
Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, Demokratik Yerel Yönetimler Ara Dönem Toplantısına katıldı. Burada konuşan Bakırhan, şunları söyledi:
Merhaba hevalên hêja hûn bi xêr hatin ez bi rêzdarî we silav dikim. Ez îro gelek kêfxweş im em bi hev re ne. Înşelah em ê civîneke serkeftî pêk bînin. Dema mirov sînevizyonê temaşe dike gelek tişt tên bîra mirov. Me gelek ba û bager dîtiye lê em neşikestine. Înşelah em naşkên jî. Ji me hemûyan re serkeftin dixwazim.
Yerel yönetimlerde pratikleriyle bize ışık olan arkadaşlarımızı minnetle anıyorum
Değerli arkadaşlar hepinizi saygıyla selamlıyorum. Gerçekten sinevizyona bakınca etkilenmemek elde değil. Yokluklardan, zorluklardan, baskılardan çıkarak tam da Sırrı Süreyya Önder yoldaşımızın dediği gibi demokrasinin, yerel yönetimlerin romanını, şiirini pratiğiyle, mücadelesiyle yaşatan sizler gibi yoldaşlara böylesine onurlu bir halka sahip olmak mutlulukların en büyüğüdür. Başarının en büyüğüdür. Bu vesileyle Sırrı süreyya Önder’i de saygıyla anıyoruz, bugüne kadar bizimle birlikte olup bugün yaşamını yitiren tüm arkadaşları da rahmet ve minnetle anıyorum. En başta da Edip Solmaz, Nadir Temel, Terzi Fikri gibi belediyecilikte, yerel yönetimlerde bir model olan ve bugün pratikleriyle bize ışık olan bu arkadaşları rahmet ve minnetle anıyorum. Yine cezaevinde siyasi tutsak arkadaşlarımız var. Tek tek belki hepsinin adını saymak zor, Mehmet Sıddık Akış, Nuriye Aslan, Hoşyar Sarıyıldız ve Selçuk Mızraklı şahsında da siyasi tutsak olan arkadaşlarımıza buradan selam, sevgi ve saygılarımızı gönderiyoruz. Merak etmesinler doğru yoldayız, bıraktıkları bayrağı başarıyla yerine ulaştıracağız. Onları özgürleştireceğimizin sözünü en başta da cezaevindeki siyasi tutsaklara veriyoruz.
Tarihin hiçbir döneminde uluslararası sözleşmeler böylesine değersiz olmamıştı
Değerli arkadaşlar beraber takip ediyoruz. Küresel siyaset ciddi bir kaos ve kriz içerisindedir. Hegomonik emperyalist güçler gerçekten tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar ciddi krizler yaşıyorlar. Bildik yöntemlerle bu krizleri aşmaya çalışıyorlar. Yarattıkları tahribatları gidermek yerine, açlığı, yoksulluğu, barınma sorununu, haksız ve hukuksuzluğu gidermek yerine emperyalist güçler bu kriz ve kaosu bildik yöntemlerle aşmaya çalışıyorlar. Dünyanın birçok yerinde çatışma ve savaşları hep birlikte takip ediyoruz. Çatışmalarla savaşlarla ömürlerini uzatarak sömürülerini devam ettiriyorlar. Emin olun tarihin hiçbir döneminde uluslararası sözleşmeler böylesine değersiz olmamıştı. Birer kağıt parçasına dönüştü uluslararası sözleşmeler. BM dahil olmak üzere uluslararası hukuk ve benzeri konularda söz söyleyen, barış sağlayan, geçmişte dikkate alınan kurumlar da artık çok dikkate alınmıyor, itibar edilmiyor. Dünyada demokrasi geriliyor, otoriter tekçi rejimler gittikçe güç kazanıyorlar. Bu güçleriyle de halkları, toplumları, bugün dünyanın birçok yerinde hak arayanları, direnenleri ezmeye, siyaset sahnesinden itmeye çalışıyorlar.
Türklerin ve Kürtlerin kendi toplumsal barışını sağladıkları bir Türkiye’yi savunuyoruz
Savaşlar dünyanın her yerinde olduğu gibi yanı başımızda Ortadoğu’da da yaşanıyor. Dünya düzeninin böyle gitmeyeceği artık bir gerçek. Ortadoğu’da da bunu bir kez daha gördük. Çok iyi analistler, dünyanın geleceğine kafa yoran halkların barış içinde bir arada yaşamasını düşünen düşünürler iki senaryo üzerinde duruyorlar. Ya dünya daha kötü olacak savaşlarla, çatışmalarla bir yüzyıl daha devam edecek ve halklar, ezilenler, emekçiler çok büyük zulüm yaşayacaklar ya da dünyanın önünde olması gereken ikinci yol küresel barışı sağlamaktır. Evet dünyanın çatışma ve savaşa ihtiyacı yok. Küresel ve bölgesel bir barışa ihtiyacı var, Ortadoğu’da olduğu gibi. Ülkelerin kendi içerisindeki çatışmalarda Suriye barışına, Irak barışına ihtiyacı var. Tabi ki Türkiye ve Kürtler de bundan azade değildir. Dünyada barış, bölgede barış, Türkiye’de de artık çatışmaların, şiddetin son bulduğu Türklerin ve Kürtlerin kendi toplumsal barışını sağladıkları bir Türkiye’yi biz de savunuyoruz. Dünyaya kafa yoran vicdanlı insanların önerdiği küresel barışın yerelde de sağlanması gerektiğini düşünürken bunun için mücadele eden, büyük bedeller veren dünyanın en önemli siyasi geleneklerinden birisine sahip olduğumuzu belirtmek istiyorum.
Yerel yönetimler kardeşlik hukuku ve yeni toplumsal sözleşmenin merkezinde bulunuyor
Değerli arkadaşlar Türk-Kürt ilişkileri kadim bir geçmişe sahiptir. Tarihsel ilişkiler geçmişte çok badireler yaşadı ama tarihin en önemli kavşaklarında Türklerin ve Kürtlerin, diğer halklar ve inançların ittifak yaptıkları, birlikte davrandıkları dönemeçlerde de çok önemli bir barış zemini ve önemli kazanımlar ortaya çıkarmışlardır. Tarihi Kürt-Türk ilişkileri belki geçmiş yüzyılda tahrip edildi, özünden uzaklaştırıldı, belki zayıflatıldı ama bunu yeniden güçlendirmek, yeni bir zeminde demokratik bir şekilde bu ilişkilerin onarılmasını sağlamak hepimizin, Türkiye’de yaşayan bütün halkların çıkarınadır. Tam da bu noktada Sayın Öcalan son görüşmesinde kardeşlik hukuku ve yeni toplumsal sözleşme demişti. Bu iki kavram çatışmadan çıkışın, birlikte yaşamın, ahlaki politik temelin sağlam olmasını tarif ediyor. Kardeşlik hukuku Sayın Öcalan’ın dediği gibi eşitlik hukukudur. Demokratik bir zeminde eşitçe ortak yaşamdır. Yeni toplumsal sözleşme eşitlik ve kardeşlik hukukuna dayalı büyüyen güçlenen ve birlikte var olan güçlü bir Türkiye demektir. İşte yerel yönetimler tam da bu kardeşlik hukuku ve yeni toplumsal sözleşmenin merkezinde bulunuyor. Yereldeki her adım yereldeki sistemin her uygulaması her yaklaşımı aslında Sayın Öcalan’ın dediği gibi yeni toplumsal sözleşmeye nasıl yaklaştığını önümüzdeki günlerde ortaya çıkaracaktır. Gerçek bir toplumsal uzlaşma Mardin'den başlar, iradesi gasp edilen Van’dan başlar. İradesi hapsedilen Colemêrg’den başlar. Bunları beraber izleyip göreceğiz. Kürt-Türk ilişkileri gerçekten de bu yerel zeminden ortaya çıkacak ve büyüyecektir. Yerel zemin sistemin, iktidarın bu meseleye ne kadar samimi yaklaştığının en önemli göstergelerinden biri olacaktır.
Kardeşlik hukuku ancak yasal ve siyasal güvencelerle yeniden oluşturulabilir
Aslında Kürt meselesinin özü nedir biliyor musunuz? Kürt meselesinin özü yıllardır çeşitli vesilelerle tartıştığımız ama bir türlü karşılıklı bir mutabakatın oluşmaması ve bunun yazılı bir hukuksal metin haline getirilmemesidir. Evet bazen çeşitli dönemlerde kardeşlikten, toplumsal sözleşmeden, geçmişten, tarihi ortaklıklardan bahsediliyor. Ama bir mutabakata dökülmüyor. Bir hukuku yoktur. Bu nedenle devletin adım atması ve hukuki süreci işletmesi hayati önemdedir. TBMM bu hukuki sürecin ana adreslerden birisidir. Bu kardeşlik hukuku, bu toplumsal sözleşme TBMM’nin ortaya koyacağı pratiklerde vücut bulacaktır. Niye Meclis? Çünkü barış ve çözüm sadece toplumsal değil aynı zamanda hukukidir. Hukuki zemini meclis sağlayacaktır. Niye Meclis? Çünkü barış sadece iyi niyet beyanlarıyla değil yasalarla güvence altına alınırsa barış olur. Onun için meclis diyoruz. Bakın biraz önce sinevizyonda da gördük. 3 dönemdir yaşananları bizzat burada yaşayan gören birebir tanığı olan bir çok arkadaşımız var. Hala 10 belediyemize, toplamda 13 belediyeye kayyım atanmış. Hala belediye eşbaşkanlarımız tutuklu, yargılanıyor. Üç dönemdir aynı şey uygulanıyor. Bu sistemin Kürde, demokrasiye bakışı yerelden anlaşılır derken tam da bunu kastediyorum. Halkın iradesinin yok sayıldığı, hapsedildiği bir yerde Siirtliye kardeşlik hukukunu nasıl anlatacağız? Bu uygulamaları yapanlara soruyorum. Siirtli koçerlere yeni bir toplumsal sözleşme yapacağız, bunu da hukuki bir zeminde bir yasal zemine kavuşturacağız dediğimizde nasıl bize inanacak? Her gün belediyenin önünden geçtiği zaman dönüp baktığında nasıl inanacak? Dolayısıyla bu ülkeyi yönetenler yerele bakmalı, bahsettiğimiz kardeşlik hukukunu yerelden yeşertmeleri gerekiyor. Bu vesileyle kayyımlar bir an önce geri çekilmelidir. Barış güvercini dediğiniz Ahmet Türk ve eşbaşkan ve yönetimimiz tekrar Mardin’i yönetmelidir. Kayyım atadığınız belediyelerdeki kayyımları çekmeniz gerekiyor. Siyasi tutsak belediye eşbaşkanlarımızın, seçilmiş arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılması gerekiyor.
Bu ülkenin güvenliğinin tek güvencesi yerelde demokrasinin güçlendirilmesidir
Yerel yönetimler devletin demokratikleşmesi için bir ayna, bir köprü ve yol haritasıdır. Bu çağda bunu yapma yerine hala milyonlarca insanın yaşamını katı merkeziyetçi bir anlayışla yönetmeyi düşünmek, bunu teklif etmek böyle bir kanun üzerinde çalışmak çağdışıdır. Halkların da büyük bir umutla bekledikleri bu süreci sabote etmektir. Biz yerel demokrasi derken katı merkeziyetçi bir anlayışın tekrar bu topraklardaki halklara giydirilmesini asla kabul etmeyiz. Merkezi sağlam tutmak istiyor olabilirler. Kimi kaygılarını da anlarız ama eğer merkez bu ülkenin güvenliği, geleceği düşünülüyorsa o zaman bunun tek güvencesi yerel demokrasidir. Yerelde demokrasinin güçlendirilmesidir.
İktidarın medyasında kullanılan dil ve söylemler çok rahatsız edicidir, bu dili reddediyoruz
Yine yukarıda bahsettiğim hukuk kadar dikkat edilmesi gereken bir şey de dildir. Allah aşkına akşam çocuklarınız, aileleriniz, arkadaşlarınızla tv kanallarını, yorumları izlediğimizde bu ülkede gerçekten 100 yıllık bir meselenin çözülüyorunu çıkarabilir misiniz? Bu ülkede barış tartışılıyor, son 50 yıllık çatışma ve şiddet ortamı ortadan kaldırılıyor diyebilecek tek bir kişi var mı? Dile dikkat edilmesi gerekiyor. Demokratik toplum ancak demokratik bir dil üzerinden inşa edilebilir. Barış süreci dille şekillendirilir. İktidarın medyasında kullanılan dil ve söylemler çok rahatsız edicidir. Eminim siz de rahatsız oluyorsunuz, size oy veren o onurlu, vazgeçmeyen, 3 dönemdir kayyıma rağmen yanımızda duran halkımız da rahatsızdır. Bu dil toplumsal barışı dinamitliyor. Dolayısıyla en başta iktidarı ve ona yakın medya kuruluşlarını dil konusunda bir samimiyet ve ciddiyete davet ediyorum. Siz de izliyorsunuz karaktersiz, karakteri küçük kimi insanlar yüzeysel, düzeysiz, irite edici rahatsız edici bir dil kullanıyorlar. Bu dili reddediyoruz. Bu küçük karakterli insanlarla Türkiye’nin yüzyıllık toplumsal barışı konuşulup tartışılır mı? Neymiş siyasi tutsak demeyecekmişiz? Ne diyeceğiz, eşya adıyla çağrılır. Danışmana danışman diyoruz. Selahattin Demirtaş’a Figen Yüksekdağ’a da siyasi tutsak diyoruz. Sanki hukuk var, sanki insanlar düşüncelerinden inançlarından dolayı içeride değil, sanki demokrasi var! Siyasi tutsak demeyecekmişiz. Bir taraftan da haklı aslında, siyasi rehine demeliyiz. Bu dilden biran önce vazgeçilmelidir.
Yeni dönemde danışmanların kullandığı dili değil, daha kapsayıcı bir dil kullanacağız
Değerli arkadaşlar iki gün boyunca kadın arkadaşlar çok önemli tartışmalar yaptılar. Ben de izledim. Tebrik ediyorum kendilerini. Daha önce de konferanslar yaptık ama bu sefer katılım, katılımcılık, kendi yerelindeki sorunları genelle bütünleştiren bir tartışmalar dizisi oldu. Bunlar kıymetliydi, değerliydi, iki gün daha uzun uzadıya bu meseleleri tartışacağız. Önümüzdeki dönem yol haritamızı pusulamızı belirleyeceğiz. Onun için çok fazla detaylarla da boğmak istemiyorum ama tekrar ediyorum barış yerelden kök salacak. Şimdiye kadar belediyeler olarak eksiği fazlasıyla demokrasi adına çok büyük şeyler yaptık. Bununla her birimiz gurur duyabiliriz. Bunca baskı ve zulüm altında yerel yönetimlerde dünya deneyimlerine Kürt deneyimi, bölge deneyimi, DEM deneyimi, ne derseniz deyin çok önemli deneyimler bırakmak gerçekten onur vericidir. Bir şeyi üzerine basa basa, altını kırmızı kalemle çizerek belirtmek istiyorum. Yeni bir döneme girdik, bu yeni dönem eskisi gibi olmayacak. Yeni dönemde yeni bir dile ihtiyaç var. Danışmanların kullandığı dili değil, bu karakteri küçük ama büyük büyük laflar eden kimi basın mensuplarının dili değil mevcut sürece uygun daha kapsayıcı bir dil kullanacağız. Aynı zamanda da mevcudu aşan bir pratik ve yoğunluk içinde olacağız.
Barış sürecinin geleceği bizim pratiğimize bağlı, dün bir çalıştıysak bugün beş çalışacağız
Değerli arkadaşlar zor işler yapıyoruz. Biz de oralardan geldik, gördük, biliyoruz. Ama varsa halkın kafasındaki soru işaretlerini gidermek, onları ikna etmek, halkla bu süreç arasında köprü olmak görevi sizlerindir. Çünkü sizler sadece belediye binalarına haps olan değil 7/24 halkın sorunlarını çözmeye çalışan yiğit, fedakar, bu mücadelenin en temel dinamiklerindesiniz. Yeni dönemde eskiyi aşan bir pratik ortaya koymalıyız. Dün bir çalıştıysak, bir ziyaret yaptıysak, bir insana dokunduysak bugün 2-3-5 yapmak zorundayız. Çünkü milyonlarca insanın bu sürecin başarıya ulaşması için bizden beklentileri var. Bizlere umudunu bağlayan milyonlar var. Demokratik bir zeminin oluşmasıyla birlikte nefes alabilecek 86 milyon insan var. Büyük barış için bu süreci başlatan en başta Sayın Öcalan için, kardeşlik hukuku için gece gündüz demeden büyük bir çaba ve yoğunlaşma içerisinde olmalıyız. Sizler şu anda öncü rolü oynuyorsunuz. Bu öncülüğe uygun bir pratik duruş ve dil içerisinde olmanızı sizlerden rica ediyorum. Bunu yapacağınıza ve yapmaya başladığınıza inanıyorum. Çözüm sürecinin geleceği yerel yönetimlerin geleceğine, bilgisine ve iradesine bağlıdır. Bu iradeyi doğru bir şekilde kullanacağımıza, başta Kürt coğrafyası olmak üzere bölgeye ve Türkiye’ye onurlu bir barış getireceğimize olan inançla hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Ji me hemûyan re serkeftin.
25 Mayıs 2025