Yerel Demokrasi Konferansı Sonuç Bildirgesi

Demokratik Yerel Yönetimler Kurulumuzun 1-2 Kasım 2025 tarihinde İstanbul'da düzenlediği Yerel Demokrasi Konferansı Sonuç Bildirgesi: 

Halk iradesine dayanan, eşit yurttaşlık ve demokratik katılım ilkelerini esas alan DEM Parti, halkın özgür iradesini hedef alan kayyım rejimine, otoriter tahakküme ve merkeziyetçi devlet anlayışına karşı yerelden yükselen demokratik direnişi büyütmektedir.

Bugün Türkiye’de demokrasinin özü, sandıkla değil kayyımla belirlenmekte; halkın seçme ve seçilme hakkı açık biçimde gasp edilmektedir. Kadınların, gençlerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin siyasal alanı sistematik olarak daraltılmakta; toplumsal eşitlik, adalet ve özgürlük talepleri baskı politikalarıyla susturulmaya çalışılmaktadır.

DEM Parti, bu saldırılara karşı kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik ve toplumcu yerel yönetim modelini halkın örgütlü gücüyle hayata geçirmektedir. Yerel yönetim alanı, halkın öz örgütlenme pratiği ve demokratik toplumun inşa zemini olarak görülmektedir.

Bu anlayışla, DEM Parti Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu tarafından 1–2 Kasım 2025 tarihlerinde İstanbul Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi'nde düzenlenen Yerel Demokrasi Konferansı, halk iradesine el koyan kayyım sistemine, sermaye odaklı belediyeciliğe ve erkek egemen siyaset tarzına karşı halkçı bir alternatifin imkânlarını tartışmaya açmıştır.

Konferansın birinci günü, dört farklı atölyede yerel demokrasinin kadın özgürlükçü, ekolojik, toplumsal cinsiyet eşitlikçi ve halkçı yönleri ele alınmıştır:

1. Yerel Yönetimlerde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Atölyesi

2. Yerel Demokrasi ve Demokratik Toplumcu Belediyecilik Atölyesi

3. Kent Hakkı Atölyesi

4. Yerel Yönetimlerde Ekoloji Atölyesi

Bu atölyelerde farklı toplumsal kesimlerden gelen kadınlar, gençler, belediye eş başkanları, akademisyenler ve demokratik kitle örgütleri temsilcileri ile bir araya gelerek yerel demokrasiyi halkın doğrudan öz yönetim gücüyle yeniden tanımlamıştır.

Konferansın ikinci günü ise kamuoyuna açık iki panelle devam etmiştir:

  • Kent Barışı Paneli
  • Yerel Demokrasi ve Kayyım Paneli

Bu panellerde, kayyım politikalarının bir “demokrasi darbesi” niteliği taşıdığı, yerel özerkliğin gasp edilmesinin toplumsal barışı hedef aldığı ve halkın iradesine dayalı yönetim anlayışının yeniden inşa edilmesinin zorunluluğu vurgulanmıştır.

Konferans, bir kez daha göstermiştir ki; DEM Parti, halkın kendi geleceğini belirleme hakkını esas alan, kadın özgürlükçü, ekolojik ve toplumcu bir yerel yönetim perspektifini büyütmektedir.

Bu bildirge, iki gün süren tartışmaların ve kolektif aklın ürünü olarak, halkın öz yönetim iradesini kamuoyuna bir çağrı biçiminde sunmaktadır.

1. GÜNÜMÜZDE DEMOKRASİNİN KRİZİ VE YERELDEN DEMOKRATİK ÇIKIŞ

Günümüz dünyasında otoriterleşme, merkeziyetçilik ve sermaye temelli yönetim biçimleri, demokrasiyi hem kavramsal hem de pratik olarak işlevsiz hale getirmiştir. Kapitalist modernitenin kurumsallaşmış biçimi olan ulus-devlet, toplumların eşitlik ve özgürlük taleplerini karşılayamaz duruma gelmiştir.

Temsili demokrasi halkın doğrudan katılımını sınırlandırmakta, yerel yönetimlere atanan kayyımlar halkın iradesini gasp etmektedir. Adalet, eşit yurttaşlık ve çoğulculuk ilkeleri, merkezi hegemonyanın vesayeti altında zayıflatılmaktadır.

Bu tablo karşısında DEM Parti, halkın kendi kendini yönetmesini esas alan, kadın özgürlükçü, ekolojik ve demokratik özyönetim modelini çözüm olarak önermektedir. Demokratik yerel yönetimler, halkın kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olduğu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaşamın zeminidir.

2. KAYYIM POLİTİKALARI VE DEMOKRATİK TEMSİLİN GASP EDİLMESİ

Vesayetçi devlet anlayışının bir uzantısı olan kayyım politikaları, halkın seçme ve seçilme hakkını fiilen ortadan kaldırarak demokratik temsiliyeti yok etmektedir. Bu uygulamalar, yerel yönetimlerin özerk yapısını etkisiz hale getirirken halkın karar süreçlerine katılımını da engellemektedir.

Kayyım yönetimleri, yerel kaynakların merkezi çıkarlar doğrultusunda kullanılmasına yol açmakta; halkın sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarını göz ardı etmektedir. Bu nedenle DEM Parti, kayyım sisteminin derhal sonlandırılmasını, seçilmişlerin görevlerine iadesini ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan tüm şerhlerin kaldırılmasını zorunlu görmektedir.

3. EŞBAŞKANLIK SİSTEMİ VE DEMOKRATİK TOPLUMSALLAŞMA

Eşbaşkanlık sistemi, eşgüdüm, tamamlayıcılık ve ortak sorumluluk ilkelerine dayalı demokratik bir yönetim modelidir. Kadın özgürlüğü ve toplumsal eşitliği esas alan bu sistem, erkek egemen yönetim biçimlerine karşı geliştirilmiş demokratik bir alternatiftir.

Bu anlayış, yalnızca kadınların değil, tüm toplumsal kesimlerin karar alma süreçlerine eşit katılımını sağlar. Eşbaşkanlık sistemi, demokratik yönetimin bir biçimi olmanın ötesinde, toplumsal adalet, eşitlik ve dayanışma kültürünü güçlendiren bir toplumsallaşma modelidir.

4. AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI VE YEREL DEMOKRASİ

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerel yönetimlerin bağımsızlığını güvence altına alan uluslararası bir belgedir. Türkiye’nin bu Şart’a koyduğu şerhler, yerel özerkliği sınırlamakta ve halkın karar süreçlerine etkin katılımını engellemektedir.

Konferans, şerhlerin tamamen kaldırılmasını, Şart’ın eksiksiz uygulanmasını ve yerel demokrasinin uluslararası standartlarda kurumsal güvenceye kavuşturulmasını talep etmektedir.

ÇALIŞTAY SONUÇLARI

Yerel Yönetimlerde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Atölyesi

Yerel yönetimlerde kadın dayanışma merkezleri, erkek egemen bürokrasi, merkeziyetçi siyaset ve kayyım politikaları nedeniyle işlevsizleşmiş; kadınların özneleştiği, dayanışma kurduğu alanlar daralmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmaları “aile temelli”, cinsiyetçi bir dille yürütülmekte; kadın örgütleri bütçe ve planlama süreçlerinden dışlanmakta, hizmetler çok dilli ve kapsayıcı bir biçimde toplumsallaşamamaktadır.

Afet, göç ve çatışma süreçlerinde ise kadınlar, çocuklar ve farklı kimlikler en ağır biçimde etkilenmekte; afet planlamaları toplumsal cinsiyete duyarsız kalmakta, destek mekanizmaları yardım temelli ve hak odaklı olmaktan uzaktır. Afet alanlarında kadınlar taciz, istismar ve şiddet riski altında kalırken, gerici gruplar destek faaliyetlerini ideolojik kontrol aracına dönüştürmektedir.

LGBTİ+’lar yerel yönetim hizmetlerine erişememekte, katılım mekanizmalarında görünür olamamakta ve hem iktidarın hem de muhalefetin nefret sınırları arasında sıkışmaktadır. Kamusal kaynakların kullanımında toplumsal cinsiyet eşitliği dikkate alınmamakta; bütçeleme süreçleri kapalı, katılımcılıktan uzak ve toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarsızdır.

Kadınların yerel siyasete katılımı önünde yapısal engeller devam etmekte; kadınlar çoğu zaman sosyal hizmet alanlarına sıkıştırılmakta, adaylaşma süreçlerinde erkeklerle eşit imkânlara sahip olamamaktadır. Kadın emeği görünmez kılınmış, kayıt dışı bırakılmış ve cinsiyetçi iş bölümüyle sömürülmüştür. Bakım emeği kadınları eve zincirlemekte, ekonomik bağımsızlık olanaklarını sınırlamaktadır.

Tüm bu sorunların kökeninde, kadınların, göçmenlerin ve tüm farklı kimliklerin iradesini yok sayan, merkeziyetçi, erkek egemen ve kayyımcı yerel yönetim anlayışı yatmaktadır.

Sonuç ve Öneriler

Yerel yönetimlerde toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları seçim vaadi olmaktan çıkarılmalı, belediyelerin tüm karar süreçlerine yerleşmeli ve kurumsallaşmalıdır. Kadın dayanışma merkezleri, kadınların sözünü kurduğu, örgütlendiği ve güçlendiği özerk alanlar olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Kadın Politikaları Müdürlükleri güçlendirilerek bütçeleri güvence altına alınmalıdır. Hizmetler mahalle ölçeğinde, çok dilli ve kapsayıcı biçimde yaygınlaştırılmalıdır. Kadın örgütlerinin bütçe, planlama ve karar süreçlerine yasal katılımı sağlanmalıdır. Afet yönetimi toplumsal cinsiyet perspektifiyle yeniden kurgulanmalı; belediyelerde afet birimleri içinde toplumsal cinsiyet alt birimleri kurulmalı ve tüm personel şiddet, taciz ve cinsiyet eşitliği eğitimleriyle güçlendirilmelidir. Kadın dayanışma ağları afet alanlarında kurumsal paydaş haline getirilerek hak temelli destek mekanizmaları oluşturulmalıdır. Ayrımcılık karşıtı eğitimler yaygınlaştırılmalı, LGBTİ+ örgütlerine belediye alanları açılmalı, katılım mekanizmaları güçlendirilmelidir. Tüm belediyelerde toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme yasal zorunluluk haline getirilmeli; kadın örgütleri yatırım ve bütçe planlamalarına doğrudan dâhil edilmeli, kadın meclisleri ve halk toplantılarıyla katılımcı süreçler yaygınlaştırılmalıdır. Yerel siyasette eşbaşkanlık sistemi ve eşit temsiliyet kararlılıkla uygulanmalı, kadın meclisleri yerel siyasetin asli aktörleri olarak tanınmalı, kadınların özgün örgütlenmeleri desteklenmelidir. Kadın emeğini özgürleştirecek politikalar yerelden kurulmalı; kadın kooperatifleri, üretim atölyeleri, kent bostanları ve dayanışma ekonomileriyle kadın ekonomisi güçlendirilmelidir. Belediyeler ücretsiz ve mahalle temelli bakım hizmetleri sunmalı, devredilemez babalık izni uygulanmalı, kadın çalışanların sendikal örgütlenmeleri desteklenmelidir. Tüm bu adımların birleştiği yerde, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir yerel yönetim modeli hayata geçirilmeli; eşbaşkanlık, eşitlik ve öz yönetim ilkeleri özgür yaşamın temeli olarak toplumsal ve kurumsal düzeyde yerleştirilmelidir.

Yerel Demokrasi ve Demokratik Toplumcu Belediyecilik Atölyesi

Yerel demokrasinin güçlendirilmesi, toplumun demokratikleşmesinde en fazla etkisi olan olgudur. Yerel demokrasi bilinci, toplumsal farklılıkların ve çeşitliliklerin örgütlü toplum ve siyasal alana dâhil edilmesine olanak tanıyan; bu yönüyle toplumsal sorunların çözümünde meşru zemin oluşturabilen bir yöntemdir.

Demokrasinin temel ilkeleri olan özgürlük ve eşitlik kavramlarının referanslarıyla, âdem-i merkeziyetçilik, sosyo-ekonomik eşitlik, yönetimde şeffaflık ve çok bileşenli karar alma yapılarının örgütlenmesi hedeflenmektedir. Sivil toplumun ve halkın doğrudan katılım arayışları, temsili demokrasi yerine demokratik yönetim ve örgütlü komün toplumunun oluşmasına olan ilgiyi önemli ölçüde artırmıştır.

Bu çerçevede, yerel demokrasi bilinci, demokratik komünal toplumların inşası ile güçlendirilebilir. Sömürüye ve otoriter iktidarlara karşı bireylerin kendi kimliklerini ve toplumsal varlıklarını güvence altına alması; farklı din, etnik köken, toplumsal cinsiyet ve sınıfsal kimlikleri eşitleyen, ekolojik, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü yapıların gelişimi, demokratik ulus inşası ile mümkün olabilir.

Bu anlayış, yerel yönetimlerin merkeziyetçi otoriteden uzaklaşıp, ahlaki ve politik toplumun özyönetim organları hâline gelmesini hedeflemektedir. Demokratik yerel yönetimler, yalnızca karar alma süreçlerinin merkezi otoriteden bağımsız olduğu yapılar değildir; aynı zamanda özgür yurttaşlık bilincini güçlendiren, kadınların, gençlerin, inanç gruplarının ve farklı toplumsal kesimlerin özerk örgütlenmelerini destekleyen temel kurumlardır.

Yerel yönetimler, toplumsal dayanışmayı ve katılımcılığı güçlendirerek, halkın kendi yaşam alanlarını doğrudan şekillendirebilmesine olanak sağlar. Bütçe, proje ve hizmet politikalarının belirlenmesi halkın ve demokratik kurumların aktif katılımıyla yürütülmelidir; aksi hâlde yönetimler halktan kopuk ve merkezi çıkarların aracına dönüşebilir.

Bu çerçevede atölye, demokratik yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve toplumsal adaletin sağlanması için aşağıdaki temel ilkeleri savunmaktadır.

Sonuç ve Öneriler

Eşbaşkanlık sisteminin yasal güvenceye alınması; kadın-erkek eşitliği ve toplumsal katılımın kurumsallaştırılması gerekmektedir. Yerel yönetimlerin mali ve idari özerkliği sağlanmalıdır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki şerhler kaldırılmalı; yerel yönetimler uluslararası standartlara uygun hâle getirilmelidir. Demokratik, anadilinde ve laik eğitim anlayışı güçlendirilmelidir. Kültür, sanat, dil ve sağlık politikaları toplumcu anlayışla yürütülmelidir. Katılımcı, şeffaf ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı yönetim anlayışı geliştirilmelidir.

Kent Hakkı Atölyesi

Kent hakkı; adalet, eşitlik, özgürlük ve katılım temelinde, tüm yurttaşların kentteki kamusal yaşamdan eşit biçimde yararlanma hakkıdır. Ancak günümüzde kentler, iktidarların rant odaklı politikalarıyla sermaye gruplarına teslim edilmiş; barınma, ulaşım, yeşil alan, eğitim, sağlık ve kültür hakları piyasalaştırılmıştır.

Yerel yönetimlerin kamusal hizmet üretimi üzerindeki yetkileri daraltılmış, kayyım rejimiyle halkın kent üzerindeki söz hakkı gasp edilmiştir. Kayyım yönetimleri, yerel demokrasiyi zayıflatmış, halkın karar süreçlerine katılımını engellemiş ve kamusal hizmetlerin özelleştirilmesine zemin hazırlamıştır.

Toplumsal eşitsizlikler kent yaşamında derinleşmiş, barınma hakkı en temel krizlerden biri haline gelmiştir. Yoksulluk, göç, deprem ve iklim krizi karşısında halkın yaşam koşulları giderek kötüleşmiş; kamu kaynakları, sosyal adalet ve dayanışma yerine, çıkar çevrelerinin hizmetine sunulmuştur.

Bu tablo, kent hakkının yalnızca bir mekân meselesi değil, aynı zamanda bir demokrasi, adalet ve özgürlük meselesi olduğunu göstermektedir. Kent hakkı, halkın kendi yaşam alanları üzerinde söz ve karar sahibi olma hakkıdır.

Sonuç ve Öneriler

Yerel yönetimler yardım dağıtan değil, hak temelli kurumlar olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Kayyım rejimi son bulmalı, demokratik yerel özerklik kurumsallaşmalıdır. Kent meclisleri, mahalle forumları ve halk toplantıları yaygınlaştırılarak halkın doğrudan katılımı güvence altına alınmalıdır. Kent politikaları belirlenirken kadınlar, gençler, engelliler, çocuklar ve farklı kimlikler aktif katılımcı hale getirilmelidir. Kentsel dönüşüm projeleri rant temelli değil, yerinde, halkın katılımıyla ve ekolojik duyarlılıkla yürütülmelidir. Barınma hakkı anayasal güvenceye alınmalı, belediyeler sosyal konut politikaları geliştirmelidir. Kamusal hizmetlerde özelleştirme durdurulmalı, belediye hizmetleri kamu yararı esasına göre yeniden düzenlenmelidir. Yerel yönetimler, kadın ve gençlik meclislerinin kararlarını bağlayıcı nitelikte ele almalıdır. Katılımcı bütçe anlayışı ve halk denetimi kurumsallaştırılmalıdır. Kayyım uygulamaları, kent hakkını gasp eden en büyük antidemokratik müdahaledir; halkın iradesi tanınmalı ve seçilmişler göreve iade edilmelidir.

Yerel Yönetimlerde Ekoloji Atölyesi

Kapitalist modernitenin doğa üzerindeki tahribatı, ekolojik sınırların aşılmasına neden olmuştur. Kentlerin betonlaşması, su kaynaklarının kirlenmesi, hava kirliliği, tarım alanlarının yok edilmesi ve ormansızlaşma; yaşamı, doğayı ve insan sağlığını tehdit eden boyutlara ulaşmıştır.

Yerel yönetimler, bu ekolojik krizin ön cephesinde yer almak zorundadır. Ancak mevcut merkeziyetçi sistem, yerel yönetimlerin ekolojik politika üretmesini engellemekte, çevre politikalarını bürokratik bir denetim alanına hapsetmektedir.

Ekolojik yerel yönetim anlayışı, doğayı sömürülecek bir kaynak değil, yaşamın öznesi olarak gören politik bir duruşu gerektirir. Doğa talanı, sadece çevre meselesi değil, aynı zamanda toplumsal adalet meselesidir. Ekolojik yıkıma karşı mücadele, yaşamı savunmanın en doğrudan biçimidir.

Yerel yönetimlerin ekoloji politikalarında, enerji, ulaşım, atık, tarım ve kent planlama süreçlerinde halkın doğrudan katılımı sağlanmalıdır. Ekoloji örgütleriyle işbirliği yapılarak, doğa dostu uygulamalar ve yerel üretim desteklenmelidir.

Sonuç ve Öneriler

Yerel yönetimler, doğayı koruma sorumluluğunu üstlenmeli; doğa talanına karşı politik irade göstermelidir. Enerji, maden, HES, termik santral, taş ocağı ve benzeri projelerde yerel halkın söz hakkı yasal güvenceye alınmalıdır. Tarım alanları, ormanlar, kıyılar ve su kaynakları korunmalı; kent planları ekolojik önceliklerle hazırlanmalıdır. Atık yönetiminde geri dönüşüm ve yeniden kullanım politikaları geliştirilmelidir. Toplu taşıma yaygınlaştırılarak karbon salımı azaltılmalı, bisiklet yolları ve yaya dostu ulaşım altyapıları güçlendirilmelidir. Belediyelerde ekoloji meclisleri kurulmalı, çevre örgütleriyle ortak karar mekanizmaları oluşturulmalıdır. Enerji kooperatifleri, yerel üretim ve topluluk bahçeleri desteklenmelidir. Ekolojik yıkıma karşı yaşamı savunan yerel politikalar geliştirilmelidir. Ekoloji eğitimi yaygınlaştırılarak çevre bilinci artırılmalı, çocuklar ve gençler için ekoloji temelli atölyeler düzenlenmelidir. Kadınlar, ekolojik yaşamın öncüsü olarak karar alma mekanizmalarında etkin biçimde yer almalıdır.

GENEL SONUÇ VE KAMUOYUNA ÇAĞRI

Yerel demokrasi, halk iradesinin en somut ifadesidir. Konferansımız, aşağıdaki ilkelerin hayata geçirilmesini tüm kamuoyuna çağrı olarak sunmaktadır:

Kayyım politikalarına son verilmesi, halk iradesinin tanınması. Eşbaşkanlık sisteminin yasal güvenceye alınması. Yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliğinin sağlanması. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki şerhlerin kaldırılması. Toplumsal cinsiyet eşitliği, ekoloji ve katılımcı bütçe ilkelerinin yerel yönetimlerde yerleşmesi.

DEM Parti, demokratik toplumun ve özgür yaşamın teminatının yerelden örgütlenmek olduğuna inanmaktadır. Toplumsal barış, eşit yurttaşlık ve adalet, halkın kendi kendini yönetmesiyle mümkündür.

Yaşamı, özgürlüğü ve demokrasiyi yerelden büyütüyoruz.

Hepinize katılımlarınızdan dolayı teşekkür ederiz.

DEM Parti Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu 

18 Kasım 2025