
Kadın Meclisi Sözcümüz Halide Türkoğlu ile Koordinasyon Üyemiz Berna Çelik, Muğla Kadın Meclisimizin bileşeni olduğu Bodrum Kadın Platformu’nun düzenlediği “Kadınlar Barışı Konuşuyor” başlıklı söyleşiye katıldı. Burada konuşan Türkoğlu şunları söyledi:
Bodrum Kadın Platformu'na emeklerinden dolayı, böyle bir buluşmayı sağladıkları için teşekkür ediyoruz. Kadınlar cephesinden barış denince bu deneyimlere sahibiz. Barışın inşa edilmesi için, ya da bir barış mücadelesi noktasında hem Türkiye'de hem Kürdistan'da kadın hareketleri olarak birçok girişimlerde, tartışmalarda yan yana geldik. Tartışmaya yeni başladığımız bir dönemden bahsetmiyoruz. Yine dünya sistemi içinde ele aldığımızda küresel anlamda kadın mücadelesine baktığımızda çatışma süreçlerinde kadınların nasıl rol aldığını, barışın inşasını nasıl gerçekleştirdiğini konuştuğumuzda bu işin asıl muhatabı kadınlar oluyor. Savaşa dair birçok şeyi konuşabiliriz. En iyi formüle edebileceğimiz kavramsal açıdan neyin savaş olup, olmadığını kadınların yaşamış olduğu sorunları, militarizmin hayatlarımıza nasıl dokunduğunu, gündelik hayatın içindeki eşitsizliklerin nasıl bir savaş haliyle büyüdüğünü hem sosyolojik anlamda hepimiz anlamlandırabiliriz hem de bunun nasıl bir kurguya sahip olduğunu ve günden güne inşa edildiğini anlatabilecek bir birikime sahibiz. Savaş uzun yıllardan beri hem ülkelerin hem de erken egemen sistemlerin ürettiği bir kriz halidir. Sistem bunun üzerinden kendi kurgusunu oluştururken, temel hedeflerden birisi kadınların yaşamları, inşa etmeye çalıştığı toplumsallığın kendisidir. En az 5 bin yıllık bir meseledir. Durmadan gündelik hayatın kendisi ya da siyasetin ya da devlet yönetme aklının kendisi savaşı besleyen ve savaşın motivasyonunu durmadan sağlayan ve toplumu bunun üzerinden dizayn eden bir sisteme sahiptir.
Kadınların deneyimlerinin varoluş felsefesine dayandığını öğrendik
Filistinli, Rojavalı, Afganistanlı kadınlar bin yıllarca savaşların kadınların hayatlarına nasıl mal olduğunu aynı zamanda kadınların savaşlara karşı mücadelesini de aktarmak gerekir. Bugün geldiğimiz aşamada savaşın hayatımızı nasıl tarif ettiğinden çok barışın hayatlarımıza neyi kazandıracağını, barışın içinde bizlerin nasıl rol alacağı meselesi en önemli. Çünkü savaşı somut olarak yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Ortadoğu'da yaşanan gelişmelerin her bir durmadan kendisini üreten savaşın krizli haliyle ilgili. Çatışmanın ya da savaş üreten zihniyetlerin isimlerinin değiştiği, ama emperyal güçlerin ya da ulus devlet aklının kadınların ve halkların yaşamlarına dönük müdahaleyle geçen uzun yıllardan bahsediyoruz. Erkek egemenliğinin kendisini kurumsallaştırmasının kendisi birinci dünya savaşını bir barışla bitirdi. Birinci dünya savaşı bir savaş ya da savaşsızlık hali değildi. Aynı zamanda bir başka savaşın zeminini oluşturan ve Ortadoğu'da o sancılı halin kendisini oluşturmasıyla ilgiliydi. Birinci dünya savaşı devam ederken kadınlar bekliyor muydu? Kadınlar özgürlük, eşitlik, mücadelesi verdi, oy hakkı, eğitim hakkı verdi. İkinci dünya savaşına geldiğimizde birinci dünya savaşındaki barış gerçek bir barış mıydı? Değildi. Emperyalistlerin kendi arasında çizmeye çalıştığı sınırların, ulus devlet aklının milliyetçiliği, cinsiyetçiliği, dinciliği yüz yıl boyunca hayata geçirmeye çalıştığı erkek devlet aklının organizasyonuydu. İkinci dünya savaşında bu sancı çok daha büyük yaşandı. Faşizmin kurumsallığı bir süreç yaşandı. Ötekini yok saymaya, kendisi gibi olmayanı yok edecek hamleler gelişti. Bunu yaparken de kadınlar üzerinden yapılmaya çalışıldı. İkinci dünya savaşı ile çokluluk ve farklılıkları öğrenmeye başladık. Tek tip olmadığımızı, kadınların deneyimlerinin var oluş felsefesine dayandığını öğrendik. Onunla birlikte beden politikasını öğrendik. Dikkat ederseniz feminist mücadelenin ortaya çıkardığı sorgulamanın kendisi bile o kadar kıymetli ki kadınlar umutsuz kalabilirdi.
Bu kadar savaşın içinde alternatifler var
Ortadoğu ve dünyada oluşan bir savaş sistemi var. 1990'lı yıllara geldiğimizde kadınlar olarak krizlerin içinden çıkmaya çalıştık. Kimlik tartışmaları çıktı. Etnik mücadele veren kadınların durumu, LGBTİ meselesinin durumu. Savaş tekliği dayatırken kadınların sorgulamaları bize bu dünyanın anlamı olmasını öğretiyordu. Bir yönüyle baktığımızda sistem bireycilik üzerinden bir şeyler inşa etmeye çalıştı. Ama buna karşı mücadele edenler de hiç durmadı. Latin Amerika'da sol-sosyalist rüzgarı yaşandı. O da tek başına yetmedi. Sistem kendini yenilemek isterken bir yandan savaş, bazen fiziksel, bazen psikolojik bazen ekonomik ve siyasal süreçlerin getirdiğiyle toplum yenilenme yaşadı. Toplum tüm umutsuzluğunu bir devlet mekanizmasına ya da iktidar olgusuna teslim ederek kendi devrimini önledi. Arap baharında kadınların devrimi yaşanıyor diye düşündük. Ama halkların devrimini başka bir güce teslim ettiğinde o meydanlar kadınlara kapatılmaya başlandı. O dönemden elimizde sisteme eklemlenmeyen sadece Rojava kadın devrimi kaldı. Kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesini yüz yıllık sorgulamanın içinde götüren bir literatüre sahip olan, Sayın Öcalan'ın demokratik ulus paradigması yaşam bulduğu bir gerçekliğe geldi. Bu kadar savaşın içinde alternatifler var. Bir o kadar da gündelik hayatın içinden tutun her gün siyasetin merkezinde, kapitalist güçlerin bir yerlere müdahale ettiği, dünyanın merkezinin enerji savaşlarında olduğu, kadınları özne olarak görmeyen bir bakış açısı var. Öyle olunca insanlarda barışı birileri yapıyor, bizde yaşayacağız beklentisi oluşuyor. Sayın Öcalan'ın 27 Şubat'ta başlattığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı devlete, örgüte ama en çok da topluma bir çağrı. Demokratik değişim dediğimizde demokratik mücadele alanlarının büyümesi gerekiyor. Devlete demokratikleş dersin ama o demokrasiden ne anlar bilemeyiz. Barış sürecinde bunları iç içe gören bir yerden bakmak lazım. Barış, çatışmasızlık hali midir? Ama her gün açlık, eşitsizlik, kimliklerin inkarının, kadın cinayetlerinin, nefret söyleminin olduğu bir yerde savaş yoktur diyebilir misiniz? Zihniyet savaşını yürütmeye devam ederiz. Gelecek tahaülü oluşturacaksak mesele sadece AKP'nin tekelinde götürülecek bir durum mu olur? Elbette olmaz. Tam burada kadınları, gençlerin, emekçilerin mücadele eden her kesimin mücadelesi önemli. Eşitlikten, adaletten ne anlıyoruz? Yeni bir yaşamın içinde olamayacak mıyız? Bizim gelecek planımız yok mu?
Devletin bütün kurumaları çürümüş
Yüz yıl boyunca egemenler bize bir kader dayattılar. Kadınlar böyle yaşamayı, böyle vatandaş olmalı, kadınlar böyle makul olur, durmadan kendi sınırları içinde duran bir kadın belirliyor. Bu akla karşı bizim bir yaşam tahayyülümüzün olması gerekiyor. Özgürlük, eşitlik, demokrasi, adalet dediğimizde günlük hayatta da toplum içinde de uygulanması gerekiyor. Devletin bütün kurumaları çürümüş, yargı mekanizması, eğitim kurumu, sağlık sistemi çökmüş. Bunun hepsini devlet yapmış. Bunlar toplumun kendisinin oluşturması gereken kurumlarken, bu şekilde çöken bir mekanizmadan bahsediyoruz. Bu çöken mekanizmanın içini de erkek egemenliği her gün inşa ediliyorsa en çok buraya müdahale etmemiz gerekiyor. Devletin demokratik değişimi erkek egemenlik zihniyetiyle de mücadeleden geçiyor. Bu devrimci bir müdahaledir. Gerçekten başka bir dünya mümkündür diyorsak yaşamak istediğimiz gibi bir toplum, sistem inşa etmek zorundayız. Barış derken bunları konuşmalıyız. Tarihi bir fırsatın içindeyiz. Özne olduğumuzun farkında olarak hareket edersek, egemenlerin verdiğiyle yetinmeyiz. Kadınların dünyasında buna müdahale etmek vardır. AKP ne yapacak diye bekleyemeyiz. Demokratik siyaset alanlarının gelişmesi, ifade özgürlüğünü güvence altına alacak, kadınların mücadelesini güvence altına alacak, durmadan hareket halinde olduğumuz bir sürecin içindeyiz.
25 Haziran 2025