. İnsanlara karşı işlenen suçlarda, özellikle de bu suça müdahil olmuş olan kamu görevlileri varsa -ki bu olayda bu şüphe çok yüksektir. Bunu da Rojin’in cansız bedeni hastanedeyken valinin açıklamasından biliyoruz. Vali, “Bu olay intihardır” dedi. Oysa şimdi anlıyoruz ki intihar falan değil. O zaman sorabiliriz: Neyi örtbas etmeye çalışıyorsunuz, neyi saklamaya çalışıyorsunuz? Bu cinayet mutlaka aydınlatılmalıdır, suçlular adaletin karşısına bir an önce çıkarılmalıdır.
Meclis adeta “lüzumsuz yasalar meclisi”ne dönmüş durumda
Meclis’in gündeminde Karayolları Trafik Kanununa ilişkin bazı değişiklikleri içeren bir kanun teklifi var. Meclis’te bu görüşülecek. Meclis adeta “lüzumsuz yasalar meclisi”ne dönmüş durumda. Şu anda görüşeceğimiz kanunun, karayollarında yaşanan trafik kazalarını ya da can kayıplarını önlemekle bir alakası yok. Eminim sizler de incelemişsinizdir. Yasanın tek amacı var o da cezaları artırmak. Cezalar yoluyla trafikte yaşanan sorunların çözümü bekleniyor. Oysa çok iyi biliyoruz ki bu yöntem para etmiyor. Etmediğini biz trafikte yaşanan olaylardan da çok iyi biliyoruz. Evet, cezaların caydırıcılığı önemlidir ama bu teklif, bir caydırıcılık meselesinden çok bütçeye kaynak için üretilmiş bir teklif. Öyle cezalar var. Diyelim ki hız sınırını 5 km aşsanız 2 bin lira, 10 km aşsanız 4 bin lira ek ceza ödüyorsunuz. Katlanarak gidiyor. Adeta vatandaşa tuzak kurma üzerinden yaratılmış bir kanun teklifi. Zaten yollarda da karşılaşıyorsunuz, hatta neredeyse bir karikatüre de dönüştü. Aynı günde 8 defa radara yakalanan vatandaşlar var.
Türkiye nüfusunun çok büyük bir kesimi yoksulluk sınırının altında yaşıyor
Geride çok uzun yıllar süren bir tahribat yaşadık bütçe eliyle. Sosyal niteliğini yitirmiş bütçelerle bugüne kadar geldik. Bunun toplumda yaratmış olduğu en büyük sorun şudur. Her şeyden önce toplumsal barışı dinamitlemiştir. Diğer taraftan ciddi anlamda bir yoksulluk yaşanmıştır. Yoksulluk yaygınlaşmış ve derinleşmiştir. Türkiye nüfusunun çok büyük bir kesimi yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır ki bu rakam yüzde 80’lerin üzerine çıkmıştır. Açlık sınırı rakamları ortadadır. Açlık sınırı 30.000’dir. Bugün asgari ücretin 22.000 olduğu yerde, açlık sınırının 30.000 ve durumun ne kadar vahim olduğunu varın siz düşünün. Yoksulluk sınırı 90.000 lira. Yoksulluk sınırı altındaki nüfus toplam nüfusun yüzde 85'i. Şimdi bu konularda bir iyileşme yapılması gerekiyor. Bütçe bu tablo dikkate alınarak hazırlanmalı. Ama biz Orta Vadeli Programa baktığımızda nasıl bir bütçeyle karşılaşacağımızı az çok tahmin ediyoruz.
Kaynakları halka değil adeta savaşa harcadılar
Bir de işin barış tarafı var. Yani toplumsal barış alanındaki bu tahribata karşılık bir de işin barış tarafı var. Sermayeyi gördüler bugüne kadar. Bütçeleri hazırlarken sermayenin önceliklerine göre hazırladılar. Başka bir öncelikleri daha vardı. Güvenlik bürokrasisinin öncelikleri. Yani savaş bütçeleri hazırladılar, silaha yatırım yaptılar. Dolayısıyla kaynakları halka değil adeta savaşa harcadılar. Şimdi dönem değişiyor. Bir sürecin içindeyiz. Herkeste umut var. Herkesin artık çatışmaların, savaşın sonlanmasını beklediği bir dönemde demek ki bu beklentileri karşılayacak bir bütçe aklıyla da karşılaşmamız gerekir. Nasıl bir bütçe olmalı? Halka yönelik, halkın ihtiyaçlarını gideren bir bütçe olmalıdır; sermayeyi değil toplumu önceleyen bir bütçe olmalıdır. Diğer taraftan da barışın bütçesi olmalıdır.
Barış bütçesi İHA-SİHA’ya değil gençlere kaynak ayırmaktır
Barışın bütçesi şudur: Her sene bütçeden silahlara yüzde 10'un üzerinde kaynak ayırmak yerine, bu kaynağı engelli yurttaşlarımızın ihtiyacı için ayırmaktır. Her sene İHA-SİHA'ya kaynak ayırmak yerine, bu kaynağı gençler ve gençlerin eğitim hakkı için ayırmaktır. Her sene bütçeden yüzde 13’ü faize kaynak olarak ayırmak yerine, bu kaynakları kadınlara ayırmaktır. Neden? Bakın, işsizlik rakamları açıklandı. Hazine ve Maliye Bakanı adeta bir fıkra üreticisi. İŞKUR rakamları açıklamış. Bakan “1 milyon 600 bin iş var. İşsizler gitsinler bu işlerde çalışsınlar” demiş. Bakan rakamları nasıl bulmuş biliyor musunuz? İŞKUR'un rakamları periyodik açıklanıyor ve o her periyodu toplamış. Oysa rakam 206 bin. Dolayısıyla Hazine ve Maliye Bakanlığını kime teslim ettiğimizi bir düşünün. Yani rakamlarla barışık olmayan bir Hazine ve Maliye Bakanı olabilir mi? Neyi neyle toplayacağını bilmiyor. Dolayısıyla da böyle bir bakanlıktan da böyle bir vergi tablosu, böyle bir bütçe karşımıza geliyor. Dolayısıyla fıkra bu. Ama işsizlik konusu acı bir olay.
Umarız bu sene karşımıza barışın ve halkın bütçesi gelir
Her ne kadar resmi rakamlarla TÜİK, işsizliği yüzde 8,5 olarak açıklasa da genişletilmiş işsizliğe, DİSKAR'ın araştırmalarına baktığımızda, kadınlarda işsizlik oranı yüzde 40. Dolayısıyla bir istihdam politikası üretmemiz lazım bizim. Bu istihdam politikasını da bütçeden ayıracağımız kaynaklarla üretebiliriz. Dolayısıyla önceliği kadın istihdamına verecek ama genel anlamda da -çünkü geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 30- gençlere, iş arayanlara bir istihdam politikasıyla iş olanağı yaratacak bir akla, bir bütçeye ihtiyacımız var. Fakat bu bütçeyi görmemiz mümkün değil. Umarız biz yanılırız da bu sene karşımıza barışın bütçesi gelir, halkın bütçesi gelir. Ama gelmezse iktidarı buradan uyarıyoruz. Bizler barışın ve halkın bütçesini DEM Parti olarak savunmaya, bunun mücadelesini sokaklarda, alanlarda vermeye devam edeceğiz. Emekçilerle, kadınlarla, gençlerle, engelli yurttaşlarımızla beraber bütçe hakkımızı istiyoruz. Bütçede bize ait olanın bize hizmet olarak dönmesini istiyoruz.
Cezaevindeki sorunlar bitmek bilmiyor, toplum bu sorunların acilen çözümünü bekliyor
Son olarak çok önemli bir sorunla karşıyayız. Cezaevindeki sorunlar bitmek bilmiyor. Hasta tutsaklarla ilgili mesele zaten hepinizin malumu. Çok sayıda hasta tutsak var. Çok ağır durumda olmalarına rağmen maalesef hala cezaevinde tutulmaya devam ediyorlar. Burada şöyle bir sorun var. Hatırlayacaksınız 10. Yargı Paketi geldiğinde hasta tutsaklara dair bir düzenleme yapılmıştı. Fakat bu düzenleme yapılırken ağırlaştırılmış mahpusların, ağırlaştırılmış tutsakların bu haktan yararlanmaları engellenmişti. Oysa hasta tutsakların büyük bir çoğunluğu, uzun süredir cezaevinde olan ve ağırlaştırılmış müebbet cezası almış olan mahpuslardır. Meselenin esas çözüm yeri bu konudur. Fakat 10. Yargı Paketi bu konunun çözümüne dair bir paket olamadı. Şimdi 11. Yargı Paketi bekleniyor. Adalet Bakanlığının açıklamasına göre yargı paketleri serisi devam edecek. 12 gelecek, 13 gelecek. Fakat bu yargı paketleri, yine trafik cezalarında olduğu gibi ceza artırmayı öncelemiş yargı paketleri. Hatta çocuklara bile daha fazla ceza nasıl verilebilir aklıyla hazırlanan yargı paketleri. Bunu kabul etmiyoruz. Toplumun beklentisi İnfaz Yasasında bir an önce eşitliğin sağlanmasıdır. Geçmişten gelen ve belli adaletsizliklerle örülmüş, adeta bir adaletsizlik merkezine dönüşmüş cezaevleri sorununun acilen çözümüdür. İdari gözlem kurullarının keyfi uygulamalarına son verilmesidir. Hasta tutsaklar meselesinin kalıcı bir şekilde çözülmesidir. “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” denen dünyanın hiçbir yerinde görmemizin mümkün olamayacağı düzenlemenin ortadan kaldırılmasıdır ve tabii ki bir an önce umut hakkının tanınmasıdır.
Türkiye'de bugün yargı sistemi adaletsizlik üreten bir mekanizmaya dönüşmüştür. Selahattin Demirtaş vakasında da gördük. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına hala itiraz eden, hala arkadaşlarımızı, başkanlarımızı cezaevinde tutmak için her yolu deneyen bir anlayışla değil; gerçek anlamda bir hukuk devletinin sahip olması gereken bir adalet anlayışıyla, bir yargı sistemiyle ancak Türkiye, barışına ve demokrasisine kavuşabilir.
Sayın Öcalan’la görüşecek heyetin bir an önce belirlenmesi lazım
SORU: İmralı’ya heyet gidecek mi tartışması var. En son Pervin Buldan’ın açıklaması vardı ama komisyondaki CHP “Böyle bir gündem yok” dedi. Siz nasıl değerlendirirsiniz?
İmralı'ya gitme meselesi aslında belki de şu andaki en önemli meselelerden biri. Neden? Şimdi bir süreç başladı. 1 Ekim'de başlayan süreçten sonra 27 Şubat'ta bir manifesto açıklandı. Bir deklarasyon geldi. Bu deklarasyona bağlı olarak PKK kongresini topladı, karar aldı. Sonra 11 Temmuz'da silah yakma töreniyle bütün dünyaya çok önemli bir mesaj verildi. Yani ne dendi? “Biz hazırız, barışa hazırız”. Bunun gereği yapılmalı. Bunun gereği nasıl yapılacak? Tabii ki hukuki düzenlemelerle yapılacak. Hukuki düzenlemelerin nasıl olması gerektiğine dair de Meclis’te bir komisyon kuruldu. Bu komisyon bir müzakere yürütüyor kendi içinde. Sağlıklıdır, değildir ayrı tartışılır. Fakat müzakerenin bir de dış ayağı var. Dışarıda bu müzakereyi kimle yürüteceksiniz? Sayın Abdullah Öcalan'la yürüteceksiniz. Bu kadar basit. Bunun bir an önce planlanması lazım. Gidecek olan heyetin belirlenmesi lazım. Tabii ki bizim temennimiz aslında güçlü bir heyetin, herkesin temsiliyetinin sağlandığı bir heyetin oluşması.
Öncelikle grubu olan partilerden, hatta grubu olmayan partilerden de temsiliyet söz konusu olabilir. Bir kereye mahsus değil düzenli bir trafik ve müzakere görüşme mümkün olabilir. Bunların sağlanması bizim talebimiz. Kulislerde de dile getirdiğimiz, sürekli olarak bunun gerçekleşmesi için çabaladığımız bir taleptir. Haklı bir taleptir, doğru bir yöntemdir. Dileriz ki diğer bütün partiler de bu sürecin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi için çaba harcar. Çünkü barış hepimiz için iyi olandır. Hepimiz için iyi olana karşı çıkmak bu ülkenin hayrına değildir. Bu ülkenin geleceği her şeyden önce Kürt meselesinin demokratik çözümünden ve barıştan geçiyor. Bu konuda herkesin çabasını bekliyoruz. Umarım en kısa zamanda bir heyet oluşur, adaya gider ve beklenen sağlıklı müzakereler yol alır.
SORU: Sayın Temelli bu konuda taleplerinizi dile getiriyorsunuz sürekli ama yakınlarda bir takvim var mı?
Henüz komisyon kurulunda bu konu konuşulmamış ama tabii ki komisyon üyeleri hem kendi aralarında hem kulüplerde görüşüyor. Hem de bizim istişarelerimizde bu konu görüşülüyor ama bir takvim şu anda belirlenmiş değil. Ne kadar çabuk olursa gerçekten o kadar iyi olur. Tabii herkesin katıldığı, herkesin sürecin içinde olduğu bir dönemi yaşamak en büyük arzumuz.
Slogan üzerinden kıyamet koparmak siyasetin sefaletini gösteriyor
SORU: Meclis’te atılan sloganlara yönelik eleştiriler oldu. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Şimdi bu biz bu çatı altında çok slogan duyduk. Hakaretamiz sloganlar duyduk. Hatta burada dile getiremeyeceğimiz nitelikte sloganlar duyduk. O gün bizim grup toplantımızda atılan sloganların içine ne hakaret ne de suç unsuru vardı. Duygusal bir andı. Bir yürüyüş gerçekleştirmiş, bunu Ankara'da nihayete erdirmiş ve grup toplantısında bir araya gelmiş arkadaşlarımız aslında umut hakkını, Sayın Öcalan'ın çalışma ve yaşam koşullarını, özgürlük hakkını savunmak adına böyle bir sloganı dile getirdi. Bu slogan üzerinden kıyamet koparmak aslında siyasetin sefaletini gösteriyor. Dolayısıyla siyaset üretemeyenler işte bu tür münakaşalar içinde olmaya devam ediyor. Bizim siyaset üretmemiz lazım, toplumun beklentisi budur. Bütün partilerin buradaki en önemli sorumluluğu budur. Siyaset nasıl üretilir? Toplumun beklentilerine uygun üretilir. Burada yapacağımız icraat budur. Bunlar yapılıyor mu? Hayır. Ne yapılıyor? Sürekli olarak “İşte bu sloganı nasıl atarsınız?” deniyor. Karşılığında hakaretler, karşılığında saldırganlıklar, karşılığında bu çatı altında kabul edemeyeceğimiz davranışlar söz konusu oluyor. Bunların hiçbirini kabul etmiyoruz. Bu sloganların suç olmadığını onlar da çok iyi biliyor. Ama o kadar acze düşmüşler ki işte nerede bir bahane bulsak da bunun üzerinden süreci tıkasak, barışın önüne engeller çıkarsak diyorlar.
Bakın, Türkiye'de toplumun çok büyük bir kesimi bu süreci destekliyor. Bunu herkes biliyor. Kararsız insanlar da var, tartışmalar da var. Kaygılar, tedirginlikler, güvensizlikler var. Bunların hepsi doğal. Bunların hepsini aşacak olan da Meclis. Meclis yangına körükle gidemez, yangının üzerine benzin dökemez. Bu yangını söndürmekle sorumluyuz. Bundan hiçbirimizin kaçma şansı yok. Topluma karşı en büyük sorumluluğumuz da budur. Dolayısıyla slogan meselesinin üzerinde tepinmek, aslında tam da topluma yabancılaşmaktan başka bir şey değildir.
13 Ekim 2025